YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Atatürk ilkeleri ve 6 ok

Türkiye'de, birbirinden farklı zihniyetler çeşitli vesilelerle iyice su yüzüne çıkıyor. Yeni eğitim dönemi münasebetiyle yapılan açılışlar, ülkemizdeki düşünce kutuplaşmasını da ortaya koydu.

Sezer, Gürüz, Şenoğul

Ankara Üniversitesi'nde Necdet Sezer, gene kendisinden beklenilen gibi konuştu ve YÖK düzenini eleştirdi: "YÖK'e, atamalara ilişkin yetki verilmesi, hem üniversite özerkliğini, hem de demokratikleşmeyi yaralamıştır."

Cumhurbaşkanı Ankara Üniversitesi'nde evrensel değerleri savunurken, bir başka mekânda, Harp Akademileri'nde, komutan Orgeneral Şenoğul, hayali korkular üzerine uyarılarda bulunuyordu.

Şenoğul, "Bugün vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünün gündeme getirilmesinden, Anayasa'ya rağmen, Cumhuriyet'in temel niteliklerinin tartışılmasından, milletten ümmete dönüş çabalarından ve sinsice yürütülen laiklik karşıtı faaliyetlerden kaygı duymaktayız. Ülkemizde bazı marjinal kesimler, 'silâhla, taşla, sopayla terör yapılmadıktan, kan akıtılmadıktan sonra, Türkiye'de her şey tartışılsın, ne var bunda' diyorlar. Oysa coğrafyamız 'ne var bunda' demiyor." şeklinde konuştu.

Org. Şenoğul düşmanlarla çevrili Türkiye coğrafyasını anlattıktan sonra, Avrupa Birliği'ne bir mesaj yollamayı da ihmal etmedi: "Bazı Avrupa ülkeleri bizi bir tercih durumunda bırakırlarsa, hiç kuşkusuz bizim tercihimiz vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüdür."

YÖK Başkanı Kemal Gürüz ise bir sivil üniversite yerine Hava Harp Okulu açılış törenine katılmıştı. Orada, cumhuriyetin temel niteliklerini anlattı. Gürüz'ün askeri cenahla yakınlığı, bu beraberlik dolayısıyla teyid edilirken, rektör Kemal Alemdaroğlu da "askerce" bir konuşma yapıyordu İstanbul Üniversitesi'nde.

Bir tartışma

Kemal Alemdaroğlu, İstanbul Üniversitesi'nde verdiği ilk dersinde şöyle diyordu:

"PKK başta olmak üzere, İBDA-C ve Hizbullah vahşetlerinin, Fethullah, Adnan ve benzerlerinin çarpık ve sapık düşünceleri ile, Türkiye'yi ortaçağ karanlığına götürmeğe çalıştığını artık görmeyen, anlamayan kalmamıştır... Siyasal İslam'ın her türlü söylem ve eylemine karşı, İstanbul Üniversitesi mensupları olarak başlattığımız kararlı ve tutarlı tavrımızın, bugün ne kadar haklı olduğu ortaya çıkmıştır. Atatürk Türkiyesi'ni korumak ve cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmakta kararlı olan ulusumuz, başta Türk Silâhlı Kuvvetlerimiz olmak üzere, üniversitelerimiz ve çağdaş kurumlarımız, ülkeyi aklı ve vicdanı körleşmiş bir grubun çağdışı emellerine terk etmeyeceğini ve asla bu konularda ödün vermeyeceğini göstermiştir."

Alemdaroğlu, aynı Şenoğul gibi Türkiye'ye düşünce özgürlüğü tavsiye eden Batı'ya yükleniyordu: "Almanya ve ABD, ülkemizde etnik ve dinsel hareketleri destekliyor. Demokrasi ile yönetilen Türkiye'de, insan hakları ve temel özgürlük kavramları içerisinde, demokrasi anlayışını yozlaştırmaya ve 'özgürlükler kaosu' haline getirmeye hiç kimsenin veya hiçbir kurumun hakkı yoktur."

Hayali tehditlerden söz eden Alemdaroğlu'na, Turizm Bakanı Erkan Mumcu Türkiye gerçeklerini hatırlattı: "Ülkemizin sıkıntısı, özgürlükler kaosu değil, aksine temel sorun, özellikle düşüncenin özgürlüğe kavuşmaması sorunudur. Cumhuriyetin değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini korumak ve kollamak konusundaki üniversite duyarlılığı, TSK duyarlılığıyla üslup olarak, biçim olarak aynı olamaz. Korumak ve kollamak konusundaki tutumumuz, abartılmış duyarlılığımız, bizi taassuba, bizi bağnazlığa götürmemelidir. Üniversite var oluşunu özgürlüklere borçludur; üniversite kürsülerinde duymayı istediğimiz şey, daha fazla özgürlüktür."

Saflar ayrılıyor

Türkiye şekilleniyor; saflar belirginleşiyor. Ülkemizi militarist demokrasi bataklığından çekip çıkarmaya gayret edenlerle, Atatürk ilke ve inkılâplarının ardına saklanıp, halka şekil vermeğe çabalayan toplum mühendisleri gitgide birbirinden ayrılıyor.

Bir yanda, aydınlık ve çağdaşlık... Diğer yanda Recep Peker kafası.

Bakın, o döneme ait bir çok özel hatırayı yalın bir dille nakleden Burhan Oğuz, "Yaşadıklarım, dinlediklerim" isimli kitabında neler söylüyor:

"İnönü'ye biz 'III. Abdülhamit' derdik, hayatım boyunca gördüğüm en büyük faşisttir. Recep Peker'i, Mussolini'ye, Türk hükûmetinin en uygun yönetim şeklini danışmak için gönderdi. Mussolini de doğal olarak, İtalyan faşist rejiminin korporatif sistemini önerdi. Bunu, Recep Peker denen aptal da, İsmet Paşa da çok beğenmişti. Allah'tan Mustafa Kemal hayattaydı da 'Böyle boktan şey, ben sağken olmaz' dedi."

Gerçekten de, 1930'lu yıllar, dünyada faşizm, nasyonal sosyalizm ve komünizm rüzgârlarının estiği yıllardı.

Genç Türk cumhuriyetinin o günkü havadan etkilenmemesi elbette mümkün değildi. CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Dahiliye Bakanı oldu. Devlet ile hükûmet özdeşleşti. Valiler tek partinin bölge temsilcileri gibi faaliyet gösteriyordu.

Bugün "Atatürk ilkeleri" diye bize sunulan modası geçmiş düşünce sistemi, aslında CHP'nin 6 oku tarafından temsil edilen 6 kavramdan ibarettir: Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devrimcilik, laiklik, devletçilik, halkçılık.

CHP bu altı okuyla barajın altında kalmadı mı? Atatürk ilkeleri diye 6 oku dayatmak, Atatürk'e haksızlık değil mi?

1931 yılında gerçekleşen bir değişiklikle, söz konusu ilkeler, Anayasa'nın 2'nci maddesine girdi.

Madde 2: "Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır."

Atatürk bugün yaşasaydı, CHP'yi barajın altına düşüren ilkelere herhalde bağlı kalmazdı. Üstelik Atatürkçülük adına, bizlere böyle donmuş kalıplar dayatanları bir güzel haşlardı. Onlara, Evren'in ünlü deyişiyle "hain hain" bakardı.

Devletçilik

Milliyetçilik, devletçilik, devrimcilik vs... Halbuki bugün, barış arayan dünya, milliyetçiliği, uluslarüstü bir birliktelik içinde eritmeğe çalışıyor.

Artık birey, devletin üzerinde. Devletin çizdiği çizgiler içine mahkûm edilen boynu eğik fertlerin yerini, özgürlük sevdalıları aldı; çoğulculuk hâkim düşüncelere.

Devletçiliğin nelere kadir olabileceğini, 1938 yılında yayınlanan Beden Eğitimi Kanunu ile, dikkatlere sunmak isterim. 6 okun devletçiliği, sadece ekonomiyi ilgilendirmiyor, insanları, kutsal devletin hâkimiyeti altına sokup şekillendiriyor.

16.7.1938 tarihinde neşredilen ve 17 Nisan 1940'da tamamlanan Beden Terbiyesi Kanunu'nda, erkeklerin 12-45, kızlar ve kadınların da 21-30 yaş arasında, haftanın 7 gününde en az 4 saatlik beden faaliyeti yapması öngörülüyordu. Bu maksatla spor kulüpleri kurulmuş ve yurttaşlara boş zamanlarında beden terbiyesine gitme mükellefiyeti getirilmişti. "Vatandaşların, amaçlara göre gelişmesini sağlayan" jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek maksadıyla Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kurulmuştu.

Kısaca, bu kanunla yurttaşlara jimnastik yaptırmak işi devlete yükleniyordu. Totaliter devletlerden örnek alınarak hazırlanan söz konusu kanun uygulanamadı.

Bu örneği devletçiliğin ne şekilde yorumlanabileceğini göstermek için verdim.

Eğer Atatürk yaşasaydı önce CHP'nin 6 oku tarafından temsil edilen Atatürk ilkelerini tartışmaya açardı. Ve "halkçılık" ilkesi gereği milletin düşüncelerine ve değerlerine sahip çıkardı.

Evet saflar belirginleşiyor. Türkiye'yi demokrasiye lâyık görmeyenler, Avrupa Birliği'ne burun kıvıranlar, sahte Atatürkçüler bir tarafta, aklın ve bilmin ışığında Atatürkçülüğü yeniden yorumlayıp Türkiye'yi muassır medeniyete kavuşturmak isteyenler öte yanda.


4 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...