AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
KÜRT MESELESİNDE AK PARTİ SINAVI

Kürt meselesinde son umut kırıntılarının harcanmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Bu mesele artık ya ciddi bir biçimde bir çözüm yoluna girecek ya da hiç kimsenin kaldıramayacağı gerilim ve çatışma ihtimalleriyle karşı karşıya kalacağız.

Yaklaşık bir sene önce Kürt meselesinde iki tehlikeli gelişmeyi farklı zeminlerde dile getirdim. Birincisi, Kürt meselesi tarihsel olarak siyasi yapının Kürtleri dışlamasından, onların varlığını reddetmesinden dolayı çıkmış bir sorun olduğu için, gerilim bugüne kadar hep Devlet ile Kürtler arasında yaşandı. Yani hiçbir şekilde bir Türk-Kürt çatışması yoktu ortada. Fakat maalesef özellikle son bir yıl içinde Kürt meselesi hızla bir Türk-Kürt gerilime döndü. Zaten farklı şekillerde örneklerini gördük. Bu gerilim zaman zaman yapılan açıklamalarla azaltılıyor olsa bile tehlikeli gidişat devam ediyor. Artık birkaç provokasyonla çok kolay bir şekilde toplumsal bir çatışmanın içine düşme tehlikesi her zamankinden daha yüksektir. Maalesef bu süreç hem Kürt meselesinin konuşulmasını zorlaştırmakta, hem de genel bir demokratikleşme sürecini de olumsuz bir şekilde etkilemektedir.

'Tehlikeli bir sürece girdik'

İkincisi, diğer bir çok mesele de olduğu gibi Kürt meselesinin gidişatı AB sürecine adeta teslim edilmiş gibi görünmektedir. Bir açıdan bunun anlaşılabilir, hatta kısmen haklı sayılabilecek gerekçeleri var. Fakat bu tavır biraz da eski alışkanlıkların devamı gibidir. Kürt meselesinin çözümü üzerine düşünmek ve bir siyaset üretmek tercih edilmiyor. Bunun yerine mesele bir yerlere havale ediliyor. Burada sorun şudur: Türkiye'nin AB ile yaşadığı veya yaşayacağı her gerilimde ve krizde Kürt meselesi bir günah keçisi olarak öne sürülüyor. Hatta bazen Kürtler doğrudan suçlanıyor. Doğal olarak iki şey ortaya çıkıyor: Bazı Kürtler her demokratik açılımı AB'ye borçluyuz, AB sayesinde bunlar yaşanıyor derken, AB ile her gerilim Türkiye siyasetine adeta sadece bir Türk-Kürt gerilimi olarak yansıyor. Sonuçta her iki sebepten dolayı son derece tehlikeli bir sürece girdik. Bu arada yaşanan bir gelişme tartışmaları konuyla ilgili başka bir yere çekti: Çatışmalar yeniden başladı.

Çatışmalara dönüş

Son dönemde artan çatışmalar Kürt meselesinde, konuyu yakından bilenler farkında olsa da, farklı pozisyonların olduğunu iyice açığa çıkarmıştır. Bu süreçte üç önemli başlık vardır: 1- PKK'nin tekrar toparlanma kaygısı 2- Kürt meselesinde farklı seslerin her zamankinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkması 3- AB süreciyle beraber hızlanan demokratikleşme süreci. PKK'nin Kürt meselesindeki tekelini kaybetmesiyle beraber asayiş siyaseti eskiye göre çok zayıflamıştı. Bu dönemde DTH'nin geniş tabanlı siyaset formülleri de etkili olamadı ve istenilen derecede destekleyici bulamadı. Ayrıca PKK içinde farklı tarafların ortaya çıkması da süreci hızlandırdı. Sonuçta şiddet PKK için tek toparlanma imkanı haline geldi. Bu hem genel demokratikleşme havasını olumsuz yönde etkileyecek birşey hem de Kürt meselesinde farklı sesleri bastırmayı kolaylaştıran birşey. Ayrıca özel olarak AK Parti'nin siyasetteki manevra alanını daraltmaya yönelik bir çaba ve kaygı da sözkonusudur. Her durumda Kürt meselesinde ciddi bir biçimde olumsuz yönde gelişmeler yaşanmakta ve Türkiye'deki siyasetin normalleşmesi engellenmektedir. Bunlar aslında çoğu kimsenin söylediği ve farkında olduğu şeyler. Asıl gözden kaçırılan ise siyasetin bu gelişmelerle beraber gündeme mahkum olmaya başlaması ve çözümsüzlüğün tekrar öne çıkmasıdır.

Basından gördüğümüz kadarıyla bu dönemde öne çıkan tavır şudur: Kürt meselesi, sorun konusunda farklı düşünen Kürt kesimlerinin çatışmasına adeta teslim edildi. Sanki bu çatışmalar bir tarafın öne çıkmasıyla Kürt meselesi çözülecekmiş gibi bakılıyor. Elbette ki şiddeti dışlayan ve tüm Türkiye'yi kapsayan çözüm önerilerinin gündeme gelmesi gerilimleri azaltmak açısından önemlidir.

Fakat, eğer Kürt meselesinden kastedileni sadece PKK sorunu olarak anlamıyorsak şunu görmek zorundayız: bu çatışmalar, hangi şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, zannedildiği gibi Kürt meselesinin gidişatında büyük değişiklikler yaratmaktan uzaktır. Olsa olsa zaten birbirinden farklı olanların bu farkları tekrar tekrar dile getirmesini göreceğiz. Genel gidişata siyasi bir perspektife sahip bir biçimde müdahale edilmezse Türkiye'de siyaset eski günlerine dönme riski taşıyacaktır. Bu hem AK Parti için hem de Kürt meselesinin hâlâ çözüm yoluna sokulabileceğini düşünenler için son derece olumsuz bir gelişmedir. Tekrar söylemek gerekirse Kürt meselesinde son umut kırıntılarının harcanmaya başlandığı bir dönemdeyiz. Bu mesele artık ya ciddi bir biçimde bir çözüm yoluna girecek ya da hiç kimsenin kaldıramayacağı gerilim ve çatışma ihtimalleriyle karşı karşıya kalacağız. Gerek toplumsal gerilimlerin artması, gerekse tüm kültürel, dini, tarihsel bağların iyice zayıfladığı ve zayıflatılmaya çalışıldığı bu dönemde her zamankinden daha büyük risklerle karşı karşıya olduğumuzu herkes görmelidir. Burada doğru adresin sorunu iyice çözümsüzlüğe iten eski siyasetler olmadığı açıktır. Bu ortamda sorulacak olan soru ne yapılabilir sorusudur?
* Diyarbakır eski milletvekili.

Ne yapılmalı?

1- Kürt meselesinin karmaşıklığını gözönüne alarak, sorunun topyekün ve kesin çözümü gibi bir şeyin altından hiçbir partinin bir anda ve kolayca kalkmasını bekleyemeyiz. Fakat burada yapılabilecek olan şey meselenin oluşturduğu tehlikelerin bilincinde olarak meseleyi çözüm yoluna sokmaktır. Bundan dolayı toplumsal gerilime yol açmadan en azından bir çözüm umudunu diri tutabilecek açılımlarda bulunulmalıdır.
2- Gerek toplumsal gerilim, gerekse Kürt meselesinin tarihi ağırlığı yüzünden iki tür siyaset (ertelemecilik ve sorunu başka yerlere ihale etme) artık işlemez hale gelmiştir. Kısa vadeli, geçici tedbirler yerine bölgede yaşanan tahribatı, Türkiye'nin ortak tarihi, kültürel, dini değerleriyle beraber düşünerek bir siyasi irade koymanın zamanıdır.
3- Siyaset yerine çatışmanın ve gerilimin gündemi belirlemeye başlaması ve tırmanması meselenin çözümünde hayati bir imkanı zayıflatmaktadır. Bu süreç AK Parti'nin AB hedefinden tutun, iç ve dış siyasette manevra gücüne ve programına ciddi engeller yaratacaktır. Hem Türkiye'nin toplumsal barışının tekrar tesis edilmesi hem de siyasetin normalleşmesi için Kürt meselesinde ciddi bir açılım gereklidir. Siyasi dengelerin AK Parti'nin işini zorlaştırdığını kabul etmekle beraber, bu süreçte AK Parti'nin işlevinin son derece hayati olduğunu belirtmek gerekiyor. Diğer partilerin aksine her bölgeden ve kesimden azımsanmayacak derecede oy ve destek almaktadır. Bu açıdan yaygın bir toplumsal meşruiyete ve desteğe sahiptir. Mesele AK Parti'nin bu desteği siyasal bir iradeye ve perspektife ne kadar dönüştürebileceğidir. AK Parti'nin sistemle ve tabanın taleplerini yerine getirmedeki sıkıntılarını bilmekle beraber bu mesele, bir turban ya da İmam Hatip Liseleri'nin katsayı sorunu kadar önemlidir. Bu nedenle aynı siyasi zeminde en az onlar kadar cesurca tartışılmalıdır. Bu tartışma için AK Parti son şanstır.

  • SEYİT HAŞİM HAŞİMİ*

  • AZERBAYCAN'DA KARANFİL DEVRİMİ
    Azerbaycan'da 6 Kasım'da yapılacak parlamento seçimi, eğer 'temiz' geçerse, Aliyev muhalifi bir kadroyu iktidara getirecek. Birleşen muhalefet, karanfillerle iktidara yürüyor.

    Azerbaycan... "Gardaş" ve "bala" sözcükleriyle aynı cümle içinde kullandığımız bu ülkenin adı, yakın gelecekte daha sık gündemimize girecek. Azerbaycan'ın "Aliyev usulü demokrasi"den gerçek demokrasiye geçişinin ilk önemli adımı 6 Kasım'da yapılacak parlamento seçimiyle atılacak. Ülkede Haydar Aliyev'le birlikte iktidarı ele alan Yeni Azerbaycan Partisi'nin, seçimde yerini üç büyük muhalefet partisinin oluşturduğu "Azadlıg Bloku"na bırakacağına kesin gözüyle bakılıyor. Muhalefet blokunun düzenlediği mitinglerin büyüklüğü ve yönetim şekli, seçimin sonucuna dair net fikirler veriyor. Bunu etkileyebilecek tek şey, seçime hile karıştırılması; ki Azerbaycan maalesef buna yabancı değil.

    Muhalefetteki Müsavat Partisi lideri İsa Gamber, Azerbaycan Demokrat Partisi lideri Resul Guliyev ve daha önce Elçibey'in lideri olduğu Azerbaycan Halk Cephesi Partisi'nin yeni lideri Ali Kerimli, seçimde her bölgede "ortak aday" gösterme kararı aldılar. Azerbaycan'da "tek adam" yönetimine karşı bu birleşme, merhum Ebulfeyz Elçibey'le başlayan halk hareketinin demokrasi sınavında bir tam not daha aldığını gösteriyor. Hareketin sembolü "karanfil"... Ama son günlerin modası "turuncu" da ihmal edilmemiş.

    Elçibey'in izinde genç bir lider

    Haziran sonunda Ankara'ya gelen Kerimli, genç bir lider olmasına rağmen devlet tecrübesine sahip olduğunu her sözüyle gösteren bir siyasetçi. Ankara ve İstanbul'da iki hafta içinde AK Parti'nin en üst düzey yöneticileri, tüm muhalefet partilerinin liderleri ve iş dünyasının temsilcileriyle bir araya gelen Kerimli, medyadan da yoğun ilgi gördü. Gazete ve televizyonlara özel demeçler veren Kerimli, son olarak Ankara'daki Avrasya Demokrasi Derneği'nde, Azerbaycan'ı ve muhalefetin birleşmesini anlattı.

    Kerimli konuşurken, hem gençlikle olgunluğu birleştiren 40 yaşın getirdiği enerji ve birikimi, hem de Bakü Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki öğrenciliği sırasında yaptığı Halk Cephesi Gençlik Kolu Başkanlığı'ndan, merhum Ebulfeyz Elçibey'in "devlet sekreterliği"ne kadar olan siyaset tecrübesini sergiliyor.

    Petrolden başka iş sahası yok

    Kerimli, halkın durumunu, "Nüfus 8 milyon. Ancak bunun 2 milyonu, ağırlıkla Rusya olmak üzere yurt dışında çalışıyor. Yüzde 44'ü ise yoksulluk sınırının, yani günde 1 doların altında gelirle yaşamını sürdürüyor. İhracatın yüzde 85'i petrol. Bunun dışında üretim ve ihracat kalemi yok... İstihdam da yok" diye anlatıyor. Ancak, çok zenginler de bulunduğunu söylüyor Kerimli, yine uluslararası kurumların raporlarını işaret ederek: "Ülkenin en zengin 30 kişisinden 27'si Devlet Başkanı İlham Aliyev ve yakınları ile bakanlar ve devlet memurları. Kalan son 3 kişi ise işadamı."

    Bizden yana olmayın, adil olun yeter

    Seçimlere yönelik bir hatırlatması, bir uyarısı ve bir beklentisi var Ali Kerimli'nin: "Stalin'in bir sözü var: 'Kimin ve nasıl oy verdiği önemli değil, kimin ve nasıl saydığı önemlidir.' Biz, bizden yana taraf tutulmasını istemiyoruz. Sadece adil ve demokratik seçim yapılmasını sağlayın." Peki ya seçimde Stalin'in sözünü şiar edinirse iktidar? Kerimli, bu konuda Azadlıg Bloku'nun tavrını yansıtırken, yüzünün hatlarıyla ses tonu biraz sertleşiyor: "Demokrasinin önünü açarsa Aliyev dönem sonuna kadar yerinde kalabilir. Ama seçime hile katarsa, seçimden sonra Aliyev'in istifası için sivil itaatsizlik başlar. Yok seçime hile katmaz ama Parlamento'da bizim çalışmamızı engellerse, o zaman da Parlamento'daki gücümüzü kullanmaktan çekinmeyiz."

    Yabancı sermayeye net garanti

    Kerimli, muhalefetteki "blok"un iktidara geldiğinde gündemine alacağı "öncelikleri" ise son derece açık ve net olarak ortaya koyuyor: "Yolsuzlukla mücadele başlayacak. Yabancı sermayeye açılacağız."

    Burada bir vurgu yapıyor Kerimli: Yabancı sermaye bizi destekliyor; halkın seçimini destekliyor. BP Başkanı, 21 Mayıs'ta yaptığımız mitingde binlerce kişiye karşı polis gücü kullanılmasına tepki gösterdi ve 'Biz halkın seçtiği bir iktidarla çalışmak isterdik' dedi. Yabancı sermayenin bize bakışını da tahmin ediyoruz. Çünkü, bugünlerde açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, bizim projemizdir. Merhum Elçibey döneminin projesidir."

    Türkiyeli yatırımcıları "kayırdığını" ise açıkça söylüyor Kerimli: "Türk sermayesine özel yer vereceğiz. Buna garanti veriyorum. Her şeyimizle Türkiye'ye açılacağız. Çünkü bizler tercümansız konuşabiliyoruz."

    Ukrayna ve Gürcistan örneği

    Ali Kerimli, "ABD yanlısı" eleştirilerine de çok net cevap veriyor. ABD ve AB ülkelerine yaptığı ziyaretlerden sonra Ankara'ya geldiğini belirttikten sonra, "Evet ABD, çıkarına ve gelecek hesaplarına göre demokrasi ve demokrasi dışı yolları kullanır" diyor ve ekliyor: "Bizim şansımız, bölgemizde demokratik yolların açılmış olmasıdır. Biz de bundan yararlanıyoruz. Ukrayna'da Leonid Kuçma ve Gürcistan'da Eduard Şevarnadze de halkın önünde duramadı. Bu devrimlere 'ABD projesi' denildi. Ama hayır; sadece ülkelerin çıkarları ile ABD'nin çıkarları örtüşüyordu, o kadar."

    Karabağ'dan taviz vermeyiz

    Sözün burasında Ermenistan'la olan "Karabağ" sorununa işaret ediyor Kerimli. Yüzünde ve ses tonunda bu kez öncekinden daha sert çizgiler hakim: "Ermenistan'da da baskıcı bir yönetim var. Biz burada en kötü ihtimalle zindana atılırız ama orada infaz ederler. Biz Azerbaycan'da tam demokrasiye geçişi başarabilirsek, dünyanın gözünde Ermenistan'ın bir adım daha önüne geçmiş olacağız. Bu da Karabağ sorununun çözümünde bize büyük bir koz verecek. Çünkü 2 milyon Karabağ kaçkını, insanlık dışı şartlarda yaşamaya çalışıyor. Ermenistan'ın BM kararlarına uyarak Karabağ'dan çekilmesini sağlamak birinci dış politika önceliğimiz olacak. Azerbaycan, Ermenistan'ın işgali sırasında bir orduya sahip değildi. Milis kuvvetleri şeklinde karşılık verdik. Ben de dahil tüm gençler cepheye gitti. Birçok arkadaşımı şehit verdim. Ama artık bir ordumuz ve savunma gücümüz var. Bugün Ermenistan bize karşı değil kurşun, adım atmaya cesaret edemez. Karabağ konusunda asla taviz vermem."

  • MUSTAFA KARTOĞLU

  • ZİHNİYET ÇARPIKLIĞI
    Milletleri millet yapan, tarih sahnesinde kazandıkları kimlikleridir. Onurlu bir geçmişe sahip olan uluslar ya da milletler, tarihsel kimlikleriyle milletler camiasında yerlerini alırlar. Onurlu bir tarihsel kimliğe sahip olmayan uluslar ya da milletler, milletler camiasının da yüz karası olmuşlardır.

    İnsanlık tarihi, tek kelimeyle fazilet mücadelesi tarihidir. Zulüm, haksızlık, sömürü düzenine dayalı hükümranlıklar er geç tarih sahnesinde ömürlerini tamamlayarak tarihin karanlığına gömülmüşlerdir. Hiçbir ulus ve millet zulme, sömürüye ve haksızlığa dayalı geçmişine sahip çıkmaz. Zira geçmiş, geleceğin aynasıdır. Övünülen ve de öykünülen geçmiş, faziletin, erdemin, hoş görünün, mutluluğun, refahın, saadetin, bolluk, yüksek medeniyet ve umranın tarihidir.

    Geçmişinden korkan ve utananlar tarihle yüzleşemezler. Yüzleşilecek tarih korkulmayan ve de utanılmayacak tarihtir. Kimileri geçmişle yüzleşmekten korkuyor, kimileri de geçmişle övünç duyuyorsa ortada çok ciddi bir zihniyet problemi var demektir. Geçmişe kucak açanlarla, geçmişi yok sayanların zihniyetlerinin teşrih masasına yatırılıp analiz edilmesi gerekir. Özellikle de yakın geçmiş.

    Son elli yıla damgasına vuran zihniyet

    Tarihte hiçbir ulus ve millet özenilecek geçmişini geri getirmemiş ve de getirememiştir. Geçmiş öykünülmek için değil, ibret alınmak için vardır. Çağını sorgulamaktan aciz kalanlar için geçmiş övünülecek bir meta olmuştur. Geçmişi ve çağını gönül rahatlığıile sorgulayanların geçmişten gocunacak hiçbir şeyleri olamaz.

    Ülkenin son elli yılına damgasını vuran siyasi zihniyet, bugün her nedense, gerekçeleri ne sebepten kaynaklanıyorsa, gün gibi açık tarihi gerçekler hususunda karşı karşıya geldiler. Siyaseten bugüne kadar karşı karşıya olsalar bile zihniyet olarak hiçbir farkları olmamıştır bunların. Ecevit bunu dedi, Demirel şu cevabı verdi gibisinden laf salatası gündemi toz dumana kattı. Sağcısı, solcusu, müslümanı, ateisti hemen her inançtan ve zihniyetten insan, sanatçı, yazar ve akademisyenler yıllardır yazıp söylediler. Bütün bu söylenip yazılanlar dolayısıyla insanlar mahkeme edildiler, mahkum oldular, hapis yattılar, işlerinden aşlarından oldular, damgalandılar.

    Ne oluyor şimdi, neler oluyor? Tarihçiler konuşuyor, siyasetçiler konuşuyor, gazeteciler yazıp çiziyorlar. Bunun adı da hoşgörü edebiyatı olsa gerek. Bir konu ayağa düşmüşse bundan hiç kimseye bir fayda çıkmaz. Orta malı meselelerden kime ne fayda gelmiş ki? Misallendirmeyi dahi gereksiz buluyorum.

    Fikir namusu adına, kim hangi sıfatla ne söylerse söylesin söylediğine ve yazdığına değil, hangi zihniyetle meseleye yaklaştığına bakmak gerekmez mi? Zihniyet çarpık olunca fikir namusu adına inkar edilmez gerçekleri söylemiş ve de yazmış neye yarar. Herkes kendi zihniyeti adına gerçeği söylerse bu benim gerçeğim olamaz. Buna da fikir namusu denemez.

    Milletinin inancına ve de imanına ters düşenlerin söyledikleri ve söyleyecekleri hiçbir şey gerçek olamaz. Gerçek, inançla yüklüdür, imanla gerçeklik kazanır. Tarihin gerçeği de budur.

    Yalanların da tarihi vardır. Ulusların ve milletlerin yüz karası olmuştur. Saf bir iman, temiz bir inançla insanıyla bütünleşemeyen aydın, bu günden ademe mahkumdur, gelecekte de adı ve yeri yoktur.

    Tarihi sorgulayan aydına ne mutlu. Ne mutlu çağını sorgulayıp geleceğe saf iman ve temiz bir inançla kanat açan aydınlara. Zihniyet, evet inancın ve de imanın zihniyeti.

  • GALİP BOZTOPRAK



  • 1 Ağustos 2005
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED