YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Gündem

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 


SUSURLUK'UN FİLMİNİ YAPAN DERVİŞ ZAİM'E GÖRE TÜRKİYE SİNEMACILAR İÇİN ALTIN MADENİ

Fil olana kadar hepimiz çimeniz

Filler çimenleri her zaman ezebilir ama bir fil de kimi zaman çimen olabilir. Ve çimen de kimi zaman fil olabilir. Bu ilişki, karı koca arasında, aynı işte çalışanlar arasında yaşanabilir. Çünkü, iktidar sorunu sadece devletle birey arasında değildir.

Yeşilçam temalarının dışına çıkan bir film çektiniz. Fikir neden doğdu?

Bir kere, Türkiye bu anlamda altın madeni. Batılılar'a baktığınız zaman sivrisinekten yağ çıkartıyorlar. Bizdeki konuların çok azı orada olsa neler yapacaklar. Türkiye'de 15 günde yaşanan olayları gözönüne getirin. Bunların üzerine herhangi bir şey yapılmaması çok üzücü. Bu konunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden ele aldım. Bir de... Beni ahlakî erozyon ilgilendiriyordu. Bu film, bunların bir toplamı.

Bizde sinemanın yaşadığımız tarihe katkı sağlamadaki isteksizliği toplumun bu tür olaylara karşı duyarlılığını eksiltmiş olabilir mi?

Doğrusu bu ülkenin yakın tarihine ilişkin bir not düşmek, yapmaya çalıştığım şeyin önemli bileşenlerinden bir tanesi. Ama, amacım tamamiyle tarihin yazılmasına katkı sağlamaktı demek istemiyorum.

Filmde, birbirinden farklı 5-6 hikaye gelişiyor. Bunların yerine neden bir iki konuda derinleşmeyi tercih etmediniz?

Evet ama, kuşbakışı baktığınız zaman tabloda eksiklikler olacaktı. Sadece bir öyküden de 90 dakikalık bir film çıkabilirdi yoksa... Şöyle bir şeyin her zaman farkındayım. Tarafsız olmak, herşeyi sonuna kadar anlatmak bir filmde imkansızdır. 2 saatte bu ülkenin bütün sorunlarına neşter vuramazsınız?

Peki, 2 saatte neye neşter vurabilirsiniz?

Yaşadığımız kaosla ilgili, seyirciye net bir fikir verebilecek bir film yaptığımı düşünüyorum.

Filmde şahıslar ve kurumlar arasındaki ilişkiler fazla sadakatsiz. Panik başlayınca birbirlerini satmaya başlıyorlar. Gerçekte de bu kadar sadakatsiz olduklarını mı düşünüyorsunuz?

Ben bu insanlarla birebir oturup konuşmadım. Araştırmacı gazetecilerin yazdıklarını okudum. Bu süreç, dram sanatının özellikleriyle atbaşı gitti. Zaten tanımadığım bu insanları spekülasyonlara yol açmamak için iyice tanınmayacak hale getirmeye çalıştım.

Çatışma doğru ama, ilişkiler sadakatsiz olsaydı Susurluk da kolaylıkla çözülürdü herhalde...

Bu ilişki çerçevesinde bizim bilmediğimiz daha neler olmuştur. Bunu bir o insanlar bir de Allah bilir. Akla hale gelmeyecek varyasyonlar yaşanmıştır. Yaşanma ihtimali vardır. Ben bir sanatçıyım, yaşanma ihtimali olan şeyler bile benim için değerlidir ve kullanılabilir. Bu adamların ilişkilerinde sadakatsizlik ne derece belirleyici. Bence çok... Çünkü güven, kanun ve hukukun olduğu yerde vardır. Herşey perdeler arkasında ise, o zaman insanlar birbirlerden kuşkulanırlar ve kuşku da kuşkuyu doğurur. Böyle olunca da bütün ilişkiler, devrilen iskambil kağıtları gibi birbirini tetikler.

Filmin sonunda devletin karanlık işlerini yaptırdığı tip olan Camoka yani, bizim anlayacağımız Abdullah Çatlı sağ kalıyor. Bunun anlamı ne? Hep onlar mı kazanmış oluyor?

Bir kere yaşadığımız gerçeğe sadık kalmayı istedim. Yaşadığımız gerçekte de Susurluk'tan mahkum olan kimseyi görmedim. Seyirciye, sahte umutlar ya da pembe finaller sunmak istemedim. Camoka'yı, Sanem Çelik'e (Havva) öldürtseydim seyirci sayısında bir 150 bin daha artış olabilirdi. Ama, bu sahte umutlar insanlara çok daha büyük tuzaklar kurar.

Ben biraz şeytanın avukatlığını yapacağım... Tamam, PKK uyuşturucuyla uğraşıyor. İstihbarat kanunsuz adam kullanıyor. Bakan aynı yolun yolcusu... Fotoğrafı tamamlamak için bir de "asker" unsuru gerekmiyor mu?

Ben de bir savcı olarak şunu sorayım: İstihbarat bizde kime bağlıdır?

Çok açıklayıcı değil ama yine de askerden vazgeçtim, bir de aşk mevzuu var... Doğrusu, böyle bir filmde tutkulu bir aşk olmayabilir ama sizinkisi de biraz yüzeysel kalmadı mı?

Bir kere kenar mahallede oturan bir kız, yoksul bir atlet, otele yemek almaya gidiyor. Boğaz'da 5 yıldızlı bir otelin sahibiyle aşk yaşaması ancak 1950'lerin Yeşilçam melodramlarında sözkonusu olabilecek bir şeydir. Nitekim, Havva'nın fantazisinde bu oluyor. Onları karşılıklı bir aşk ilişkisi içinde gösterseydim filmde gözettiğim gerçekçilik duygusu çok büyük bir yara alacaktı.

Filller çimenlerin üzerinde geçiyor ve sonuçta küçük insanlar acılarıyla başbaşa kalıyorlar. Böylelikle çimenler ezildiğiyle kalmış mı oluyor?

Bu bir boyutu. Bir başka boyutu daha var. Fil kimi zaman çimen, çimen de kimi zaman fil olabiliyor. Havva ve sakat ağabeyi birer çimendir. Kendi aralarındaki ilişkiye baktığınızda eve ekmek getiren kızdır ama ağabeyi ona baskı kurmaya çalışmaktadır. İktidar sadece devletle birey arasında değil. İki insan arasında da güç ilişkileri vardır.

Benim zihnimde neden umutsuzluk kalmış olabilir? Susurluk'u çok araştırdım, yazdım da ondan mı?

Yok, sadece umutsuzluk çıkmıyor. Mesela, filmin sonunda Havva ebru yapıyor. Ona daha önce "açık havada ebru yapılmaz" diyorlar. Ama o, karın altında bir havuzda ebru yapıyor ve ortaya çok güzel bir eser çıkıyor. Bu da umudun resmi... Bir de Hızır-Veli metaforu var. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez anlayışını kullandım. Umutla, umutsuzluğu başbaşa götürdüm.

28 Şubat'ın filmini yapmak cazip olabilir mi?

Çok sıcak daha...

Konu sıcak olunca film yapılmaz mı?

Yapılır ama bunun koşulları var. Elinizi ateşe bile bile soktuğunuzu bilirsiniz. Ben, güç ilişkileri üzerine bir film yaptım. Bundan sonra yapacağım filmin daha farklı bir alana yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii, 28 Şubat'ın filmi de yapılsın...

Ama "benim yakamı bırakın" diyorsunuz...

Yani... Sadece politik fimler yapan bir adam imajına da sahip olmak istemem.

"Bu ülkede film yapmak birçok şeyi göze almaktır" diyorsunuz. Neleri mesela?...

Sektörün doğru dürüst kurumlarıyla çalışmadığı bir ülkede iş üretmeye çalışıyoruz. Mesleki işbölümünün gelişmediği bir ortamda sizin başınıza ta başından itibaren birtakım yükler yüklenmeye başlıyor. İşe, bunları sırtlayarak başlıyorsunuz. Sektörün altyapısı, insan kalitesi, üretimde gelenek konusu gibi faktörler düşünüldüğünde daha az enerji ile halledilebilecek şeylere daha çok enerji harcanıyor.

Bu film için ne kadar harcadınız?

500 bin doların üzerinde...

Beni vergi memuru gibi görmeyin ama, ne kadar hasılat bekliyorsunuz?

Valla, Türk seyircisi Gençlerbirliği gibi. Ne yapacağı belli olmaz.

Ödüller falan, bayağı da sükse yaptı. Artık zengin olabilirsiniz demektir...

Dolmuş paramı buluyorum. En azından yaya gidip-gelmiyorum.

Yeşilçam'da da Susurluk tarzı ilişkiler var mı?

Ben bu çevre içerisinde pek bulunmadım ama hep olduğu söylenir. Ödenmeyen paralar, intikamlar, kinler, bende niye oynamadı da başka bir yapımcıda oynadı gibi çekişmeler, kuyu kazmalar, dedikodular duyuyoruz.

Çok merak ediyorum bu ödül mekanizması nasıl işliyor?

Orada da büyük sakatlıklar var. Gerçek şu ki, jürilerin oluşturulma mekanizmasında yanlışlar var. Özellikle Antalya Film Festivali'nde... Jürelerde yer alanların sinemadan ne kadar anladığı tartışılır.

Peki, daha baştan ısmarlama ödüller veriliyor mu?

Bu sene, Türker İnanoğlu'nun gücü sayesinde ödül alacağı söylenmişti ama bu olmadı. Demek ki her zaman bu olmuyor.

Son dönemde çekilen Türk fimleri epeyi ilgi görüyor. Yansıyan tablo fazla magazin değil mi?

Tabii... Seyirci bakıyor yönetmen uzun saçlı mı değil mi, hangi kulübe gidiyor, hangi kadın yanında. "Bu adam bana göre" diyor. "Bu adamın filmine giderim." Oysa yapılan iş boş. Bunu söylerken sanatçı hapse girecek, aç yaşayacak anlayışına da inanmıyorum. Bu bize özgü bir anlaşıy ve bir köylülüktür. Sanatçının da insan gibi yaşamaya ve hatta bayağı iyi yaşamaya hakkı var.

Bir de galalarda minik skandallar yaratma modası başladı. Siz bu filminiz için bir skandal düşünseydiniz nasıl bir şey tasarlardınız?

Ooo... Onlar büyük prodüksiyonlar. Biz altından kalkamayız. Allah'a şükür galayı gürültüsüz patırtısız atlattık...

Yeşilçam, ona kendi göbeğini kestirdi

Kariyerinin ikinci filmi Filler ve Çimen'le büyük bir sıçrama yapan Derviş Zaim, Boğaziçi'nde İşletme okudu. Ve her "İşletme okurken sinemacı olmak isteyen Türk genci" gibi Yeşilçam'da küçük işlere talip oldu. "Asistan olmak istedim ama kabul edilmedim, telefon bile etmediler. Ben de kendi göbeğimi kendim kesmek zorunda kaldım" diyor. Bunun için de İngiltere'de Kültürel Çalışmalar masteri yaptı. Daha sonra, televizyon yazarlığı, reji asistanlığı yaptı.. Ödülle ilk tanışması yazdığı ilk romanın Yunus Nadi Ödülü almasıyla oldu. 1996 yılında yaptığı ilk filmi olan Tabutta Röveşata ile yurt içi ve dışı birçok ödül aldı. İkinci filmi Filler ve Çimen de daha vizyona girmeden ödülleri toplamaya başladı. Geldiği noktadan dolayı mutlu ama, "Yeni filmim için herşey hazır, arkadaşlar arka odada çalışıyor. Çekimlere yakında başlayacağım deme rahatlığında olmak isterdim" diyor.

Camoka, Bakan bey, istihbaratçı, hepsini Susurluk'tan tanıyoruz...

'Filler ve Çimen' birbirinden bağımsız ama birbirini etkileyen ve rastlantılar sonucu bir araya gelip sık sık ayrılan altı ayrı hikâyenin ve altı ayrı kahramanın öyküsünden oluşuyor. Bu kahramanlardan birisi olan Havva, yirmili yaşlarının başında, uzun mesafe koşularında orta ölçekte uluslararası başarılara imza atmış bir millî atlet. Bir silgi fabrikasında işçi olarak çalışıyor ve bir yandan da askerdeyken yaralanarak yatalak kalan erkek kardeşini iyileştirmek için para arıyor. Logosunu formasının göğsünde taşıdığı bir beş yıldızlı otelden de karşılık olarak yemek yardımı alıyor. Olaylara karışma noktası da bu otel oluyor. Olaylar ise, otel ve kumarhanenin sahibi Ali Bey ve oğlu Devrim'e; gerçekte uyuşturucu işi yapan işadamı Sabit (Haluk Bilginer) tarafından değerinin altında bir alışveriş teklifi yapılmasıyla başlıyor. Ali Bey, Sabit'in teklifini geri çevirince öldürülüyor. Ancak Devrim, babasının Sabit tarafından öldürüldüğünü ve Sabit'in kumarhane ile oteli ele geçirmek için daha başka eylemlere girişebileceğini sezmiştir. Bunun için de bir örgütle (PKK diyebiliriz...) ilişkiye geçer ve onlara para vererek oteli ve kumarhaneyi koruma altına almalarını sağlar. Bu arada Sabit, başını ağrıtan başka konularla uğraşmaktadır. Mesela, o sırada görevde olan bir Bakan'a periyodik olarak yolladığı 'olağan' paranın Bakan'ın eline geçip geçmemesi hususu gibi. Paralar Bakan adına çalışan bir tetikçi -'kontra' olan Camoka (Ali Sürmeli)'ya para yollanmaktadır. Ama Camoka'nın da kendince bir hesabı vardır. Film, uluslararası bir uyuşturucu organizasyonu kurma peşinde olan Camoka ve Sabit'in yolları; Bakan'la çatışma içinde olan Haberalma Örgütü'nde kesişir. Böylelikle mafya-siyaset-devlet üçgeni tamamlanmış olur. İşte bundan sonra hepimizin Susurluk'tan tanıdığı ilişkiler büyük bir tempo ile akmaya başlar. Seri ve acımasız cinayetler. İtiraflar, satışlar... Ve arada masum insanların kaybediş süreci. Herkes ölebilir, şanslı olanlar ve oyunu kuralına göre oynamayı başaranlar yeni bir oyuna kadar sağ kalabilirler. Sonuçta, "Filler oynaşırken olan çimenlere olur." Filmin ardından illa da bir şey söylemek gerekirse o da şudur: Herkesin bir mayını vardır ve mayın seni bekler!

 


Kağıda basmak için tıklayın.

 

 

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...