T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 15 ARALIK 2005 PERŞEMBE | ||
|
Gazetelerin ekonomi yazarlarının büyüme oranındaki beklentilerin üzerindeki artışa tepkisi farklı farklı oldu. Kimi işe üretim kanadından baktı, kimi talep. Kimi geçmiş açıklamalarını yeniden yorumladı, kimi enflasyona vurgu yaptı. Kimi süreci müspet algıladı, kimi menfi. Şüphesiz ki, tüm gözler öncelikle günün adamı Asaf Hoca'ya yöneldi. Kendi ile barışık bir insan olan Hoca, durgunluğun hızla geliyor olduğu tezinde yanıldığını kabul etti, ama bu arada temel endişelerini taşımaya devam edeceğinin sinyallerini verdi. İşin ilginç tarafı, büyüme ile ilgili yazanların bir ikisi dışından hemen hiç kimse büyüme oranının yüksekliğini bir sevinme vesilesi saymamış. Bunda büyümenin alt kalemleri arasındaki dengesiz dağılımın büyük etkisi var. Ne de olsa bir taraftan imalat ve ihracatın büyümeye katkısı azalırken, öte tarafta iç talepte, yatırımlarda ve ithalatta ciddi artışlar var. Bu dengesizlik, hemen her yazının eleştiri konusu olmuş. Kimi dış kaynaklarla büyüyen, büyümeden de öte tüketen bir ekonominin sağlıksız olduğunu işlemiş. Kimi ise iç talepteki artışın dizginlenmesi gerektiğini ifade etmiş. Bunun hem ithalatı kabarttığı, hem de kurlardaki yukarı bir hareketliliğin oluşması ile enflasyona sebep verebileceği üzerinde durmuş. Merkez Bankası'na faizleri daha da düşürmemesi için uyaranlar bile var. BU NOKTAYA DÜŞE KALKA GELDİK Tartışmalar, atışmalar, ders çıkarmalar, ders vermeler bir ülkede ekonominin temel dinamikleri ve yapısı üzerine anlaşmadan biteceğe benzemiyor. İşte bu noktada önemli bir kısım iktisatçı ile hükümetteki kimi ekonomi bürokratı ortak bir noktaya gelmeye başladı. Bugüne dek Türkiye ekonomisi istikrarsızlıktan çok çekti. Bu istikrarsızlığın üç ayağı vardı: kamu kesimi, mali kesim ve reel kesim. Kamu kesimindeki dengesizlikler bir taraftan enflasyon ve iç borçlanma sarmalı olarak karşımıza çıkarken, diğer yandan vergi düzenlemesindeki bozukluklar aracılığıyla kayıtdışını ve adaletsiz gelir dağılımını teşvik etti. Kendini bu bozuk kamu kesimi ile eklemleyen mali sistemimiz ise aracılık faaliyetlerini yanlış boyutlara taşıyarak dengesiz riskleri yüklenmek durumunda kaldı. Öte yandan reel kesimde küçük ölçeklerle, büyük fiyat arbitrajına yatırım yapan, katma değer üretimi cılız, ithalata ve devlete bağımlı bir heyula olarak gelişti. İstikrar ortamına ancak kamu kesiminde ve mali sektörde önemli reformlar atarak, bakış açımızı yenileyerek kavuşabildik. Kolay olmadı buraya ulaşmamız. Düşe kalka geldik bu noktaya. Kıymetini bilmek gerekiyor. Borçlanarak büyüyoruz. Bu doğru. Ancak Türkiye ekonomisi bugüne dek borçlanmadan, dış açık vermeden büyüyebilmiş değil. Reel kesim arızalı olduğu zaman büyüyebilirsiniz, ama dengesiz ve sürdürülemez bir şekilde. Son iki yılın büyüme verilerine ve alt kalemlere bir bakarsanız burada yaşadığımız istikrarsızlığın boyutu anlaşılabilir. Meselenin kaynağına ulaşmak zor oldu, çözümü daha zor olacak.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |