AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K Ü L T Ü R
Maddede manayı aradı

Hayatının her safhasında İslam'ın bir bilim dini olduğunu ısrarla anlatan kanser uzmanı, yazar ve hatip Haluk Nurbaki, hayata hep bir ibret penceresinden baktı ve gördüklerini kelimelere döktü.

Herkesin sadece basit birer eşya diye baktığı şeylere hep farklı gözlerle baktı. Her zaman baktıklarının ardında gizlenen ilmi, iradeyi ve kudreti görmeye ve göstermeye çabaladı. 2 Haziran 1997'de Hakk'a yürüyen Onk. Dr. Haluk Nurbaki'nin, hayata ibret penceresinden bakıp, kalbiyle hissettiği mesajlara dair kurduğu cümleler, bugün daha fazla anlam kazanıyor.

Vefat yıldönümü nedeniyle hayatına projektör tuttuğumuz Dr. Nurbaki'yi; hayatının son yıllarını geçirdiği İstanbul'da sürekli yanında bulunan ve kendisiyle radyo programları gerçekleştiren Uğur İlyas Canbolat başta olmak üzere yakınları ve sevenleri anlattı.

Şefkat eksenliydi

Dr. Nurbâki'nin hayat felsefesini, "Her şey onun için önemli bir mesaj taşımaktaydı. Her varlığın bir gayesi vardı" diye açıklayan Canbolat, "Hayatı bir sevgi yumağı şeklindeydi. Merhamet ve mahareti, bilgi ve hikmeti kuşanmış bir muhabbet incisiydi. Ancak hocamın hayatında tartışılmaz bir öncelik vardı. O da ilimdi" dedi.

İlmin gereğini anlayan ve yerine getiren Dr. Nurbaki'nin çağın gereği olan bilimsel gelişmeleri çok yakından takip ettiğini ifade eden Canbolat, "İslam dünyasının ilim farzını yeterince anlamamış olması ve bundan uzak kalması pekçok sıkıntıyı ortaya çıkarmış, insanların bu ihmalkarlıklarının sonuçları çok acı olarak ortaya çıkmıştır. Nurbaki hoca ise hiçbir zaman sadece bir doktor olmamış bir yanıyla bilim adamı, diğer yanıyla da mana bilimlerini vakıf olan bir gönül ehli olmuştur" dedi. Dr. Nurbaki'nin 'infak' hususuna da öncelik verdiğini kaydeden Canbolat, "Her sözünde sohbetinde bunu mutlaka vurgulardı. İnfaka vurgu yapmayan, bunun önemine işaret etmeyen hiçbir konuşması yok gibidir. Ona göre infak müminin moral dünyasını oluşturan en büyük motordur. İnfak, Dr. Nurbaki için sadece zekat, sadaka gibi belli sınırları değil, bilgi, ilim, beceri, sevgi, şefkat, duygu, coşku, sevinç aklınıza gelen her türlü insanlık özelliklerinin paylaşılmasıdır" diye konuştu.

'Gönül'e önem verirdi

Dr. Haluk Nurbaki'nin her şeyin gönülde başlayıp orada bittiğini söylediğini dile getiren Canbolat, "Bu günün insanının gönlünü çalıştırmayı bilmediğini, gönül savaşının farkında olmadığını, bu sebeple çok şeylerin sonuçsuz kaldığını belirtirdi. İnsan gönlünün yapamayacağı şey yoktur derdi. Gönle düşen bir sorunun mutlaka cevap bulacağını vurgulardı" şeklinde konuştu. Canbolat, Dr. Nurbaki'nin bu paralelde insana da çok büyük değer verdiğini ifade etti.

Tesadüfe inanmazdı

Babasından herkes gibi çok şey öğrendiğini söyleyen oğlu Ahmet Veysi Nurbaki ise babasının vefatının üzerinden geçen 6 yılda onun yokluğunu hayatlarında fazlasıyla hissettiklerinin altını çiziyor. Babasını düşündüğünde kalbinde tatlı bir acı duyduğunu dile getiren Nurbaki, "Şükrediyoruz ve mutluyuz çünkü, babam bizlere çok şey öğretti. Madde ile mananın nasıl birleştiğini onunla anladık" dedi. Babasının "Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur, izahsızlıklarımız aczimizden ileri gelir" sözünü aktaran Nurbaki, bu cümleyi hayatı boyunca rehber aldığını kaydederek şunları söyledi :

"İslam tarihini anlatırken, tarihin madde boyutunu gösterir, mana boyutuyla da tarihe can kazandırdı. İslamiyet'i anlatırken yüzeysellikten hep uzak durdu, bilinmeyenleri veya yanlış bilinenleri anlatmaya çalıştı. Hz. Ali efendimizi ve onun ilmini anlattı. Orucun, abdestin, namazın ilahi boyutlarının yanısıra sağlık boyutlarını gösterdi. Kur'an'dan bilime ispatlar getirdi, bilimden Kur'an'a değil. Bilim ilerledikçe insanların Kur'an'ı daha iyi anlayabileceklerini vurguladı"

GÖNÜL GÖZÜ HEP AÇIKTI

2 Şubat 1924'de Nevşehir'in Nar kasabasında dünyaya gelen Haluk Nurbaki, Mevlevi terbiyesi almış annesinin sohbetleriyle Hz. Mevlana'nın son türbedarı Mehmed Dede'nin maneviyatından istifade etti. İstanbul'da tıp tahsili yaparken Alman bilim adamlarından matematik, fizik ve kimya öğrendi. Bu dönemde hadis dersleri de aldı. Necip Fazıl'la yakındı, Büyük Doğu Cemiyeti'ni kuran dokuz kişiden biri oldu. Yurdun çeşitli yerlerinde hükümet tabibi olarak çalıştı. Afyon'un Sinanpaşa kasabasında mürşidi Faik Saraç ile tanışan Nurbaki, manevi eğitimini burada tamamladı. Mana bilimleri eğitimini pozitif bilimlere olan vukufiyeti ile harmanlayan Nurbaki, bu bileşimi kitaplarında aktardı. 1961-65 yılları arası Afyon milletvekili olarak TBMM'de görev yapan Nurbaki, daha sonra çalışmalarını kanser konusuna yoğunlaştırdı. Fransa, İsviçre ve İngiltere'de mesleki çalışmalarda bulundu. Büyük Doğu, Zafer gibi dergilerde yazılar yazan, 25'in üzerinde esere imza atan Dr. Haluk Nurbaki, 2 Haziran 1997'de 73 yaşında vefat etti.

 
Üç kişilik aşk
ve bir savaş

İngiliz aktör Michael Caine, bu yıl kendisine Altın Küre ve Oscar adaylığı getiren 'Sessiz Amerikalı / Quiet American' adlı yeni filmiyle Türk sinema izleyicisinin karşısında.
İnsan 'öteki'nin düşü mü?
Türker Armaner'in içiçe geçen kurguları içeren ve öykü içinde öykü tekniğiyle yazdığı 'Dalgakıran', Dalgakıran, Eşik ve Sis Bileti adlı üç öyküden oluşuyor. Kitap, modern insanın karmaşıklığını ve yalnızlığını, dilin sınırlarını zorlayarak da olsa gözler önüne seriyor.
Armaner, dış mekanlar ile insanın iç mekanları arasındaki eğreti geçişkenliklere yer vermekle kalmıyor, karşılıklı etkileşimlerini çarpıcı biçimde, adeta kahramanına bir gündüzkâbusu gördürerek anlatıyor. Aslında bir yerde bilinçaltı ile mekanları içiçe geçirirken, öte yandan insanı yalnızlık labirentlerinde dolaştırıyor.
Mekan kişiyi yönetir
Öyle ki okur, mekanların karakterleri yönlendirdiği, hatta içine çektiği hissine kapılıyor. Dalgakıran'da anlatılanın bir kısır döngü olduğu, konuşan bir heykelin ağzından şu cümlelerle özetlenir: "Sen, nedeninden uzak olduğunu düşündüğün acılara müdahale etmekten kaçındın, kendine ait bir 'sen' olduğunu sandın, kendini dışardan görüp göremeyeceğini, aklının sınırları olup olmadığını araştırmaya kalktın. Gördün işte, olduğun yerdesin." Armaner'in karakterleri sağlam bir zeminde hissetmiyorlar kendilerini. Aksine bu zeminin her an yerinden oynayabileceği gerilimini yaşıyorlar. Eşik'te dolaşan artık başkasının düşü haline gelmiş bir ölüdür. Yazar öyküyü de zaten, "Yaşarken, düş görmenin de bir tür ölüm olduğunu okumuştu. Öldüğünde ise sadece başkalarının düşüydü" sözleriyle noktalar. Sis Bileti'nde yazar, karakterine gündüzkâbusu gördürür. Sis'te örtülen insandır, Sis yaşamdır, o insandan görebildiğimiz Sis'ten yansıdığı kadardır.

İki oda, salon: Huzur?
Handan Börütecene'nin "İki oda, bir salon: huzur?" isimli yerleştirmesi, Borusan Sanat Galerisi'nde sergiliyor. 14 Haziran'a dek açık olan; bir koltuk, bir yemek masası ve bir yatak odasından oluşan çalışmasında Börütecene savaşların nedeninin para olduğunu vurguluyor.
3 Haziran 2003
Salı
 
Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED