T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
ABD'nin öfkesi yoksul dünyayı tehdit ediyor

11 Eylül saldırılarından sonra gelişmeleri hangi düşünceyle izliyorsunuz?

Kaygıyla... Çünkü, olup bitenler sürecin bizim dışımızda geliştiğini ifade ediyor. Tamamen insanlık dışı bir saldırı sonunda, dünya son derece belirsiz bir ortama gidiyor. Sermayenin küreselleşmesi sürecinin yarattığı tahribatın sonuçları, her süreç için bir karışıklık yaratıyor. Tabii bunun arka planını anlamaya çalışmak, olan biteni onaylamak anlamına gelmiyor. Teröre de, savaşa da kategorik olarak karşıyım. Çünkü, sonuçta bu saldırı giderek farklı bölgelere yönelik ABD hegemonyası saldırısına yol açacaksa bilmeliyiz ki bu tümüyle yoksullara yönelik, mazlumlara yönelik bir haçlı seferi olacaktır. Dünyanın o çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı, çok dilli mozayiğinin tahrip edilmesiyle sonuçlanması tehlikesi karşısında kaygılanmamak mümkün değil.

Olup biteni gerçekten anlayabilecek bilgilere sahip miyiz acaba?

Bu zaten psikolojik savaşın bizatihi kendisi. Dünyanın birçok ülkesinde yaşanan bazı olaylarda olduğu gibi yoğun bir dezenformasyonla karşı karşıyayız. Bu bir bölgenin, bir coğrafyanın topyekün yok edilmesini makul ve mazur göstermez. Yapılması gereken iş ortada bir terör ortamı varsa, bu ortamı kurutmak. Dünya nüfusunun yüzde 70'nin açlık sınırında olduğu bir ortamda, bu politikaları gözden geçirmek, yani daha savaşçı bir tutum almak yerine, silahlanarak güvenli bir ortam sağlayamayız. Kendimiz için demokrasi ve refah, dünyanın geri kalanının yoksullaştığı bir ortamın dünyanın bütününe zarar verdiğini, gördük. Aklı başında hiç bir insan, savaşı arzu etmez. Savaşı kim ister? Silah tekellerinden yana olanlar ister. O bölgelerdeki petrol yatakları üzerinde hegemonya kurmak isteyenler ister. İkiz kulede çocukları ölen bir anne diyor ki: "Benim çocuklarımın sırtından savaş kışkırtıcılığı yapmayın." Bu feryadın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Saldırının gerisine, 10 Eylül'e bakıldığında neyi görüyoruz? Bir şekilde küresel ısınmaları Bush yönetimi önemsemiyor. Kara mayınları konusunda hiç bir şekilde geri adım atmıyor. Biyolojik silahların kullanılmasında geri adım atmıyor. Uzayın silahlanması konusunda tam gaz bir politika izliyor. Irkçılık konferansına katılmıyor. Saldırının bir önceki Amerikan yönetimi fotoğrafı bu. Şimdi, bu haçlı zihniyetinin pekiştirdiği yabancı düşmanlığı ve varolan mozayiği tahrip etme girişimine karşı bir mücadele zamanıdır.

Saldırının hemen ardından İslam terör eşitliği üretildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Terörün kendisi halkı yıldırmak anlamına geliyor. Dolayısı ile bunun her biçimine karşı çıkmak lazım. Buradan yola çıkarak, farklı inançları, farklı düşünce biçimlerini topyekûn mazur gösterecek bir anlayışı benimsemek mümkün değil. Bu ırkçı, batı merkezli bir anlayıştır ve inandırıcılığı da yoktur. Böyle bir denklemi psikolojik savaşın bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. ABD demokrasisi kendi terörünü de yaratıyor. Yani Bin Laden gibi insanları destekleyen, geliştiren, daha sonra da, terörist ilan eden bir zihniyetin kabul edilir bir yerinin olmadığını düşünüyorum. Bin Laden denen kişi Yeşil, Çatlı karışımı bir insandır. Dolayısıyla, "kontrgerilla mücadelesini şimdi nasıl bertaraf ederiz meselesi" dünya toplumlarının meselesi değildir.

Bir medeniyetler çatışması potansiyeli algılıyor musunuz?

Medeniyetler, yekpare değil ve kendi içinde çoğulculuğu barındırıyor. Ama bu fırsattan yaralanarak her devlet kendi içindeki azınlık sorununu halletmek yoluna gidiyor. Rusya, Çeçenistan'la olan sorununu çözmek istiyor. Çin de Uygurlara yönelik benzer bir politika izliyor. Her ikisinden de Amerika'ya karşı bir politika beklemek mümkün değil. Bu bizi yeni bir soğuk savaş dönemine doğru sürüklüyor olabilir. Bir yandan da kuzey ülkeleri yoksul güney ülkelerine karşı büyük bir psikolojik avantaj sağlıyor. Bu bir medeniyetler savaşı değil, hızla aşağıdakilerle yukarıdakiler arasında bir çatışma potansiyeline dönüşüyor.

Amerika'ya "tecrübelerimiz" den yararlanabileceklerini söyledik. Bizim tecrübemizin, bugünkü durumla bir ilgisi var mı?

Ben doğrusu bir ilgi göremiyorum. Bizde, demokrasinin evrensel ilkelerini terörü gerekçe göstererek Ankara'nın ilkeleri haline getirmemenin deneyimi var. Abdullah Öcalan'ın yakalanmasının üzerinden iki yıl geçmesine rağmen ne PKK'nın silah bırakması ne de 70 bin korucunun durumunun ne olacağı çözülmedi. Kapsam itibarıyle zaten farklı iki olayla karşı karşıyayız.

Bunun bir sonucu da terörü bahane edip demokratik hakları daraltma olabilir mi?

Olabilir. Zaten bizim, modası geçmiş terör uzmanlarımıza, emekli bürokratlara baktığımızda hepsi demokratikleşmenin terörü ne kadar beslediğini anlatıyorlar. İpe sapa gelmez analizleri sabah akşam dinliyoruz. Terörün amacı demokrasiyi kısıtlamaksa siz, terörü önleme adına demokrasiyi kısarsanız teröre hizmet etmiş olursunuz. Bugün Türkiye'nin ihtiyacı demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda evrensel standartlara ulaşma maharetini göstermektir. Ama hala anayasa değişikliğinde bile buna direniliyor.

Yine de anayasa değişikliği ileri bir adım sayılır değil mi?

Bir adım ama yıllardan beri anayasa değişikliği konusunda bizi değil Avrupalıları dinlemeyi tercih ettiler. Bakın, uluslararası anlaşmaların üstünlüğü ilkesi çıkmadı...

Sizin iktidar düzeninizde kendisini liberal, sağcı ya da dindar olarak tanımlayanlar rahat edebilir mi?

Herkes kendi inancını özgürce yerine getirmek hakkına sahiptir. Biz hiçbir şekilde buna karışmayız. Bizim özgürlükçü, demokratik laiklik anlayışımız zaten laikliği devletin dini yansızlığı anlamına geliyor. Türkiye çok inançlı bir toplum. Dolayısıyla siz bir inancı alıp bunu devletin resmi inancı haline getirirseniz bunun laiklikle bir ilgisi yok. Herkes özgürce kendi inançları doğrultusunda yaşamalı ve başka inançlara müdahale hakkını da kendinde görmemeli.

Ama, Türkiye'deki bütün inanç ve mezhepler arasında matematiksel bir eşitlik kurmaya kalkarsanız, yine yanlış yapmış olursunuz...

Hayır matematiksel değil politik eşitlik gözetiyoruz. Yurttaş hakkı olarak her yurttaş kendi inançları doğrultusunda soluk alabilmeli. Bu aritmetik bir mesele değildir. Bir kişiyse de bir milyon insan olsa da bu çoğulcu çok sesli dokuya denk düşen ortamı sağlamak lazım.

O zaman şunu söyleyin: Neden, terörün İslamla ilgisi olmadığını ispatlamak yalnızca İslamcılara düşüyor da bu konu ÖDP, ANAP, DSP'nin gündeminde olmuyor?

Biz diyoruz. Daha ilk gün Türkiye'nin dört bir tarafında yaptığımız basın açıklamasında çok açık bir şekilde bir coğrafyanın bir saldırı nedeniyle yok edilmesine, bir haçlı seferi başlatılarak bunun Müslümanlara, Ortadoğululara, Araplara yönelik hücuma gerekçe yapılmasına karşı çıktık. Ama yeterli olmayabilir tabii. Genel olarak belli kültürlerin, inançların yok edilmesine yönelik bir cadı avı politikasına karşı biz başından beri tutum alıyoruz. Mesela ahlaklılığın yaygınlaşmasını çok önemsiyoruz. Ama, tek başına ahlaklılık anlamdı değil. Ne zaman ki camilerin mahyalarında, "sömürü haramdır", "artı değer haramdır" diye yazılmaya başlar o zaman başkasının yüzüne indirilen yumruğu kendisinde hissedersiniz. O zaman ahlaklısınız ve kamil insansınız.

İyi fikir!.. Niye bu düşüncenizi Diyanet'le görüşüp dindarlarla bir kontak aracı olarak kullanmıyorsunuz? Doğu Perincek bile bunu yaptı...

Toplumun biz mozayiği var. Siz Sünni İslamı devletin resmi dini yapmışsınız. Bunu tartışmayı bile parti kapatma gerekçesi yapmışsınız. O yüzden bu tür kurumların toplumun bütün mozayiğine denk düşen bir çoğulculuğu gözetmesini sağlamak lazım.

Ama mahya önerinizin Diyanet'in yapısıyla bir ilgisi yok. Rahatlıkla söyleyebilirsiniz...

Biz bunu her yerde söylüyoruz. Size söylerken de kamuoyuna söylemiş oluyoruz.

28 Şubat dediğin, 12 Eylül'ün yeni versiyonudur

Girdiğiniz ilk seçimi "açık frakla" kaybettiniz... Umudunuzu kaybettiniz mi?

Doğrusu, Türkiye'de istikrarın yolu yüksek barajlardan geçer anlayışının tam da çöktüğü bir ortamdı. Boşa gitmesin diye oylarını Meclis'teki partilere verenler oylarının boşa gittiğini şimdi açıkça gördüler. O yüzden Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin gelişebileceği bir zeminin olduğunu görüyorum

Bu sizin gördüğünüzü herhalde Sayın Erdal İnönü de görüyor. Soldaki bütün pastanın ne kadar olduğu düşünülüyor da mı böylesine bir bölünme yaşanıyor?

Bunu kestirmek zor, çünkü statik bir seçmen kitlesi yok. Genel olarak yıllardan beri sağ şu kadardır sol şu kadardır denir ama IMF politikalarına itaat etme konusunda bütün partiler birbirleriyle yarıştılar. Yüzde 50-60'ın kararsız ya da bir partiye oy vermeyeceğini ifade etmesi seçmenin kararsız olduğunu gösteriyor. Toplumla ilişkiyi kuran, söylemini kökleştiren dönüşümü sağlayacaktır. Yurttaşın siyasetle ilişkisi nerede? Televizyonlarda. Hayatın içinde siyasetçiyi görmüyor. Biz Türkiye'nin her yerinde yoksulluk ve yolsuzluğa karşı mitingler yaptık; bize: "ne oluyor seçim mi var" dediler. Biz Türkiye'de solun bütün renklerinin her konuda işbirliği yapması ve bunun giderek seçim ittifakına dönüşmesinden yanayız. Dolayısıyla sosyal demokrat camiadaki bu arayışları yakından izliyoruz.

Yani bir seçim ittifakı düşünüyorsunuz.

Tabii, seçimler kapıya geldiğinde ittifak yapmak yerine ülkenin sorunlarının çözümü için bugünden başlayıp bir işbirliği yaparak bunun giderek seçim ittifakına dönüşmesine yatkınız. Bunun bir koşulu da seçim yasasının ittifaklara izin verecek şekilde değişmesidir. Bir de ben bu ülkede herkesin demokrasiden yana görünüp yüzde 10 seçim barajına ses çıkarmamasını anlayamıyorum. Ama Türkiye, demokrasinin gelişmesini önleyecek sancılı süreçler yaşadı. Mesela, 28 Şubat süreci dediğiniz 12 Eylül şartlarının bugüne adaptasyonudur.

Ama siz 28 Şubat'ta da pek ses çıkarmadınız...

Siz, ÖDP'yi yakından takip etmiyorsunuz. 28 Şubat'ın ertesi günü 1 Mart'ta parti meclisi toplantımız vardı ve 28 Şubat'a kategorik olarak karşı çıkan bir partiyiz. Çünkü, 28 Şubat süreciyle aslında sermayenin küreselleşme süreci kendi önünde engel gördüğü engelleri bir şekilde denetledi, disipline etti. Bunlardan bir tanesi Siyasal İslam, bir tanesi Kürt sorunuydu. Rejim kendini tahkim etti. Zaten sorun genel olarak askeri bürokrasinin bir toplumsal mühendislik yapıyor olmasıdır. Çubuğu bir o tarafa çekiyor bir bu tarafa. Toplumdaki önemli bir kesim hatta daha çok dindar kesim çubuğun nereye çekildiğine bakıyor. Biz demokrasiyi herkes için koşulsuz olarak savunan parti olduk. Kesinlikle kendimize demokrat değiliz. O yüzden Türkiye'deki o tek parti dönemi solculuğuyla temelden ayrılırız.


 
ÖDP Genel Başkanı UFUK URAS
Mustafa Kemal'in bile Kemalist olduğu tartışmalı

Kemalizm'den ne kadar ilham alıyorsunuz?
ÖDP yüzünü sosyalizme dönmüş bir parti. Kemalizm meselesinin tartışmalı olduğunu ve Mustafa Kemal'in kendisinin Kemalist olmadığını düşünüyorum. Çünkü, o modernleşme döneminde kendisine "bize bir doktrin lazım" dediklerinde "Olmaz, donar kalırız" demiştir. O yüzden Mustafa Kemal'in tarihsel kazanımlarına , Cumhuriyet'in kazanımlarına sahip çıkmak ayrı bir şey; Kemalizm adına artık bu işi iyice ticarete döken ve demokrasinin önündeki engel haline gelen taşlaşmış unsurlarla da her zeminde mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Görünen o ki aşk, özgürlük ve devrim heyecanı ilk günkü gibi sürüyor!..
E, sürüyor tabii. Aşk dediğiniz hayatın özüdür. Siyaset de hayatı dönüştürmek demektir ve dolayısıyla hayattan beslenmelidir. Hele bugün her şeyin nefrete dönüştüğü ortamda bizim ihtiyacımız olan güler yüzlü, sevecen bir siyasettir.
Gerçekten herkesi, her kesimden insanı eşitlik duygusuyla seviyor musunuz?
O Mevlana'ya has bir özellik. "Ne olursan ol gel" demiyoruz biz. "Eğer emekten, demokrasiden, özgürlükten yanaysan gel" diyoruz.
Bunun nasıl ölçeceksiniz? Geldim, "emekten, özgürlükten yanayım, demokratım" dedim...
Tamam o zaman. Savcılıktan kağıt getirmenizi isteyecek değiliz. Bizim için en temel değer özgürlüktür ve bununla çelişen her değerle problemimiz vardır. Özgürlük mücadelesi de ancak başkalarıyla dayanışma ile olur. Egoizm içimizdeki şeytandır. Aşk metaforu da o anlamda özgürlüğü ifade ediyordu. Ve "yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek bu mücadele devam edecek" şiarıyla ortaya çıktık.
Devrim neyin nesi?
Yaşamı dönüştürmenin adı. Bugün her tarafta palyatif yöntemler durumu idare etmeye çalışıyor. Bugün en devrimci iş aslında bu radikal dönüşümleri gerçekleştirmektir.
1 Ekim 2001
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED