YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Bir sakal hikayesi

25 Ağustos 2000
Tam da bir YÖK hikayesi anlatmaya hazırlanıyordu. Başından geçen olay, hep lafını ettiği ama yüz yüze gelmediği realiteyle karşılaşmasının tek kare resminden ibaretti. Kendi deneyimini anlatmalıydı. Cuma günü yaşadığı olayı Pazar gününe yetiştirecekti. Cumartesi, yani yazıyı yazacağı sabah gazeteleri açtığında biri kendinden önce bir YÖK hikayesi anlatmıştı.

Ama bu anlatacağı şey kendi hikayesiydi. Herkesin bir YÖK'ü vardı ne de olsa. "Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen" deyişi hatırladı.

Neden erkekler iddialarının tüm yükünü kızların omuzlarına yıkmışlardı? Kendileri sakallarını kesip üniversite kapısından rahatca içeriye girerken kızlar onların mücadelesini veriyordu. Eğer iddialarından bu kadar eminseler neden haksızlığa karşı birlikte direnmiyorlardı? Mücadelelerini birlikte sürdürmeleri gerekmez mi? Temel itiraz buydu ve hiç de yabana atılacak, geçiştirilecek türden değildi doğrusu. Bunun rahatsızlığını içinde duymuştu sürekli olarak.

Bir alev salkımının tenine değip geçtiğini hissetti.

Üniversite affından yararlanacaktı. Bütün gün can sıkıcı bürokratik işlerin peşinde koştu. Oysa sırf bu can sıkıcı işlemlerden kaçındığı için elini kolunu bağlayan kimi işleri ertelemişti. Ama bu sefer yarım kalan tezini bitirmek geçiyordu içinden. Zamanında bu kadar titiz davranmasaydı ne güzel bitirmiş, önem vermediği akademik derecesini almış olacaktı. Ford Foundation adına araştırmalar yapan tez danışmanı bile "Nasıl olsa benden daha iyi biliyorsun konuyu. Bir şeyler yaz getir" diyerek akademik hayatın kalitesini bizzat göstermişti.

Danışmanın tavsiyesine uyabilir, bir şeyler karalayabilirdi. Böyle yaptığı takdirde kendisine olan saygısı ne olacaktı?

Sonunda, belki de biraz müşkülpesentlikten olacak, süresinde tezini bitiremedi. Şimdi, herkese af çıktığına göre gerçekten bir şeyler yazıp verebilirdi.

Öğleye kadar askerlik şubesinde sıra bekledi, katlar arasında koşturdu. Telefon faks derken yıllar önceden askerliğini yapıp bitirmiş olduğunu ispatladı, eline bir kağıt tutuşturdular. Şipşak fotoğraf çektirdi. Sahi eskiden acele vesikalık resimlere şipşak denirdi. Ne kadar doğaldı. Artık şipşak değil daha teknik bir isim kullanılıyordu; polaroid gibi bir kelime kullanılıyordu.

Noter faslı işin daha sıkıcı yanıydı. Sonuçta bir nüfus sureti çıkaracaktı. Eskiden muhtarlar bu işi görüyordu. Şimdi noter tasdikli olması isteniyor. Devir ne kadar değişti.

Eh artık mesai saati bitmeden kaydını yaptırmak için üniversitenin yolunu tutabilirdi.

İçeri girdiğinde kayıt yenilemeye gelen birkaç tanıdık yüzle karşılaştı. Eski dosyalardan kayıt tarihini, numarasını buldular. Doldurması gereken evrakları eline tutuşturdular. Kayıt silinme nedeni diye bir madde vardı. Ne yazacaktı? Süre bitimi.

Her şey bitmiş sıra resimlerin yapıştırılmasına gelmişti. Tutkal, makas bile eline verilmişti. Tam resimleri yapıştıracakken görevli memur sakallı resimlerin kabul edilmeyeceğini söyledi. Ne yani şimdi resminin üstünde bilgisayarla oynayıp sakalsız resim mi icat edecekti?

Yoksa bunca yıl sonra sakallarını kestirmesi mi isteniyordu? Kişiliğiyle özdeş hale gelen sakallarını traş ettirmesi mi isteniyordu? Bunun ideolojik bir gerekçesi olması gerekmiyordu ki. Sonuçta kişiliğine bir müdahaleden başka neydi?

Ama yanlış anlamamalıydı, kendi isteği değil ona verilen emir böyleydi. Doğru, kendisinin de memurla bir sorunu yoktu zaten. İtirazı ona değildi.

Kayıt yaptıranlar yol göstermeye başladılar. Eski bir resim getirmesini ya da nasıl olsa uzatabileceği sakalını kesmesini salık verdiler.

Kendine saygısını yitirmemeliydi. Bir şeyler yaz getir diyen bilim anlayışı uğruna kendi kişiliğinden taviz vermeye gerek var mıydı?

Kızlara küçük bir katkı olsun, diye geçirdi içinden.

Bu saatten sonra sakalımı keseceğimi düşünmüyorsunuzdur herhalde, deyip çıktı odadan.

Bu da onunun YÖK hikayesiydi.

Bir kravat hikayesi

26 Ağustos 2000
Ismarlama kravatlıların ısmarlama yüzlere ihtiyacı vardı.

Yemek davetine gidecek rektörlerden bazıları bu kravat durumunu saçma buluyor ve başka kravat takıyorlar. Ama Türkiye yurttaşı olarak yeterince deneyimli oldukları için Demirel'in armağanı kravatı da -ne olur, ne olmaz- bavullarına koymayı ihmal etmiyorlar. İyi de ediyorlar, çünkü Kemal Gürüz, ısrar kıyamet, hepsine bu kravatları taktırmayı başarıyor.

Dedim ya, bu YÖK hikâyesi'nde politika yok; entrika yok, onun bunun önünü kesmek, hakkını yemek, 'YÖK' denince başından beri dinlemeye alışık olduğumuz olaylar yok. Her şey iyi niyetli: Cumhurbaşkanı'nın kravat alması öyle, birlikte çalışmalarının iyi anısını göstermek üzere rektörlerin o kravatları takması da öyle. Ama, işte, ortada tuhaf bir şey var. Şu hikâyeyi dinleyip niçin anlatıldığına bile akıl erdiremeyecekler, "Ee, ne olmuş? Ne var bunda?" diyecekler de vardır.
(Murat Belge / Radikal)

Bu da YÖK'ün YÖK hikayesi.


27 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Akif Emre

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...