|

Hedef ‘Osmanlı Belası’ydı

Misyonerlik faaliyetleri kimilerine göre çok büyük bir tehlike, kimilerine göre etkisiz ve sadece belli grupları hedef alıyor. Oysa üçüncü dünya ülkelerinde görmeye alıştığımız din değiştirme değerleri artık herhangi bir İslam ülkesinde de görülebiliyor. İslam Dünyasında Misyoner Orduları isimli kitabın yazarı Dr Ahmet Uçar ile misyonerlik üzerine konuştuk.

Nuriye Çakmak
13:28 - 25/01/2015 Pazar
Güncelleme: 12:44 - 8/09/2015 Salı
Yeni Şafak

Geri kalan halkları 'medenileştirme' projesi olarak lanse edilen misyonerlik, en basit tabiriyle Hristiyanlığı yayma çalışmaları olarak biliniyor. Misyonerlerin bu amaçlarına ulaşmak için kullandıkları metotlar, gittikleri ülkenin yerli halklarına hitap eden okul, hastane ve yardım kuruluşu açmak olarak göze çarparken, üçüncü dünya ülkelerinde bu çabalar yoğun olarak yürütülüyor.


Son yıllarda daha önce Hristiyan nüfusun son derece az olduğu Müslüman ülkelerde büyük oranlarda Hristiyanlaşma görülmeye başladı. Kazakistan'ın yüzde 5'i 18 yıl içinde din değiştirerek Hristiyan oldu. Kosova İslam Cemiyeti, Priştina'daki Müslümanların ihtiyacı olan büyük bir cami yapılması için izin alamazken sayısı son derece az olan Katoliklere devlet tarafından büyük araziler verildi. Arnavutluk'taki Tiran Adliyesi'ne kayıtlı 245 sivil kurumdan 34'ü Müslümanlara, 189'u ise Hristiyanlara ait.




Afrika'nın yarısı 100 yılda Hristiyanlaştı

Diğer yandan misyonerlik faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olan Afrika'da geçtiğimiz 2 yılda 300 bin Müslüman Hıristiyan oldu. Afrika genelinde 1900'lerin başında nüfusun sadece yüzde 7'si Hristiyan iken aradan geçen 100 yılda bu oranın yüzde 55'e ulaştığı belirtiliyor. Bir zamanlar yüzde 70'in üzerinde Müslüman nüfusa sahip olan Malawi'de bugün resmi olarak yüzde 20, gayri resmi olarak yüzde 40 Müslüman var. Müslüman nüfusun yüzde 60'ın üzerinde olduğu Mozambik'te bugün Müslüman nüfus yüzde 20'lere inmiş durumda.

Misyonerlerin ilk hedefleri yetimler

Tüm dünyada sayıları 200 milyonu geçen yetimleri bekleyen en büyük tehlikelerin başında da misyoner örgütlerin çalışmaları geliyor. Özellikle Asya, Afrika, Latin Amerika ve Orta doğu bölgeleri gibi yetim çocuk sayısının yoğun olduğu coğrafyalarda, savaş, işgal, doğal afet, çatışma, kronik yoksulluk ve AIDS gibi ölümcül hastalıklar nedeniyle her iki saniyede bir çocuk yetim kalıyor. Yetim köyleri kurarak çocukları birer misyoner olarak yetiştiren ve 60 yıldır faaliyet gösteren World Vision Derneği ise tek başına dünya genelinde 4,3 milyon yetime sahip çıkıyor.


Uzmanlar; misyonerlerin Batı'nın bugünkü maddi gelişmişliğini Hıristiyanlığa borçlu olduğu ve Müslüman dünyanın geri kalmışlığına da İslâm'ın sebep olduğu fikrini işleyerek taban kazandığına dikkat çekiyor. Amerika her yıl misyonerlik çalışmaları için 145 milyar dolar harcıyor.


Amerikan Misyonerlerinin Türkiye'deki Faaliyetleri başlıklı tezi ile yüksek lisansını tamamlayan araştırmacı yazar Dr. Ahmet Uçar, şu sıralar “Hıristiyan Gençler Cemiyeti'nin Türkiye'deki Faaliyetleri" ile ilgili bir doktora tezi yazıyor. İslam Dünyasında Misyoner Orduları isimli bir de kitabı da bulunan Uçar ile misyonerlik üzerine konuştuk.


Misyonerliğin en doğru tanımı sizce nedir?

Misyonerlik, “Bir dinin yayılması, dindar olmayanların dine kazandırılması için yapılan faaliyetler" anlamına geliyor. Dünyanın en büyük Protestan misyoner teşkilatlarından biri olan ve Türkiye'deki Protestan misyonerlik faaliyetlerini organize eden American Board'a göre misyoner 'İncil-i Şerif'in hizmetkârlığına atanmış kişi'dir. Misyonerler ise Hz. İsa'nın havariliğini devam ettiren 'seçilmiş kişiler' demektir.


Benim araştırmalarımın sonucuna göre misyonerler kendilerini diğer insanların üstünde, seçilmiş ve adanmış görüyorlar. Ancak bu adanmışlık, Protestan inancında “En üstün din: Protestanlık", “En üstün ırk: Anglo-Saksonlar", “En Üstün ülke: ABD", “Öyle ise Tanrı Dünya hakimiyetini bize vermiştir" bakış açısını ifade ediyor.




Müslümanların İslâm'ı tebliğ çalışmalarıyla misyonerlik nasıl karşılaştırılabilir?

İslam dinindeki tebliğ anlayışı ile Hıristiyanlıktaki misyonerlik anlayışı, amaç ve yöntem olarak birbirlerinden oldukça farklıdırlar. İslamiyet'teki tebliğ (irşad) çalışmalarının temel amacı, insanların bir fırsatını bulup zorla da olsa Müslümanlaştırılması değil, İslami öğretilerin onlara duyurulmasıdır. Misyonerler, Pavlus'un da belirttiği gibi; insanları Hıristiyan yapmak için her yolu mubah görmüşlerdir.


Tarih boyunca Hıristiyan misyonerler, kaba kuvvet ve güç dahil amaçlarına ulaşmak için her yolu denemişlerdir. Bunun sonucu olarak da Amerika kıtası, Avustralya, Yeni Zelanda ve Afrika ülkelerinde yaşayan halkların inanç ve kültürleri, Batılı Hıristiyanlarca hızla yok edilmiştir.




Şu an dünyanın en yaygın dini Hristiyanlık… Tek amaçları dini yaymak mı?

Misyonerlik sömürgeciliğin keşif kolu gibi çalışmakta.. Bu da Avrupalı ve Hıristiyan olmayan halkların zihnine “önce kaşif, sonra misyoner, daha sonra da askeri işgal gelir" algısını yerleştirmiştir. Dünya'nın en büyük misyonerlik örgütü olan ve özellikle Osmanlı coğrafyasında çalışan American Board, Orta Doğu'ya yönelik tüm hareketlerine “Fetih Hareketi", kendilerine de “Fetih Ordusunun Öncü Askerleri" adını vermişti.

Kendi dinlerini yayarken bir yandan da İslam aleyhinde çalıştıkları söylenebilir mi?

Protestan Misyonerler faaliyete başlar başlamaz İslamiyet'le de ilgilenmişlerdi. Çünkü o asırlarda Avrupa'da İslam'ın ve onun bayraktarlığını yapan Osmanlı'nın çok büyük bir siyasi ve kültürel üstünlüğü söz konusuydu. 1639'da İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde bir grup öğretim üyesi, rektöre sundukları muhtırada hemen bir Arapça kürsüsü açılmasını isteyerek “Bu kürsünün birinci vazifesi Kral ve devletin menfaatine hizmet, Doğu memleketleriyle ticaretimizin gelişmesi ve münasip bir vakitte kilisenin hudutlarının genişletilmesi ve hala cehaletin karanlığında sendeleyen Müslümanlar arasında Hıristiyanlığın hidayet esaslarının yayılması için gayret sarf etmek olacaktır" demişlerdir.


18. yüzyılın ilk yarısında Suudi Arabistan'daki Hail Üniversitesi bünyesinde Callenberg başkanlığında bir “Misyoner Enstitüsü" kurulmuştu. Callenberg, başta Hindistan olmak üzere birçok bölge ile ilgilenmiş ve hayatını misyoner adaylarına misyonerce bir bakış açısı ile İslamiyet'i öğretmek ve Müslümanlar arasında Hıristiyanlığı yaymakla geçirmişti. İncil'i Arapçaya çeviren de oydu.




Hedef kitleyi Müslümanlardan seçmelerinin açıklaması nedir?

Misyonerler “tarla" adını verdikleri dış misyon sahalarında faaliyete başlamak için ilk olarak oradaki hedef kitleyi belirlerler. Hedef kitle olarak da “başka ülkelerde mülteci olarak yaşayanlar, ülkesi dışında sürgünde olanlar, tarihsel olarak Hıristiyan bir geçmişe sahip coğrafyalarda yaşayanlar, kendi ülkelerinde savaş, iç çatışma veya kargaşa ortamında kalmış olanlar" gibi istismara açık halklar seçilir. Misyonerliğin altın çağı olan 19. ve 20. yüzyıllarda bu tanımlara en uygun coğrafya İslam coğrafyasıydı. Kendilerini psikolojik açıdan perişan eden ve bu yüzden “Osmanlı Belası" adını verdikleri Devlet-i Âliyye-i Osmaniye de bu coğrafyadaydı.




Çalışmalar için neden genellikle yardımda bulunma yolunu seçiyorlar?

Hedef kitlenin belirlenmesinden sonra misyonerler, ikinci olarak bu kitlelerin arasına yerleşmeye çalışmışlardı. Ancak bu ilk faaliyetlere gelebilecek tepkilerden çekindikleri için ilk etapta kendilerini, gerçek kimliklerini ve amaçlarını saklama ihtiyacı hissetmişlerdi. Bu nedenle farklı mesleklerde çalışan ya da çalışıyor gözüken misyonerler, paravan kurum ve kuruluşları – özellikle de sağlık, eğitim, turizm, ticari, konsolosluk, gençlik, kadın hakları, dil merkezleri vb. - kullanarak misyonerlik çalışmalarını sürdürmüşlerdi.


Misyonerliğin kurucusu olarak kabul edilen Pavlus'un Anadolu'da çadırcılık yapmasını örnek kabul eden misyonerler; misyonerlik faaliyetinde bulunacakları bölgelere doktor, hemşire, mühendis, öğretmen, teknisyen, sosyal yardım görevlisi gibi unvanlarla ve farklı kimliklerle yerleşmişlerdi. Misyonerler çalıştıkları ülkelerde, “her kriz bir fırsattır" mantığı ile hareket eder. Ve bu yüzden de savaşlar, karışıklıklar, kıtlıklar, deprem ve sel gibi felaketler misyonerler için en elverişli ortamların oluştuğu zamanlardır.


#misyonerlik
#dr ahmet uçar
#misyonerlik faaliyetleri
9 yıl önce