AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Ege krizi: Hürriyet'ten
'normal' gazetecilik

Genelkurmay Başkanlığı'nın Ege'de başgösteren son gerilimde Türk medyasını "ulusal sorumluluk doğrultusunda yayın" yapmaya çağırmasının ardından bir anda patlayan haberler gazetelerden çekilmiş görünüyor. Hürriyet, "BU MU KOMŞULUK?"la ilk gün meseleye balıklama dalmıştı. Ancak gazetenin Ankara temsilcisi Sedat Ergin'in yazdığı "birbiriyle çelişen iki yazı" (Ertuğrul Özkök) ve gazetenin bir haftalık çizgisi, Doğan grubunun "amiral gemisi"nin gazeteciliğin "normal" sularında ilerlemeye karar verdiğini gösteriyor...

Hatırlarsanız, "Ege'de yeni kriz", geçtiğimiz Pazar da bu sayfanın ağırlıklı konusuydu... Gene hatırlarsanız, o yazı, gazetelerin çok dikkatli olmalarını gerektiren bir durumla karşı karşıya olduğumuz uyarısıyla bitiyordu. Çünkü bu yöndeki haberler bir anda, Genelkurmay Başkanlığı'nın, "Türk savaş uçaklarının bir sivil Yunan uçağını taciz ettiği iddiaları doğru değildir. Taciz değil, Yunan tahriki var. Türk medyası ulusal sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir" diyen açıklamasının ardından patlamıştı.

Bu sayfada, bu tür olaylarda "ulusal gazetecilik"e değil, "gazetecilik"e ihtiyacımızın olduğunu vurgulamış; "ulusal gazetecilik"in mesela, Yunan tarafının, "Türk savaş uçaklarının sivil Yunan uçağını taciz ettiğine dair belgeleri NATO'ya da ilettik" yönündeki açıklamasını takip etme ve deşmeye cevaz verip vermeyeceğini sormuştuk.

Cumhuriyet hariç Türk basınının "Ege krizi haberciliği"ni son bir haftada iyi götürdüğünü teslim etmeliyiz. (Cumhuriyet gazetesi haberleriyle, Mustafa Balbay ve Cüneyt Arcayürek gibi yazarlar da yorumlarıyla meseleyi epeyce bir karıştırdı. Normal olarak Star da devrede olurdu ama biliyorsunuz, o "enerji"sini başka bir yere kanalize etmişti geçtiğimiz hafta... Gene de fena değildi.)

HÜRRİYET'TE İKİ TUTUM...

Hürriyet Ankara temsilcisi Sedat Ergin konuyla ilgili olarak biri Salı (17 Haziran) öbürü Perşembe (19 Haziran) olmak üzere iki yazı yazdı. Gazetenin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök de Cuma günü, "neredeyse biribiriyle taban tabana zıt" dediği iki yazıyı karşılaştırdı...

Gerçekten de, Ergin'in köşesinde çıkan ilk yazıda Yunanistan'ın, gerçekte var olmayanı varmış gibi göstererek kışkırtıcılık yaptığı, Türk hükümetinin de Selanik zirvesi nedeniyle sesini fazla yükseltmediği saptanıyor, hükümetin bu tutumu eleştiriliyordu.

Sedat Ergin, Perşembe günü ise Yunanistan'ın Ankara'daki büyükelçisi Christides'in "Ankara'daki bir grup gazeteci ile sohbeti"ni haberleştirdi. Ergin, bu haberinde Christides'in, Türk uçaklarının, Türk tarafının Yunan hava sahası olarak kabul ettiği 6 mil sınırını da aşıp 3 mile kadar yaklaştıklarını, "Bazen bizzat adaların üzerinden geçerek topyekûn ihlallere giriştiğini" söylediğini yazdı.

Ergin'inki özlediğimiz türden bir "Yunan haberi" idi... Yani: "Yunan Elçi'nin iddiası" denilip, Christides'in söyledikleri aynen aktarılmıştı haberde. (Mesela Radikal'den Murat Yetkin bu haberi şöyle verdi: "ATİNA'NIN PERHİZİ VE LAHANA TURŞUSU... Christides, Selanik'teki AB zirvesinde Türkiye'yi destekleyeceklerini açıkladı. Ancak Christides, Atina'nın son dönemdeki iddialarında da ısrarlıydı: 'Türk uçaklarının ihlali rekor düzeyde...'")

... ÇÜNKÜ BİRİ 'ULUSAL', ÖBÜRÜ 'NORMAL'

Hürriyet'e dönelim... Ertuğrul Özkök, iki yazıdaki farklılığın nedenini öğrenmek için Sedat Ergin'i arıyor. Ergin'in sözleri:

"Vallahi benim de kafam karıştı. Çünkü ben bizim Genelkurmay'ın yaptığı açıklamaya itibar edip o tahlili yaptım. Şimdi büyükelçi farklı şeyler söylüyor."

Özkök'ün Ergin'le konuşmasının ardından yazdıkları:

"Acaba Sedat gibi Dışişleri'nin de elinde kafasını karıştıracak bazı bilgiler mi var? Veya Dışişleri Türk jetlerinin Ege'deki hareketleri konusunda tam bir bilgiye sahip değil mi? Elbette Yunan Büyükelçisi'nin sözlerine itibar edip, Türk Genelkurmayı'ninkine etmemek gibi bir düşüncemiz olamaz. Ama söylemek istediğim, bu konuda karşılıklı bilgilerin serinkanlı bir ortamda 'teati edilmesinde' büyük yarar var..."

İşte biz de geçtiğimiz hafta tam bunları söylemek istemiştik... Sedat Ergin'in birinci ve ikinci yazısındaki fark, "ulusal gazetecilik"le "gazetecilik" arasındaki farktır... Ergin, Salı günkü ilk yazısını yazmadan önce "ihtilaf"ın öbür tarafına ad başvursaydı o yazı öyle yazılmayacaktı...

Özkök'ün Türk ve Yunan siyasetçilerine önerisi gayet yerinde, ama aynı şey gazeteciler için de geçerli: Özellikle bu tür kritik konularda gazeteciler, "karşılıklı bilgileri serinkanlı bir ortam"da değerlendirmeli, süzdükleri bilgileri okurla paylaşmalıdırlar.

Hürriyet, biraz yalpalayarak da olsa son Ege kirizinde "normal" gazeteciliğe dönmüş görünüyor. Buna da şükür, diyelim... (A.G.)

NAZLI ILICAK'I ÖZLEMİŞSİNİZDİR...

Tercüman'dan Nazlı Ilıcak, "Temiz toplum ve Vatan" (20 Haziran) başlıklı yazısında okurlarına üç beş yıl öncesinin bazı önemli meselelerini hatırlatıyor. Ilıcak'ın yazısının başlığında karşılaştığınız "Vatan" sözcüğü sizi yanıltmasın, bu vatan şiirde "toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranlar"ın olduğu söylenen vatan değil, basbayağı "Bağımsız günlük gazete" olan Vatan'dır!

Geçen gün biz de aktardık; Vatan gazetesine son günlerde bir şeyler oldu! Gazete birkaç gündür üzerinden yolsuzluk kokuları yükselen birkaç gaz/elektrik işini manşete taşımakla kalmayıp, "Tertemiz Türkiye için EL ELE" adını verdiği bir de kampanya başlattı.

İşte, Ilıcak'a bir dönemi hatırlatan yayın politikasının esası da bu... Ilıcak yazısına şöyle başlamış: "Vatan gazetesi, iki üç gündür yolsuzlukların takibine soyundu. Oysa herhangi bir sade vatandaşa, 'Vatan gazetesinin sahibi görünen Zafer Mutlu, yolsuzlukların takipçisi olabilir mi?' diye sorsak, herhalde cevap vermeye bile tenezzül etmeden, kasıklarını tuta tuta gülecektir."

Ilıcak bu girişi takiben Mutlu'nun bir zamanlar genel yayın yönetmeni olduğu Sabah'ın 2000 yılına ait bazı sayılarının manşetlerini hatırlatıyor. Tekrarlamaya gerek yok sanırız; sizler de bu manşetlerin aşağı yukarı ne anlama geldiğini biliyorsunuzdur...

Ilıcak daha sonra şöyle yazıyor: "Peki, Sabah gazetesi, pis kokular ayyuka çıkarken, enerjide cereyan eden yolsuzlukları mercek altına aldı mı? Yoksa Park Holding ile ortak olarak İstanbul Marmara Bölgesi'ndeki dağıtım santrallerinin işletmesine talip olduğu için, her şeyi görmezden mi geldi? Bugün Vatan gazetesi yap-işlet ve yap-işlet-devret sistemiyle girişilen yolsuzlukları duyuruyor. Güzel. Ama dün, aynı ekip, niçin bütün yolsuzluklara karşı sessiz kalıyordu? Sabah gazetesini terkedip Vatan'ı kurar kurmaz, mazi karanlıklara mı gömülüyor sanıyorsunuz?"

Ilıcak'ın Vatan'cılara yöneltiği eleştiri tabii ki Etibank olayını da kapsıyor: "Zafer Mutlu, bütün o vurgun döneminde Etibank'ta, yönetim kurulu üyeliği yaptı ama, demek, her türlü evrakı bilmeden imzaladı. (...) Tabii ki onun şansı, Oramiral Vural Beyazıt'ın da sanıklar arasında bulunmasıydı."

Ilıcak haksız mı? "Tertemiz Türkiye için EL ELE" kampanyasının sürdüğü şu günlerde bu kadarını da mı hatırlamayacağız?! (K.B.)

Ege Cansen: 'Uzanlar kötü, Doğanlar iyi diyerek bir yere gidemeyiz'

Hürriyet gazetesi yazarı Ege Cansen, hükümetin ÇEAŞ ve Kepez'in işletme imtiyazlarını iptal etmesinin ardından Star gazetesinin manşetine oturan "KALLEŞ"ten yola çıkarak, banka-medya-ticaret-siyaset ilişkisi üzerine önemli bir yazı kaleme aldı (18 Haziran). Cansen'in, "Bu dörtlü ilişki böyle sürerse, benzer durumlarda benzer manşetlerin (belki biraz daha terbiyelileri) başka gazetelerde de görülmesi kaçınılmazdır" demeye getirdiği yazısının son bölümü:

"Biz bu hale bir günde gelmedik. Banka, basın ve ticaretin 'tek elde' toplanmasının sakıncalı olduğunu anlamadık. Uzanlar bu işi bir adım daha ileri götürdüler 'banka, medya, ticaret artı siyaset' kertesine taşıdılar. Bu kadar gücün tek elde toplanmasının 'yapısal bir sakatlık' olduğunun toplumuzda halen de anlaşılmadığı kanaatındayım. Yaşadığımız çirkinlikler, 'iyi insan-kötü insan' ölçütüne indirgenemez. Uzanlar kötü, Karamehmetler iyi; Bilginler-Cinerler kötü, Doğanlar iyi diyerek bir yere gidemeyiz. Serbest pazar ekonomisine dayalı, liberal bir demokrasinin mimarisinde mutlaka 'iş bölümüne' riayet edilmelidir. Siyasetle, ticaret; bankacılıkla, sanayicilik bir arada olamaz. Önce, hangi işlerin tek elde toplanamayacağının bilincine varmamız şart. Sonra her işin kendi başına kârlı olması ilkesine inanacağız. Sürekli zarar eden her şirketin aslında 'şike' yaptığını yani hilekâr olduğunu bileceğiz. En önemlisi, basın özgürlüğünün, basının ekonomik özgürlüğü olduğunu idrak edeceğiz. Son Söz: Besleme basın, özgür olamaz."

Yine "akredite gazeteler" sorunu!

Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan'ın Ankara'da gazete ve televiyon kanallarının temsilcileriyle yaptığı toplantıya Yeni Şafak, Vakit ve Zaman gazetelerinden kimse çağrılmamış... Toplantıda göze çarpan bir diğer ilginç yan da, görüşmeyi sadece Star televizyon kanalının kaydetmesiymiş. Hatta bu eşitsizliğe, kapıda bekleyen diğer kanallardan gazeteciler itiraz etmiş. Gazeteler işin bu bölümüne ilişkin hoş bir ayrıntıyı da bildiriyor: İtiraz üzerine Cem Uzan, "Genelkurmay'da da bu sistem uygulanmıyor mu?" karşılığını vermiş.

Görüyorsunuz; malum gazeteler bir kez daha "akredite olmayan gazeteler" sınıfına sokulmuş bulunuyor.. Hem de bu kez bir siyasi parti genel başkanının kararıyla! Aslında Genç Parti genel başkanının bugüne kadar başka başkanlıkların bir tercihi olarak gördüğümüz bir uygulamayı aynen benimsemesi karşısında fazla şaşırmamak gerekiyor. Cem Uzan, söz konusu toplantıda neler diyor baksanıza:

"Ben MGK'nın bugünkü durumunun doğru olduğunu düşünüyorum. Kürtçe yayın olabilir. Terörle Mücadele Yasası kalmalı. AB'ye uyum yasalarını ben tam bir komedi olarak izliyorum...."

İşte böyle.... Uzan "komedi" deyince aklımıza geldi: Belki siz de karşılaşmışsınızdır, Cem Uzan'ın kendisine ait olan Star televizyon kanalında konuğu Can Ataklı ile yaptığı söyleşi amma komediydi değil mi?

Genç Parti-Cem Uzan konusunu bitirmeden size bir de soru: Söyleyin bakalım, Çukurova-Kepez işinden sonraki gelişmelerden en fazla kim kârlı çıktı?

Kolay soru değil mi? Tabii ki o günden beri Uzan grubunun duyurularına ikinci sayfalarının tamamını ayıran Doğan Grubu içindeki gazeteler! "İlan tarifesi"ni bilmediğimiz için hesaplayamadık ama bu gazetelerin bu işten epeyce enerji depoladıkları muhakkak... (K.B.)

İlhan Selçuk'un Genç Parti aşkı sönüyor gibi...

Gecikmeden müjdeyi verelim: "Yolsuzluklar Çatışmasında CHP'ye Düşen Görev" (20 Haziran) başlıklı yazısından anlaşıldığı kadarıyla, Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, son günlerde Genç Parti hakkında geliştirdiği teori ve pratikten vazgeçerek dümeni tekrar CHP yönüne kırmış görünüyor!

Nasıl mı anladık? Selçuk, enerji kesimindeki "üçkağıtçılık"ın son günlerde medyada ortada dökülmesinden bahisle şöyle devam ediyor: "Mavi Akım, Çukurova Elektrik, Petkim, Kepez, POAŞ vb. derken tüm ülke enerjisini içine alan bir tezgah çıkıyor ortaya... Kim Suçlu?.. Kim Güçlü?... Tezekten daha bok bir durum var ortada!.. Medya patronajı gırtlağına dek bu işin içine batmış durumda... AKP hem mali, hem ekonomik, hem siyasal yapısı ve boyutlarıyla bir taraf... Hükümet elindeki yetkileri ve iktidar gücünü yandaşlarını tutmak ve siyasal rakiplerini vurmak üzerine bir stratejiye oturtmuş... Genç Parti enerji kesiminde ailecek yer tuttuğu için bir taraf... Taraf olmayan var mı?.. Var: Cumhuriyet Halk Partisi!... Anamuhalefet!.. CHP'ye tarihsel bir görev düşüyor.. Ne görevi?.. Bir futbol maçında hakem neyse, bu siyasal ve çıkarsal kavgada CHP'nin işlevi de öyle... (...) Yolsuzluk sanıklarının yolsuzluk sanıklarını sorguladığı bir ülkede bu kavganın dışında kalan partiye düşen görev çok büyük..."

Tamam, yalan değil; Selçuk'un anamuhalefet partisine bu mücadelede sadece "hakemlik" rolü tanıması herhalde en başta bu parti yöneticilerinin canını sıkmıştır... Fakat işin bu faslı çok da önemli değil. Selçuk'un yazısında önemli olan husus, Cumhuriyet yazarının son birkaç yazısında sergilediği -ve mutlaka CHP'lilerin uykusunu da kaçıran- bir çizgiden, Genç Parti'yi ülkenin değişim ve dönüşümünde bir "Öncü" olarak değerlendiren çizgiden vazgeçmesidir!

Bize göre bu değişikliği küçümsememek gerekir. Yeni "duruş" bizim açımızdan da çok daha makul ve makbul bir duruştur. Bakın, bu işe o kadar memnun olduk ki "ehvenişer" bile demiyoruz! (K.B.)


22 Haziran 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED