T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kırılan gururlar, uluslararası gerçekler

George W. Bush'un Bülent Ecevit'e gönderdiği mektubun ardından apar topar "liderler zirvesi"nin toplanması ve "Türk Telekom'un Özelleştirilmesi Yasası" üzerine Kemal Derviş'in istediği türden bir "uzlaşma"ya varılması, Türkiye'nin "Amerikan mandası" olup olmadığına dair tartışmaları ve "ulusal onur" kavramının gündeme gelmesine yol verdi.

Ortaya ilginç bir "konfigürasyon" çıktı. En ateşli hatta bağnaz "Kemalistler" ile onların asla yanyana gelmeyi tasarlamadığı "İslamcılar", koyu "Milliyetçiler" ve yeminli Amerikan düşmanı "Marksist-Leninistler" aynı safta omuz omuza dizilmiş görünüyorlar.

Demek ki, bundan önce alışageldiğimiz "konvansiyonel" ideolojik ayırımlar artık yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bu, Soğuk Savaş sonrasında birçok ülkede gerçekleşen, Türkiye'de geciken bir durumdu. Sonuç itibarıyla sağlıklı bir durum.

Sağlıklı bir durum, çünkü Türkiye de "uluslararası parametreler"e uyan bir "siyaset yapısı"na doğru yol alacak demektir. "Uluslararası parametreler"e uygun biçimde bir "düşünce iklimi" oluşmaya başlamış demektir.

İlk bakışta, George W. Bush'un Türk Telekom'u ve Bankacılık Yasası'nı mektubunda konu yapacak kadar "ayrıntılar"a girmesi ve üçlü koalisyon hükümetinin anti-Amerikan, Üçüncü Dünyacı eğilimli Başbakan'ı ile biri "Türk milliyetçisi" diye takdim edilen, diğeri "Rus enerji lobisi"nin Türkiye temsilcisi sayılan iki Başbakan Yardımcısı'nın, Washington'dan gelen mektup rüzgarı önünde iki büklüm eğilerek, hizaya gelmeleri gerçekten "gurur kırıcı" bir manzara.

Ama aynı zamanda, "gerçekler"i görmemiz açısından "pratik" ve hem de "yeni düşünce kalıpları"nı kavramamız açısından bir "ideolojik boyut"a sahip.

İşin "pratik" yönü, Bülent Ecevit'in de itiraf ettiği gibi, "Her işin bir bedeli olması" ile ilgilidir. O "iş", Türkiye'nin "ekonomik iflas halinde" bulunduğu gerçeğidir. Türkiye öylesine bir "borç kapanı"na kıstırılmıştır ki, borçlarını ödeyebilir bir hale gelebilmesi dahi, dışarıdan borç alabilir bir görüntüye kavuşmasıyla mümkündür. IMF'nin devreye girdiği nokta zaten budur. Bunu dahi yapamazsa, "default"a girmiş sayılır; yani borç ödeyemez müflis bir konumun varacağı yer, Zambia'nın yaptığı gibi "moratoryum" ilan etmektir. Bu, bir "teslim" halidir. Bu hale düşen ülke, iflah etmez. Türkiye, elbette, o noktada ve o konumda değil.

Ancak, "iflas" öyle bir noktada ki, Türkiye, şu sırada IMF'deki kotasına oranla, Uluslararası Para Fonu'ndan "en fazla borç alan" ülke olarak bir "ilk"e ya da "rekor"a imza atmak üzeredir. Türkiye'nin IMF'den alacağı borç para, kotasının yüzde 644'üne eşittir. Benzeri duruma düşmüş ülkeler arasında Türkiye'ye en yakın olan Endonezya, yüzde 400, Arjantin yüzde 284, Kore yüzde 226, Tayland yüzde 217, Rusya yüzde 148 ve Brezilya yüzde 45 ile sıralanmaktadır.

Durum bu olunca, ve bu parayı almaya muhtaç hale gelinince; paranın alınması için "şart" koşulur. Bu "şart" işte George W. Bush'un mektubundaki "şartlar"dır.

Mektubu çöpe atsanız bir türlü; yazılanların gereğini yapsanız bir türlü. İki ucu keskin bıçak vaziyeti…

Ya, kendinizi bu hale getirmeyeceksiniz; veya getirdiyseniz de çıkmasını bileceksiniz. İkisini de yapamazsanız, George W. Bush'un mektubuyla iş görür hale gelirsiniz. Olan budur.

"Ulusal onur"u incinmiş olanların ise önerdiği bir "çıkış yolu" söz konusu değildir. "Tepki" göstermek, "slogan atmak" bir "çıkış yolu" göstermek anlamına gelmiyor. "Ateşli Kemalist-İslamcı-Milliyetçi-Marksist Leninist ittifakı"nın manzarası da bu. Öfkeliler. Ama "çözümsüz"ler de aynı zamanda.

Zaten "ulusal onur" da "lastikli" bir kavramdır. "Ulusal devlet"in bir siyasi kategori olarak ortaya çıktığı tarih dönemiyle ilgilidir. Yani, yenidir ve "ulusal devlet" eski "formatı"ndan aşındığı ölçüde, erkenden eskimeye de başlamıştır.

Örneğin, imparatorluklarda "ulusal onur" bugünkü yüklenen anlamına sahip olabilir miydi? Osmanlıları düşünün; Revan'dan (Erivan) yani bugünkü Ermenistan'dan bugünkü Macaristan-Avusturya sınırlarına; Kırım'dan Yemen'e kadar uzanan bir imparatorluk coğrafyasında "ulusal onur" ne anlama gelirdi? Ne değeri olurdu?

"Ulusal devlet", daha ziyade 19. yüzyıl Avrupa'sı ve 20. yüzyıl dünyasına özgü bir "yapı"; dolayısıyla "ulusal onur" kavramı da o olgu ile irtibatlı. 21. yüzyıl dünyasının bugün seçilebilen manzarası o ki, "ulusal devlet" sınırlarını koruyan ama egemenliklerinin bir bölümünü daha üst ve daha ziyade "ekonomik birliktelik" ifade eden "üst birimler"e devreden "büyük bloklar"ın dünyası olacak. Teknolojinin gelişmesi ve pazar şartları böyle bir durumu zorluyor.

"Dil"i ve "din"i ve "kültürel kimliği" koruyarak, daha üst birimlerde yer alış; Avrupa Birliği, bunun örneği ve dünyanın her yanında gidiş bu yönde. Öyle olduğu içindir ki, Kıbrıslı Türkler, artan sayılarda (6000'e dayanmış) "Kıbrıs pasaportu" edinmeye bakıyorlar. Çünkü "Kıbrıs pasaportu" onlara "Avrupa vatandaşlığı" getirecek. Bunu yaparak, "Türk" ve "Müslüman" kimliklerini de yitirmiş olmuyorlar.

Tarihin gidiş yönüne ters düşenler, kendilerine ve ülkelerine sadece acı getirebilirler. Mesele, "Türk" ve "Müslüman" kalarak, "Dünyalı" olabilmeyi becermekte…


12 Mayıs 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED