AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Mustafa Çöl'ü takdimimdir

"Mustafa Çöl de kim?" mi dediniz, biraz bekleyin canım...

İtiraf ediyorum: Ara sıra benim de içimden "Bugün yazmasam" düşüncesi geçiyor. Yıllardır yazıp duran biri için bunun bir yolu eski yazıları devreye sokmak... O düşünceyi geldiği süratle aklımdan kovduran iki unsur var: Okurlar fark eder, Selâhattin Sadıkoğlu hesap sorar...

Emin Çölaşan eski yazılarını yeniden fırına vermenin farkına varılmayacağına ve ses çıkmayacağına çok güveniyor olmalı... Aksi halde son yedi yıl içerisinde aynı yazıyı her yıl yayınlatmayı göze alamazdı.

Hürriyet yazarının olanı anlamamızı zorlaştıran bir özelliği var: Çok unutkan... Hadi, daha önce de sorduğu sorulara verdiğim cevapları unutmasını anladım, insan nasıl olur da kendi yazdıklarını ve söylediklerini unutur? Unutmak bir yana, geçmişte kendi yaptıklarını başkasında suçlamaya ve arşivde capcanlı duran sözlerini inkâra kalkışıyor Çölaşan...

Beni yazılarıma imza koyamamak, 'takma isim' ardına sığınmakla suçluyordu, hatırlayın. Hem de ne kadar aşırı bir tepki vererek... Şu cümle onun: "Yürekli adam, yazılarına kendi adını koyar. Takma isimlerin ardına sığınmaz." (24 Aralık) Bunu okuyan ne anlar? Emin Çölaşan'ın takma isimle veya imzasız yazı yazmaya karşı olduğunu değil mi? Oysa, 'Önce İnsanım Sonra Gazeteci' adlı kitabında yazı hayatına nasıl başladığını ayrıntılı biçimde anlatırken, ilk yazı ve haberlerini 'Devrim' gazetesinde 'imzasız' yayınlattığını özellikle belirtiyor. (s. 31)

Bu 'imzasız yazı' itirafı... Hürriyet'in şimdilerde 'takma isim' konusunda yeri göğü inleten yazarının kendisinin de vaktiyle 'takma isim' ile yazılar yazdığını söylersem çok şaşardınız harhalde... Nasıl şaşılmasın? "Yürekli adam yazılarına kendi adını koyar; takma isimlerin ardına sığınmaz" diyen birinden 'takma isim' ile yazı yazmak beklenir mi? Oysa, kitapta kendisi bunu açıkça yazıyor: "O günlerde kurmuş oldukları fonlarla eşi dostu nasıl zengin ettiklerini 'Mustafa Çöl' takma adıyla anlattım..." (s. 32). Mustafa Çöl, yani Emin Çölaşan...

Bu bellek oyunu, son yazısında beni okurlarına şikâyet ettiği konulardan da kendini belli ediyor. Birini örnek olarak buraya alayım. Bakın önceki gün (25 Aralık) ne yazdı: "Yalanlarını, marifetlerini, iftiralarını bir bir ortaya çıkardık, belgeledik. Yanıt veremedi. / Bir gece Ankara'da rahmetli Uğur Mumcu, rahmetli Teoman Erel, Bekir Coşkun, Melih Aşık ve ben, birlikte yemek yedik. Kısa süre sonra yazılar döktürmeye başladı: / 'Bunlar o yemekte silah üzerine yemin edip hükümeti devirmeye karar verdiler.' / Güler misin, ağlar mısın!"

Şimdi bu satırlardan ne anlıyorsunuz? Benim kafamdan ilişki uydurduğumu, değil mi? Emin Çölaşan, bu konuya yıllar önce 'Basında çete olur mu?' başlıklı yazımda değindiğimde, tepki verirken, yemeği benim de ara sıra uğradığım RV Restoran personelinden öğrendiğimi sandığını belli etmişti. Bellek oyunu işte... Oysa, silâh teferruatına kadar o öyküyü anlatan Emin Çölaşan'ın bizzat kendisi. Hem de bana değil, bütün Türkiye'ye...

Uğur Mumcu'nun hunhar bir cinayette hayatını kaybetmesinden sonra, Hürriyet gazetesi, merhumla ilgili bir dizi hazırlama işini o günlerin önemli gazetecilerinden Celalettin Çetin'e vermişti. Çetin'in "Yakınlarının ağzından Uğur Mumcu'nun son günleri" başlıklı dizisi dört gün sürdü Hürriyet'te... Dördüncü gün (12 Şubat 1993) çıkan bölümde tanıdık birinin anlatımı yer alıyordu. Evet bildiniz: Emin Çölaşan'ın...

Bakın o son yemeği Celalettin Çetin'e nasıl anlatıyor: "Uğur'la ben sürekli konuşan ikiliydik. En son görüşmemiz bir ay önce oldu. RV'de yemek yedik. Bizimle beraber Melih Aşık, Teoman Erel ve Bekir Coşkun vardı. Türk basınında sağlam kalmış, yozlaşmamış 5 köşe yazarı bir araya geldik.

"Türkiye'de giderek hırsızların, yolsuzlukların, holdinglerin, yobazların oluşturduğu bir cephe ortaya çıkmıştı. Bu nedenle biz de artık bu beş gazeteci sık sık bir araya gelerek Türkiye nereye gidiyor ve neler oluyor konuşalım istedik. Akşam 8'den 01'e kadar kaldık orada. Ve şu yargıya vardık. Türkiye'de basın bitmek üzere, ya da bitirilmek üzere. Giderek yozlaşıyor çünkü."

Ve şimdi bu cümlelerin derhal ardından 'silâh' faslı geliyor: "Uğur'a tabancan var mı dedik, var dedi. Artık birbirimize destek olmaya karar verdik."

Aynen aktardığım bu cümlelerden ne anlıyorsunuz siz? Ben de sizin anladığınızı anladım ve yazdım. O son yemeğin Uğur Mumcu'nun vakitsiz kaybında bir dönüm noktası teşkil ettiğine de inanıyorum, ama onu deşmenin yeri burası değil...

Gördüğünüz gibi, Emin Çölaşan vaktiyle kendisi de 'takma isim' ile yazdığı halde bunu unutmuş, bana erkeklik dersi vermeye kalkıyor... Arkadaşlarıyla lokantada silâhla ne yaptıkları da aklından çıkmış olmalı ki, beni olay uydurmakla suçlarken hiç zorlanmıyor. Ne dersiniz, acaba 'Kubilay olayını unutmayın' başlıklı yazılarını her yıl aynen yayınladığını da unutuyor mudur?

Onun saldırısı beni hiç şaşırtmadı da, her yıl bir-iki yazısını değiştirmeden tekrar tekrar fırına verdiği gazetenin yönetimi ve patronu sessiz kalıyor ya, işte beni hayretten hayrete düşüren bu... Ne yalan söyleyeyim, onun yerinde ben olsam, bu suskunluğu hemen değerlendirir, her yıl yeniden yayımladığım yazıların sayısını artırmayı bile düşünürdüm...


28 Aralık 2004
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED