YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Politika

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

 

                
YA GÜRSEL DARBE

Silahlı Kuvvetler Birliği parlamentoyu "darbe"yle tehdit edince, Orgeneral Cemal Gürsel birdenbire kendini Çankaya'da buluverdi.

27 Mayıs 1960'ta, Türkiye "tank" sesiyle uyandı. Albay Alparslan Türkeş, devlet radyolarından okunan bildiride, Silahlı Kuvvetler'in yönetime el koyduğunu açıklıyordu.

Başbakan Adnan Menderes, darbe sabahı Eskişehir'de, sonradan adı "9 Mart Cuntası"yla anılan Muhsin Batur tarafından gözaltına alındı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ı derdest etme görevi ise, Albay Osman Köksal'ındı.
İlginç bir rastlantı...

Osman Köksal, 12 Mart darbesinden sonra, "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçlamasıyla Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanıp beraat edecekti.

Gazeteci Hasan Cemal, anılarında, "Osman Köksal, Devrim dergisine gelir, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı nasıl derdest ettiğini ballandıra ballandıra anlatırdı" diye yazıyor.

Menderes hükümeti düşürülmüş, ülkenin yönetimi fiilen Milli Birlik Komitesi'nin eline geçmişti. Milli Birlik Komitesi, yaptığı müteaddit açıklamalarla, "bir an önce demokrasiye geçecekleri" sözünü veriyordu.

MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ

27 Mayıs darbesini "Yassıada" yargılamaları izledi. Başbakan Adnan Menderes, Dışisleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan yargılama sonucu ölüm cezasına çarptırıldılar. Bu cezalar 15-16 Eylül 1961'de İmralı adasında infaz edildi.
Celal Bayar'a verilen ölüm cezası ise, "yaşlı" olduğu gerekçesiyle "müebbet hapis" cezasına çevrildi.
15 Ekim 1961 günü Büyük Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu seçimleri yapıldı.
Sonuçlar, darbeciler açısından pek parlak değildi. Bir süre önce silah zoruyla iktidardan uzaklaştırılan "güruh"u, halk, seçim sandığıyla bir kez daha parlamentoya taşımıştı. Seçimlerden birinci parti olarak çıkan "Adalet Partisi"nin, DP'nin devamı olduğu biliniyordu.
Seçim sonucu, özellikle iktidardan düşürülen DP açısından bir "zafer"di.

Aralarında AP (Adalet Partisi), CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) ve YTP'nin (Yeni Türkiye Partisi) bulunduğu "sağ" partiler genel oyların yüzde 62.3'ünü almışlardı. Darbecilerin desteklediği İnönü'lü CHP ise yüzde 37'de kalmıştı.

TSK'DA YENİ BİR CUNTA

Seçimler oldu bitti, ama parlamentonun ne zaman açılacağı, hükümeti kimin kuracağı, daha da önemlisi Çankaya'ya kimin çıkarılacağı bir "sorun" olarak kaldı.

Darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi, "14'ler Tasfiyesi"nden sonra güç kaybetmiş, yönetim "Silahlı Kuvvetler Birliği" adlı bir başka cuntanın kontrolüne geçmişti.
Bu cunta, Silahlı Kuvvetler hiyerarşisine dayanıyordu.
Söz sahibi, kuvvet komutanlarıydı.
Cunta, parlamentonun açılmasına taraftar değildi.
Askeri yönetimin, "bir müddet daha" sürmesini istiyor ve Milli Birlik Komitesi'ni de "miadını doldurduğu" gerekçesiyle tasfiye etmeye çalışıyordu.
İlginç bir rastlantı daha:
"Meşru" yönetimi "silah zoruyla" deviren MBK, "Silahlı Kuvvetler Birliği" güç kazanmaya başlayınca, bu kez "bir an önce demokrasiye geçilmesi" tezini savunmaya başladı.
Çankaya seçimine bu şartlarla gidildi.

CHP, İnönü'nün adını ortaya atmış, ama Silahlı Kuvvetler Birliği'nden yüz bulamayınca bu kararından vazgeçmişti.

Milli Birlik Komitesi ise Orgeneral Cemal Gürsel'in Cumhurbaşkanı seçilmesini istiyordu. Cemal Gürsel'e "Silahlı Kuvvetler Birliği"nin itirazı olamazdı. Böylece, hem yeni cuntayı memnun etmiş, hem de Meclis'teki "sağ konsorsiyum"un tasarruflarını boşa çıkarmış olacaklardı.

Hatta, bir ara AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala'nın da adı dolaşmaya başlamıştı adaylar arasında.

Gümüşpala, 27 Mayıs müdahalesi yapılırken Üçüncü Ordu Komutanı'ydı ve darbeye katılmakta çekimser davrandığı için Milli Birlik Komitesi tarafından alelacele emekliye sevkedilmişti.

Gerçi, Gümüşpala'nın adaylığı sadece bir fanteziydi, ama Ragıp Paşa, AP çevrelerinin ortaya sürdüğü Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'i her fırsatta eleştirerek içten içe bu makamı istediğinin işaretlerini veriyordu.
Bir korkusu da vardı Gümüşpala'nın.
Başgil, "istenmeyen adam"dı.

Silahlı Kuvvetler'in "hassasiyetleri"ni göz önüne alarak, Başgil'de ısrar eden arkadaşlarına her fırsatta çıkışıyordu.

ALİ FUAT BAŞGİL'E TEPKİ

Ali Fut Başgil adı birdenbire ön plana çıkmıştı.
Kaos da bundan sonra başladı zaten.
Meclis'te oylansa, Başgil'in yüzde 62.3'lük sağ oylarla Cumhurbaşkanı seçilmesi işten bile sayılmazdı.

Hem MBK, hem de Silahlı Kuvvetler Birliği Başgil'e soğuk bakıyorlardı. Hatta, SKB, Başgil'in seçilmesi halinde yeni bir "darbe"ye kalkışacağı mesajını veriyordu.

Gazeteci Abdi İpekçi, Milliyet gazetesindeki yazısında, Başgil kaosunu ve Silahlı Kuvvetler Birliği'nin bu konudaki yaklaşımını şöyle yorumluyordu:

"Uzunca bir süreden beri ordunun üst kademesindeki bazı subayların siyasi olayları izledikleri ve memleket meseleleri ile çok yakından ilgilendikleri bilinmekteydi. 27 Mayıs hareketinin planlanmasına doğrudan katılmamış olmakla beraber, devrimden sonra iktidarın Milli Birlik Komitesi'ne geçmesi üzerine ordu mensubu olarak kendilerine de sorumluluk düştüğünü kabullenmişlerdi. Hiçbir zaman birinci plana çıkmayan, isimlerinden hiçbir yerde bahsettirmeyen bu subayların bilhassa son aylarda önemli bir kuvvet haline geldiği ve Milli Birlik Komitesi'nin icraatları üzerinde etkili olduğu hissedilmekteydi.

Seçim sonuçlarının bu çevrelerde memnuniyet uyandırmadığı, aksine 27 Mayıs devrimleri ile bağdaşmayan bir durum olarak karşılandığı anlaşılmaktadır. Özellikle Ali Fuat Başgil gibi, ordu tarafından sempatik görülmeyen, Atatürkçülüğüne inanılmayan bir şahsın cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi adı geçen çevrelerde büyük tepki uyandırmıştır."

AP'LİLERİN TSK'YA ÖFKESİ

Silahlı Kuvvetler Birliği'nin "darbe" tehditi, Adalet Partisi tabanında öfkeyle karşılandı.
Bazı illerde küçük çaplı gösteri ve nümayişler yapıldı.
Adalet Partililer, arabalarına Ali Fuat Başgil'in portlerini asmaya başladılar.
23 Ekim 1961 tarihli gazeteler başkentte hareketli günlerin yaşandığını yazıyordu.
Komutanlar sık sık kendi aralarında toplanıp, nasıl bir hal çaresi bulunacağını tartışıyorlardı; ama çözüm "şimdilik" muhaldi. Çankaya'ya ya Orgeneral Cemal Gürsel çıkacaktı, ya da ordu yeni bir "oldu-bitti"yle yönetime el koyacaktı.
Hareketli günlerin devamında, Çankaya'da parti liderleri ve komutanların katıldığı bir zirve gerçekleştirildi.
Zirve sonrası ajanslar, orduyla parti liderlerinin anlaştıkları, toplantıdan "uzlaşma" çıktığı haberini geçtiler.
Vatan gazetesi zirveyi şu başlıkla duyuruyordu:
"Ordunun şartlarını partiler kabul etti."
Öncü gazetesinin manşeti ise şu şekildeydi:
"Parti liderleri ve ordu dün anlaşmaya vardılar. General Gürsel'in cumhurbaşkanlığı tamam..."

ilahlı Kuvvetler Birliği'nin "darbe" tehditi, Adalet Partisi tabanında öfkeyle karşılandı. Bazı illerde, darbeciler aleyhine küçük çaplı gösteri ve nümayişler yapıldı. Adalet Partililer, arabalarına Ali Fuat Başgil'in posterlerini asmaya başladılar.

Milli Birlik Komitesi ise

Orgeneral Cemal Gürsel'in Cumhurbaşkanı seçilmesini istiyordu. Böylece, hem yeni cuntayı memnun etmiş, hem de Meclis'teki "sağ" bloku kırmış olacaklardı.

YASSIADA duruşmaları

27 Mayıs darbesini "Yassıada" yargılamaları izledi. Başbakan Adnan Menderes, Dışisleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan yargılama sonucu ölüm cezasına çarptırıldılar. Bu cezalar 15-16 Eylül 1961'de İmralı adasında infaz edildi.

YARIN: Başgil'e ölüm tehdidi


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED
Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...