YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Kültür

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama


Beyaz Sinema'ya ne oldu?

Bir dönem, Türk Sineması'na ciddi bir hareketlilik getiren, sinemanın yolunu bilmeyen kesimlerin salonlara akın etmesini sağlayan Beyaz Sinema'ya ne oldu? Perdede 'Son' yazmadı ama, flashback yapıp geriye baktığımızda filmin sona geldiği anlaşılıyor.

Bir zamanlar özellikle muhafazakar aile bireyleri tarafından ilgiyle okunan ve baskı üstüne baskı yaparak satış rekorları kıran "Minyeli Abdullah" adlı kitabı beyaz perdeye aktaran usta yönetmen Yücel Çakmaklı, bu çalışmasıyla Türk Sineması'nda yepyeni bir sayfa açtığını ancak çok sonra farkedecekti.

"Minyeli Abdullah" filminin ardından bu kez de o yıllarda üniversitelerin kapısından geri çevrilen binlerce başörtülü kız öğrencinin dramlarını yönetmen Mesut Uçakan "Yalnız Değilsiniz" ve "Sonsuza Yürümek" adlarıyla filme çekince, bu iki film sadece İstanbul'daki sinemalarda değil, Anadolu'da da izleyici rekoru kırarak Türk Sineması'na o yıllarda yepyeni bir izleyici kitlesi kazandırmıştı. O güne dek sinemaya pek de iyi gözle bakmayan kesimler, beyazperdede kendilerine dair hikayeler ve kahramanlar görmeye başlamış ve sinema, dindar çevrelerde bir anda "meşruiyet" kazanmıştı.

Gişede beyaz rekor

Milletin dînî ve manevi değerlerine yaslanan bu tür filmlerin bir gün 'altın devri'ni yaşayacağını kestiremeyen yönetmenler, senaristler ve sinema çevresindeki birçok isim, buldukları yeni seyirci kitlesine ve oluşan pazara yeni ürünler sunmak için kolları sıvadılar. O yıllarda rekor kıran 'Yalnız Değilsiniz" ve "Minyeli Abdullah" filmleri kadar olmasa da onunla yarışacak kadar seyirci toplayan "Reis Bey", "Sürgün", "Bize Nasıl Kıydınız", "Kelebekler Sonsuza Uçar" gibi filmler Türk Sineması'na farklı bir çehre, bir hareket kazandırdı. Yeşilçam'da açılan bu "beyaz" sayfada daha sağlıklı ürünler verilmesi, ortaya çıkan ürünlerin yanlış bir tanımlama ile "İslam" üzerinden tartışmaya açılmaması için oluşturulan platformlar ve tartışmalar da bu sinemanın bir adlandırma problemi olduğunu gündeme getirdi. 1980'li yılların sonundan başlayıp 90'lı yılların ortalarına kadar devam eden bu fırtınanın adını koymak ise bu sinemanın ortaya çıkışından itibaren takipçisi olan ve teorik tartışmalarda bu sinema üzerine çokça fikir üreten gazeteci-yazar Abdurrahman Şen'e düştü. Minyeli Abdullah filmiyle birlikte "Beyaz Sinema" tabirini kullanan Abdurrahman Şen'e, kısa sürede sinema ve sanat çevrelerinden destek geldi ve isim Türk dil literatüründe de kabul gördü.

Buharlaştı mı?

Hızla yükselen Beyaz Sinema bir yandan işlenen konuların içeriklerinin hep aynı olması yüzünden, diğer yandan ise maddi imkansızlıklar karşısında kısa sürede izleyici sıkıntısı çekmeye başladı. Ardından Beyaz Sinema tartışması, ülkede yaşanan birtakım sıkıntılardan nasiplenince, o güne kadar sinema için yatırım yapan, maddi destek veren işadamları, Beyaz Sinema'dan elini eteğini çekti. Diğer yandan ise, o güne kadar Beyaz Sinema tanımlamasına karşı çıkan ve çektikleri filmlerin Türk Sineması olarak adlandırılmasını isteyen yönetmenlerin bir kısmı, tekrar şirketlerinin başına döndü. Ama hiçbir yönetmen, senarist ve yapımcı, son üç yıldan beri bir daha Beyaz Sinema'nın perdesinden Türk Sineması'na bakmaya cesaret edemedi.

Adı da tartışıldı

Beyaz Sinema" olarak anılan ve 80'li yılların sonundan 90'lı yılların ortalarına kadar devam eden yeni sinema akımı, yıllar önce yönetmen Yücel Çakmaklı'nın "Milli Sinema'' tanımlamasını getirdiği filmlerine gösterilen tepkilerle karşılaştı. Yönetmen, oyuncu ve sinema eleştirmeni, "İslamî-dînî sinema olmaz" diyerek çekilen filmlere tepki gösterirken, en çok eleştiriyi de bu filmlerde oynayan aktörler ve aktristler alıyordu. Yine sinema çevreleri tarafından çektikleri filmler yüzünden dışlanan yönetmenler ise, yaptıkları basın açıklamaları ve röportajlarda üzerlerine basa basa, yalnızca sinemacı olduklarını ve dînî film yapmadıklarını söylüyorlardı. O yıllarda Minyeli Abdullah filminin yapımcısı ve Sürgün filminin yönetmeni Mehmet Tanrısever, bir gazeteye verdiği röportajda, Beyaz Sinema tanımlamasına karşı çıkarak, sinemanın beyazı siyahı olmayacağını ifade ediyor, "Ben sinemacıyım ve dînî filmler yapmıyorum" diyordu. Mesut Uçakan da yine bu tanımlamaya tepki göstererek "Herşeyden önce film yapıyoruz" diye yaptıkları filmleri savunuyordu. Tartışmalar sadece yönetmenler arasında geçmiyor, Beyaz Sinema'da rol alan oyunculara uzanıyordu. Öyle ki; Beyaz Sinema'da oynadığı için sinema çevresinden topa tutulan Berhan Şimşek, Perihan Savaş, Yılmaz Zafer gibi pekçok isim kendilerini her türlü filmde oynayan gerçek sanatçılar olarak tanımladıktan sonra, gerçek sanatçının roller arasında bir ayrım yapmayacağını ve rol gereği örtündükleri gibi yine rol icabı soyunabileceklerinin de altını çiziyorlardı.

Beyaz Sinema ne getirdi, ne götürdü?

Beyaz Sinema yapan yönetmenler daha sonra, sinema dillerini oluşturma noktasında sıkıntılar yaşadı.
Beyaz Sinema, daha önce sinemaya hiç gitmemiş insanları bile sinemayla tanıştırdı.
Filmler sinema salonlarında haremlik selamlık olarak izlendi.
Filmler geride ciddi bir gişe geliri bıraktı.
Filmlerin finansörlerinin 'yeşil sermaye' olduğu konusunda siyasi çevrelerde spekülasyonlar yapıldı.
Yalnız Değilsiniz filmini seyreden pekçok genç kız filmden sonra başörtüsü taktı. Bu filmde takılan başörtüsü modeli, örtülü genç kızlar arasında kısa sürede moda oldu.
"Minyeli Abdullah II" ve "Sonsuza Yürümek" filmleri, ilk bölümleri kadar ilgi toplamadı.
Beyaz Sinema'nın seyircisi, sinema seyircisi olmadığı için kısa süre sonra salonlardan çekildi.

Ayşe OLGUN


Kağıda basmak için tıklayın.

Kitabın cumhuriyet yolculuğu
Türkiye'de 1934'ten itibaren geçen 66 yılda 320 bin 290 kitap okurla buluştu. Cumhuriyet tarihinde en çok kitap 1973 yılında en az kitap ise 1995 yılında yayımlandı. Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Süha Oğuzertem'in başlatıp yönlendirdiği ve yüksek lisans öğrencileri Gül Sılacı ve Reyhan Tutumlu'nun yaptığı "Türkiye'de Kitap Okunuyor mu?" konulu Bilkent'in Kanat adlı bülteninde de yayınlanan araştırma, kitabın cumhuriyet dönemindeki yolculuğu konusunda çarpıcı sonuçlar ortaya koydu. Buna göre, Türkiye`de 1934-1939 yılları arasında kitap sayısında yavaş ve düzenli bir artış görülürken, İkinci Dünya Savaşı'nın yaşandığı 1939-1945 yılları arasında bir duraklama ortaya çıktı. 1939 yılında 2 bin 831, 1945 yılında ise 2 bin 621 kitap yayımlandı. Yayımlanan kitap sayısında 1958 yılından itibaren artış olurken, bu eğilim 1973 yılında doruğa ulaştı. Araştırmaya göre, 1973 yılında 7 bin 479 kitap okurla buluşurken, 1973 yılı "kişi başına en fazla kitap düşen" yıl oldu. 1973 yılında 5 bin 90 kişiye bir kitap düştüğü belirlendi.


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED
Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...