T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 ARALIK 2005 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Hasbihal

Umumiyetle aktüel konularda yazmadığım doğru. Yazılarımı okuyanların bu durumdan şikayetçi olmadıklarını biliyorum; yazdıklarımı okumaya tahammül edemeyenlerin ise "Ne diyor bu adam?" yollu zaman zaman şikayet ettiklerinin ben de farkındayım.

Bir yazarı ya da yazıyı herkesin okuması gerekmez. Bu zaten mümkün de değil. Üstelik "her yazarı ve her yazıyı okumak" hem anlamlı değil, hem yararlı değil. Herkes kendi ilgileri doğrultusunda okur; ilgilendiği konularda bilgilenmek ister; biliyorsa, bildiklerinin dile getirilmesinden memnuniyet duyar.

Yazılarımı okuyanların, benim önemli bulduklarımı önemsiz, önemsiz bulduklarımı ise önemli bulmaları gayet tabii. Nitekim okurların bir kısmı kendilerinin ilgi duydukları konularda ne düşündüğümü öğrenmek istiyorlar; bir kısmıysa kendi yaklaşımlarını teyid edeceğimi ümid ederek o konularda yazmamı bekliyorlar.

Bir yazarın, okurun, hiç değilse kendi okurunun beklentilerini dikkate alması gerekirse de yazarın yönelimleriyle okurun beklentileri her zaman çakışmaz; hatta bazen çatışır. Ne var ki zaman, bu tür çatışmaların hallinde en iyi çözümü sunar; yazar-okur münasebeti zaman içinde bu dalgalanmaları bir dengeye oturtur.

Eh tabii, bir de üslub sorunu var; zira okur, okuduğu yazıyı kuşatmak, mümkün olduğunca anlamak ister. Her yazar, ilkece, anlaşılmak ister; hiç değilse anlaşılmak için yazar. Anlama sorunu bazen okurun kendi seviyesinin yetersizliğinden kaynaklanabileceği gibi, bazen de yazarın lüzumsuz bilgiçlik taslama gösterilerinden ya da derin görünmek uğruna suyu bulandırma çabalarından kaynaklanabilir. Söyleyecek şeyi olmayan veya söyleyeceklerini zihninde açık-seçik hâle getirememiş, hatta kendisi bile anlamamış kimselerin 'anlaşılmaz' yazmayı ve görünmeyi bir marifet saydıklarını farketmek zor olmasa gerek. Bu tutum, açıkça yazarın kendi zaaflarını örtme isteğinin bir sonucudur. Okur tecrübe kazanıp bilgisini artırdıkça bu 'numaralara' aldanmaz; aldanmamalı da. Kendini ciddiye alan her okurun bu tür yazar numaralarına (!) karşı uyanık olması, 'anlaşılmazlık' durumunda suçu hep kendi seviyesizliğinde aramaması gerekir. Bir yazarın yazarlığı tek başına bir değer taşımaz.

Malumat bombardımanı da iyi bir yazar numarasıdır; o dedi, bu dedi'lerin miktarının artması, belki yazarın malumatının seviyesini gösterir ve fakat ilminin seviyesini göstermez. Diyenler başkalarıdır; yazar ise en nihayet aktarmaktadır. Ortada bir başarı varsa, bu başarı, malumata aittir, ilme değil. (Ben malumat sahibini 'bilgiç', ilim sahibini 'bilgin' olarak adlandırıyorum; şimdilerde ikisinin ortasını bulanlara 'aydın' deniyor.)

Bir anlatım tarzı olarak tasvir ve tahlili de dikkate almalı.

Bazıları tasvir ederler. Beklenen, tasvirin sıhhati ve zenginliğidir; yani mümkün olabildiğince ayrıntılı tasvirler yapılmalı ve bu tasvirler de gerçeğe uygun olmalıdır.

Bazıları tahlil ederler. Beklenen, yapılan tahlilin tutarlılığı ve ayrıntılara nüfuz etmede ortaya koyduğu derinliktir; yani bir tahlil olabildiğince konuyu en küçük parçalarına kadar izleyebilmeli; çözümsüz (yumak halinde) bırakmamalı ve daha da önemlisi, bu işlemi bütünden kopmaksızın yapmalıdır. Tasvirde olduğu gibi tahlilde de işin içine yorum öğesi girer. Bu çıkmazın bir tek çözümü vardır: ciddi ve dürüst olmak. Tarafsız olmayı başaramayız; dolayısıyla böylesine çocukça bir komplekse de kapılmamalıyız. Fakat ciddi ve dürüst olmak bizim elimizde. Okur, okumaya değer bulduğu yazarın tarafsız değil, dürüst olmasını bekler; bu onun en doğal hakkıdır. Tarafsızlık beklentisi, doğmatik bir güdüdür ve bilme çabasının özüne uygun değildir. Çünkü yazmak ve okumak, zaten taraf olmak demektir.

'Anlaşılmazlık' sorunu, umumiyetle tasvirin ayrıntılara yayılması ve tahlilin derinlere inmesi durumunda da ortaya çıkar. Tasvir ve tahlil başarılıysa, acemi okur usta yazarı suçlar; başarısızsa, bu sefer acemi yazar usta okuru suçlar. Oysa asıl suç, yazma ve okuma eyleminin özündedir; yani bilme çabasının kendisinde.

Ne dersiniz, sizce madenler, bitkiler ve hayvanlar arasında bu tür "karşılıklı suçlamalar" oluyor mudur?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi