T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 30 ARALIK 2005 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

Çocuklar için biçilmiş kaftan

John Favreau'nun on yıl önceki "Jumanji"nin izini süren bilim-kurgu fantazisi, özellikle dinamik anlatımı ve etkileyici görsel efektleriyle göz dolduruyor.

HAFTANIN FİLMİ
ZATHURA: BİR UZAY MACERASI
2005 / ABD Yapımı
Yönetmen: John Favreau
Oyuncular: Jonah Bobo, Josh Hutcherson, Dax Shepard, Kristen Stewart, Tim Robbins
Özel Sınırlamalar: ABD / MPAA Kurumu PG sertifikası (Her yaştan çocuk ve gençlerin ebeveynlerinin ya da erişkin bir kişinin gözetiminde izlemesi önerilir)
Süresi: 113 dakika
Dağıtıcı: Warner Bros
Uluslararası İzleyici Yargısı: 5.9 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)
½
Şiddet Şiddet Şiddet Cinsellik Sömürüsü Argo Argo

Hayâl gücü, yeryüzünde yaşayan bütün uluslar, özellikle de bu ulusların genç kuşakları için son derece gerekli olan bir itici unsur... Gençleri bilimden sanata kadar uzanan geniş bir yelpazede daha üretken kılabilmek amacıyla, onların hayâl güçlerini belli ölçüde tahrik edici nitelikteki kültür-sanat yapıtlarına, filmlere ve romanlara her zaman için şiddetle ihtiyacımız var. İnsanoğlunun yeni taşıt araçları geliştirme, uzak diyarlara ve daha da ötelerdeki Ay'a erişme mücadelesinde Jules Verne'nin eserlerinin katkısını kim yadsıyabilir ki? Birileri o zamanlar "Bütün bunlar asla yapılamaz" diyerek kestirip atsaydı, o zaman sözkonusu bilimsel atılımların hiçbiri yapılamayacaktı. Gençliğin önüne makul bir ideal, ulaşılabilir bir hedef koyduğunuz takdirde bunun meyvelerini de devlet olarak er ya da geç toplarsınız.

Hele de bilimsel üretimi tam anlamıyla donup kalmış, öncelikli bilim üreticisi konumundaki üniversiteleri bu alanda dünyadaki ilk 500 arasına bile giremeyen, bilim literatürüne geçmiş buluşları neredeyse yok denecek kadar az olan, sanatsal üretimi ise gündelik politikanın kısır döngüsü içinde yuvarlanıp duran (ve salt Orhan Pamuk gibilerinin provokatif çıkışlarına kalmış) Türkiyle gibi ülkelerde daha işlek bir hayâl gücüne öylesine çok ihtiyacımız var ki...

O yüzden, çocuklara ve gençlere yönelik ("Harry Potter" serisi gibi abartılı korku ve şiddet öğeleri içermeyen) düzeyli fantezi filmlerini öteden beri çok seviyorum. "Zathura: Bir Uzay Macerası" da aynen böyle bir film. Başrolünde Robin Williams'ın yer aldığı 1995 yapımı "Jumanji"yi çoğunuz hatırlarsınız sanırım. Hani, bir inşaat kazısında buldukları gizemli oyunla boyuttan boyuta atlayan ve türlü olaylar yaşayan bir grup gencin maceralarını... Eğer o filmin öyküsünü ve özel efektlerini sevdiyseniz hiç kuşkusuz ki "Zathura"yı da seveceksiniz. Çünkü bu filmin senaryosu da büyük ölçüde öncülünün izinden gidiyor. Aradaki temel fark, "Zathura"da işin içine tarih öncesi yaratıkların değil, bu kez uzayın ve uzaylı ziyaretçilerin karışması...

Babaları tarafından işe giderken ablalarına emanet edilen iki afacan çocuk, can sıkıntısından dolayı giriştikleri bir kaçıp kovalamaca sonucunda evlerinin karanlık ve ürkütücü bodrum katını keşfederler. Burada buldukları "Zathura" adlı eski püskü bir masa oyunu ise sıkıcı başlayan günlerinin düşündüklerinden çok daha renkli ve heyecanlı geçmesine neden olacaktır.

Favreau, öyküden büyükleri bütünüyle koparmamak için, tıpkı on yıl önce "Jumanji"de Robin Williams ile yapıldığı gibi, kadroda tanınmamış genç oyuncuların yanısıra "ağır bir isme" de yer vermiş. Çağdaş sinemanın önde gelen aktör-yönetmenlerinden Tim Robbins, bu sürükleyici öyküde aile reisini canlandırıyor.

"Jumanji", özellikle görsel ve işitsel efektleriyle göz dolduran, her yaştan izleyicinin izlerken yerinde hop oturup hop kalkmasına neden olan sürükleyici bir filmdi. "Zathura"nın da ondan aşağı kalır yanı yok. Dahası, aradan geçen on yılda sinema teknolojilerinde kaydedilen gelişmeler, bu filmde çok daha etkileyici özel efektlerin yer almasını sağlamış.

Yalnızca iki filmin (ki, bunlardan Güney Kore yapımı "Kanlı Ayakkabı", tıpkı adı gibi son derece kanlı ve gerilimli bir film) gösterime girdiği bu hafta sonunda, "Zathura" aile boyu eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek için ideal bir eğlencelik olma görevini üstleniyor.

YÜREĞİMİZİ DELİP GEÇEN FİLMLER
'Vietnam Savaşı'nın filmi' değil, ta kendisi...

Vietnam Savaşı'nda gördükleri karşısında aklını yitirme noktasına gelip ordudan firar eden, sonra da kendisine bağlı asker ve sivillerle birlikte komşu ülke Kamboçya'nın tropik ormanlarında bir korku ve dehşet tarikatı kuran Albay Walter Kurtz, uzun bir yoldan kendisini öldürmek üzere gelen askerî istihbarat ajanı Binbaşı Benjamin Willard'a bir görev hatırasını anlatır:

"Ormanda ilerlerken bir Vietkong köyüne girdik ve emrim üzerine sıhhiyeciler köydeki bütün çocuklara tek tek sıtma aşısı yaptılar. Köylüler çalışmalarımızı sessizce izledi. İşimiz bitince oradan ayrıldık. Bir süre sonra yaşlı bir adam ardımızdan koşa koşa geldi, bize bir şey haber vermek istercesine avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Ne olduğunu merak edip köye geri döndük. Bölgenin ileri gelenleri, aşı yaptığımız bütün çocukların kollarını kesip bir meydanda toplamışlardı. Üstüste düzinelerce minik kol... Aşımızı reddetmişlerdi. İşte o gün ağladım. Yaşlı bir kadın gibi saatlerce hüngür hüngür ağladım."

Çekimleri Filipinler'in balta girmemiş ormanlarında iki yıl süren insan üstü bir mücadeleyle tamamlanan, setinde görevli dört teknisyenin çıkan kazalarda öldüğü, başrol oyuncusunun aşırı gerilimden dolayı ağır bir kalp krizi geçirdiği, düzinelerce yapım görevlisinin ruhsal bunalıma girip tedavi altına alındığı ve nihayet yönetmeni Francis Ford Coppola'yı da intiharın eşiğine getiren "Apocalypse Now"u anıyoruz bu hafta... Yani, tüm zamanların en etkileyici Vietnam Savaşı filmini... Marlon Brando'nun yalnızca son yarım saatte ortaya çıkarak dazlak kafasıyla ortalığı birbirine kattığı, Martin Sheen'in "Binbaşı Willard" karakteriyle hayatının rolünü oynadığı, Harrison Ford ve Dennis Hopper gibi yıldızların bu büyük serüvenin bir parçası olabilmek için küçücük rollerde görünmeye razı geldikleri, sinema tarihindeki en büyük meydan okumalardan biri olarak belleklere kazındı "Apocalypse Now"...

Türkçe Adı: "Çağımızın Kıyameti"
Orijinal Adı: "Apocalypse Now"
Yapım Yılı: 1979
Ülke: ABD yapımı
Süre: 153 Dakika (Kesintisiz "Redux" versiyonu 202 dakika)
Yönetmen: Francis Ford Coppola
Senaryo: John Milius ve Francis Ford Coppola (Joseph Conrad'ın "Karanlığın Kalbi" adlı romanından uyarlama)
Müzik: Carmine Coppola
Görüntü Yönetimi: Vittorio Storaro
Kurgu: Lisa Fruchtman, Gerald B. Greenberg, Walter Murch
Oyuncular: Martin Sheen, Marlon Brando, Harrison Ford, Robert Duvall, Frederic Forrest, Dennis Hopper, Lawrence Fishburne, Albert Hall, Sam Bottoms, Scott Glenn, G.D. Spradlin
Uluslararası İzleyici Yargısı: 8.5 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)
Coppola, 1979 Cannes Film Festivali'nde "Apocalypse Now" ile kazandığı Altın Palmiye'yi almak üzere kürsüye geldiğinde aynen şöyle demişti: "Ben Vietnam Savaşı'nı anlatan bir film yapmadım. Bu film, Vietnam Savaşı'nın ta kendisidir." Nitekim, sonradan filmi izleyenler de tevazuyu bir kenara bırakarak sarfedilmiş olan bu cüretkâr sözlerin gerçekleri yansıttığı konusunda birleştiler. Amerikan helikopterlerinin "The Doors"un "The End" parçası eşliğinde ormanın üzerini kaplayıp Napalm bombalarını ardada bırakmaları ve ormanın içindekilerle birlikte kavruluşu, o gün bugündür sinemadaki en etkileyici açılış sahneleri arasında yer alıyor. Ve son bir not daha: Amerikan ordusu filme ekip ve ekipman desteği vermeyi reddettiğinden dolayı, bütün askerî araçlar Filipinler ordusundan temin edildi.

Her gerçek sinemaseverin arşivinde mutlaka bulunması gereken, kolay kolay aşılamayacak bir başyapıt...

YENİ ŞAFAK / SİNE-BULMACA
İnsanın insanlıktan çıktığı bir rekabet dünyası

Yer New York City-ABD, dönem 1990'lar... İnsanın değerinin yalnızca o hafta satabildiği gayrımenkullerle ölçüldüğü; çok satış yapanın "âlemin taçsız kralı", az satış yapanın (ya da daha kötüsü, hiç yapamayanın) ise "aşağıların aşağısı" olarak görüldüğü bir emlak bürosundayız. Ve bu büronun çalışanları, ceplerinde para olduğundan kuşkulanıp bir biçimde telefonlarına ulaştıkları orta sınıf mensubu Amerikalılara binbir yalan dolan eşliğinde emlak satabilmek için mide bulandırıcı bir yarış içindedirler. Müşterilerinin karşısında akla gelebilecek her türlü taklayı atan kahramanlarımız, gerektiğinde bu uğurda en yakınlarını bile gözlerini kırpmadan kandırmaktan çekinmezler. Sokaktaki insanlar onların nazarında iki ana kategoriye ayrılmıştır: "Emlak alabilecek durumdaki yağlı müşteriler" ve "emlak alamayacak durumdaki sefiller"...

Nihayet bu acımasız rekabet ortamında, en kıdemlileri olan, ancak artık iyice çaptan düşmüş durumdaki yaşlı Shelley, sağa sola birikmiş borçlarını ödeyebilmek için hayatının hatasını yapar ve kendi şirketinin muhasebesine kazık atar.

Bu haftaki sine-bulmaca sorumuza konu olan film 1992 yapım tarihini taşıyor. Yazar David Mamet'in 1984 yılında Pulitzer ödülü kazanmış tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan bu çağdaş sinema klasiği, öyküsünün tamamına yakını küçücük bir büroda geçmesine karşın, kendisini bir dakika bile sıkmadan pür dikkat izlettiren etkileyici senaryosu ve onu taçlandıran müthiş oyunculuk gösterileriyle hatırlanmaktadır.

Modern zamanların kimilerine göre pek matah, kimilerine göreyse en itici mesleklerinden biri olan pazarlamacılığa, sözkonusu mesleğin doğduğu ülkenin sinemasından çok sıkı bir eleştiri niteliğindeki bu filmin İngilizce orijinal adını, hepsi birbirinden ünlü başrol oyuncularından en az üçünün ve ayrıca yönetmeninin adını yazmanızı istiyoruz sizlerden. Eksiksiz cevaplarınızı 29 Aralık 2005 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderenler arasından bilgisayarın rasgele yapacağı seçimle belirlenecek olan üç okurumuz, Hal Ashby'nin 1981 tarihli başyapıtı "Being There"in (Merhaba Dünya / Peter Sellers) birer DVD'sini kazanacaktır.

* * *

Her yeni yıl daha iyiye, daha güzele doğru...

Mazlumder, pek çoklarının gayet pişkin bir biçimde kabuklarına çekilip dünyada huzur ve mutluluğu belediyelerin toplu konut çekilişlerine katılmakta (ve burada zikredemeyeceğim daha başka dünya nimetlerinde) aradığı bir fetret döneminde, son derece anlamlı bir girişimi daha -sınırlı imkânlarına karşın- alnının akıyla sonuçlandırmanın gururunu yaşadı geçen hafta...

23 Aralık Cuma akşamı, bu değerli sivil toplum örgütümüz tarafından düzenlenen "Geleneksel İnsan Hakları Gecesi"ndeydim. Tırışkadan bir komedi filmi oynatsalar Çemberlitaş-Feza Kültür Merkezi'nde oturacak yer bulunmaz; millet içeri girebilmek için birbirini ezerdi. Ama o akşam koca salonda (toplam koltuk sayısının en fazla yüzde 40'ını oluşturan) bir avuç "modası geçmiş direnişçi" olarak, gayet biz bize bir manzara içinde yerlerimizi aldık. Memleketin en namlı ateist ve solcularından sevgili Şanar Yurdatapan o karda-kışta Mazlumder yetkililerini yalnız bırakmayıp gelmiş, ama ismiyle cismiyle bizzat davetli olan bir sürü anlı şanlı "milliyetçi-muhafazakâr" belediyeci, politikacı, akademisyen ve yazar, yoğun gündemlerinden dolayı ne yazık ki aramızda olamamışlardı. Bu "aşırı meşgul" güruh, gönderdikleri ikişer satırlık rutin telgraf mesajlarıyla "çalışmalarında başarılar dilediler" Mazlumder'cilere...

Olsun; bazılarıyla son büyük şamarda buluşacağız inşaallah... Ben ise "boş gezenin boş kalfası" olarak, lapa lapa kar yağan bir İstanbul akşamında eşim ve iki küçük kızımla birlikte oradaydım. Tıpkı, yıllardır "müminler arası dayanışma gösterisi" anlamını taşıyan hiçbir toplantı ve etkinliği es geçtiği görülmemiş Abdurrahman Dilipak ağabey gibi... Tıpkı, kendisini yıllardır mazlumların dâvâlarına adamış olan avukat Hüsnü Tuna ağabey gibi ve adlarını tek tek sayamadığım daha yaklaşık yüzelli dolayındaki güzel insan gibi... Doğrusu ya, bazı kartondan kahramanların yokluğunda zerre kadar mahzunluk çekmedik ve gerektiğinde elli tane zımba gibi adam ve kadının da dünyayı değiştirebileceğini aklımızdan hiç çıkarmayarak bu güzel etkinliğin hazzını yaşadık.

Gecede "insan hakları" konsepti çerçevesinde biraraya getirilmiş birçok önemli konu ve güzide konuk vardı. Ancak, yerimin darlığından dolayı diğer konu başlıklarına burada uzun uzadıya giremiyorum. Ben, daha ziyade jüri üyesi olduğum Uluslararası Kısa Film Yarışması'nı anıp geçmek durumundayım. Evet, bir ay boyunca yoğun emek verdiğimiz bu yarışmayı nihayet sonuçlandırdık ve sıralamada ilk üçü oluşturan yönetmenlere ödüllerini dağıttık. Bu yıl ilk kez düzenlenen yarışmada birincilik ödülüne İran'da çekilen bir Türk kısa filmi, "Yasak Rüya" lâyık görüldü. "Yasak Rüya", ikinciliği kazanan "Sürgün" ile jüri toplantıları sırasında epeyce kapıştı, ama sonunda içerdiği görsel kaliteyle rakibini burun farkıyla da olsa geçmeyi başardı. Üçüncülük ödülü ise Bulgaristan'da çekilen bir Türk kısa filminin, "Benim Adım İvan"ın oldu. Bunların yanısıra, finale kalan iki genç yönetmene de gelecek yıllarda karşımıza çok daha yetkin projelerle çıkabilmeleri için teşvik niteliğinde birer mansiyon vermeyi uygun gördük.

Ali Murat Güven, Mazlumder Uluslararası Kısa Film Yarışması'nda "Yasak Rüya" adlı filmiyle birinciliği kazanan genç yönetmen Faysal Soysal'a ödülünü verirken...
Birinciliği kazanan 8 dakika uzunluğundaki "Yasak Rüya", uykuların bile güvenlik güçleri tarafından denetlendiği totaliter bir ülkede, gördüğü rüya nedeniyle gözaltına alınan genç bir adamın öyküsünü anlatıyordu. Ki her karesi, yönetmen Soysal'ın sinemanın anlatım dilini ve estetiğini kavramış, gelecek için büyük umutlar vaad eden bir genç sanatçı oluşunun ipuçlarıyla doluydu. İkincilik ödülünün sahibi "Sürgün" ise daha ziyade belgesel değeriyle ön plana çıkan ve beni özellikle final sahnesiyle yaralayan bir film oldu. "Meçhul Güçler"in (!) köylerini yakıp büyük kentlere göç etmeye zorladığı bir Kürt ailesinin Diyarbakır'da sürgün olarak geçirdiği çile dolu son on yılı yalnızca 20 dakikaya sığıdırmayı başarıyordu bu nefis belge-film... Köylerinin yakıldığı gün orada şans eseri bulunan amatör bir kameranın çektiği görüntülerle, herşeyini yitirmiş vaziyette Diyarbakır'ın varoşlarındaki tek odalı bir eve sığınan ailenin bugünkü yaşantısı paralel kurguyla anlatılmaktaydı filmde. Ve on yıl öncesinin görüntülerinde, yanmış yıkılmış evinin önünde hızlı hızlı soluk alıp verirken ansızın "Allaaaah!" diye bağıran o yaşlı Kürt amcayı ömrüm boyunca unutabileceğimi hiç sanmıyorum. Keşke bu film ulusal televizyon kanallarımızda yayınlanma şansı bulabilse... Ama yemez ki!

Üçüncülük ödülünü kazanan "Benim Adım İvan" ise Bulgaristan'da komünizmden kapitalizme geçiş sürecinde önce işini, sonra karısını, sonra annesini ve en sonunda da umutlarını yitiren metal işçisi İvan'ın serüvenini birbirinden güzel siyah-beyaz fotoğraf kareleriyle anlatan etkileyici bir denemeydi. Bir Türk oyuncunun canlandırdığı İvan, aslında herbiri mizansen olan, ancak son derece hayatın içinden görünen gerçekçi kareler eşliğinde ruhsal çöküşe doğru ilerliyordu. Bu film de jürinin değerlendirmesi sırasında tıpkı "Yasak Rüya" gibi sinemasal özellikleriyle dikkati çekti.

Mansiyon alan iki filmden "Ali'nin Rüyası" (Yönetmen: Senem Tüzen), işsizlik nedeniyle köyden kente göçün sevecen bir anne ve oğuldan oluşan küçücük bir aileyi yok edişini, "Manzara" (Yönetmen. İbrahim Demirkan) ise Türk halkının insan hakları olgusuna iki yüzlü bakış açısını derli toplu birer sinema diliyle aktaran, her ikisi de onları çeken genç sinemacılar adına umut verici nitelikte çalışmalardı.

Bu yarışmayı topu topu birkaç mensubunun fedakârca gayretleri ve oldukça düşük bir bütçeyle gerçekleştiren Mazlumder'i bir kez daha gönülden kutluyor, sinema sanatını insan onurunun yüceltilmesinde etkin bir araç olarak kullanacak her türlü sanatsal projelerinde son nefesime kadar arkalarında olduğumu açıkça bilmelerini istiyorum. Organizasyona emeği geçen bütün o güzel insanlarla gelecek yıllarda, şöhreti dünya çapında yayılmış çok daha geniş kapsamlı kısa film yarışmalarında buluşmak dileğiyle... Bu yolda ölen ölür, kalan sağlar ise bizimdir!

MAZLUMDER / "İNSAN HAKLARI" KONULU 1. ULUSLARARASI
KISA FİLM YARIŞMASI TOPLU SONUÇLARI

Birincilik Ödülü / "Yasak Rüya"
Yönetmen: Faysal Soysal

İkincilik Ödülü / "Sürgün"
Yönetmenler: Orhan Eskiköy ve Pınar Yıldız

Üçüncülük Ödülü / "Benim Adım İvan"
Yönetmen: Cemil Ağacıklıoğlu

Mansiyon-1 / "Manzara"
Yönetmen: İbrahim Demirkan

Mansiyon-2 / "Ali'nin Rüyası"
Yönetmen: Senem Tüzen

GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
23 Aralık 2005 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: Dead Man Walking (1995)
- Yönetmeni: Tim Robbins
- Başrol Oyuncuları: Sean Penn, Susan Sarandon

Yarışmamıza yurt çapında toplam 145 katılım gerçekleşti ve bunlardan 93'ü yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılara rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık. 29 Aralık 2005 saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Gül Yardım / Trabzon
- Cuma Ali Bilgili / Niksar-Tokat
- H. Tarık Güner / Kozyatağı-İstanbul

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("The Deer Hunter", Yön: Michael Cimino) taahhütlü postayla adreslerine gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"

Önemli not: "Sine-Bulmaca"nın ilk dört haftasında, pek çok okurumuzun sorulara doğru cevap vermiş olmakla birlikte ad-soyadları ve açık adreslerini mesajlarına eklemeyi unuttukları görülmüştür. Yeni Şafak Sinema Servisi, bu durumdaki katılımcıları elektronik posta mesajlarıyla uyarmakla birlikte, sonuçta eksik cevapların oranı tek tek uyarmakla baş edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Lütfen cevaplarınızı, ekli bilgilerin hiçbirini atlamadan gönderiniz.

SİNE-ANSİKLOPEDİ
CinemaScope (Sinemaskop): Sinema endüstrisinde yarım yüzyılı aşkın bir süredir başarıyla kullanılan, en popüler ve en ekonomik geniş perde film çekim-gösterim formatı. Yirminci yüzyılın ilk yarısı boyunca üzerinde bir çok deneme yapılmış olmasına karşın, sinemada profesyonel kullanım noktasına ilk kez 1950'li yılların başlarında Amerikan şirketi The Twentieth Century Fox'un optik uzmanları tarafından getirilmiştir. Bu formatla çekilen ilk film ise yönetmenliğini Henry Koster'in üstlendiği 1953 yapımı "The Robe"dur.

CinemaScope, 1950'li yıllarda yaygınlaşan ve sinema endüstrisinin geleceğini tehdit etmeye başlayan televizyonun yıkıcı rekabetine karşı bir önlem olarak geliştirilmiştir. Bu yeni çekim-gösterim tekniğinin temel amacı, izleyicilere bir televizyon ekranında asla karşılığını bulamayacakları büyüklük ve netlikte, onları beyazperdedeki öykünün içine çekecek kadar gerçekçi bir görüntü sunmaktır.

Çizgi film kahramanı Shrek'in 35 mm sinema filmi karesine CinemaScope objektifle sıkıştırılmış yüzü...
CinemaScope tekniğiyle çekilmiş olan bir film, perdede 4:3 oranında görüntü veren standart 35 mm filmlere göre çok daha geniş ve gösterişli bir görüntü elde edilmesini sağlar. Aradaki boyut farkını standart 35 mm'de kareye yakın klasik bir mektup zarfı, SinemaScope 35 mm'de ise ince uzun bir diplomat zarf olarak düşünebiliriz. Perdedeki görüntünün boyutlarının insan gözünün en sol ve en sağdaki algı sınırlarının dışına taşması ve olayı takip edebilmek için gözleri her iki tarafa doğru sürekli kıpırdatma zorunluluğu, bu teknikle yapılmış filmleri görsel açıdan çok daha etkileyici kılar.

Aynı karenin yine CinemaScope objektifle açılarak perdeye yansıtılması sonucunda oluşan 2.35:1 oranlı görüntü...
CinemaScope filmlerin çekimlerinde kullanılan 35 mm negatifin, standart 35 mm filmlerde kullanılan negatiften hiçbir farkı yoktur. Kamera ve ekipmanlar da klasik formatla hemen hemen aynıdır. Bu teknikte değişen en önemli unsur, kameralara takılı olan objektiflerdir. "Hipergonar" adı verilen özel bir objektif, standart film karesine sağdan ve soldan daha geniş bir alanı sıkıştırarak kaydeder. Film bu hâliyle, objelerin deforme olmuş, ince uzun görüntülerini taşır. Şeridin üzerindeki kareleri, kendisinden daha dar bir alana preslenerek sıkıştırılmış bir kauçuk blok gibi düşünebiliriz. Gösterim aşamasında ise çekim objektifinin tam tersi mantıkla çalışan bir başka objektif, filmin üzerindeki sıkıştırılmış görüntüyü perdeye yeniden yayarak yansıtır. Böylelikle, perdede 2.35:1 ölçeğinde, ince uzun bir resim oluşur. Bu geniş görüntü bir de çok kanallı ses kaydıyla desteklendiğinde ortaya izleyicilerin görme ve işitme duyularını bütünüyle kuşatan keyif verici bir gösteri çıkar.

Televizyon ekranı karşısında "Film sinemada izlenir" deyişine haklılık kazandıran belki de en önemli görsel koz durumundaki Cinemascope formatı, çekimlerde çok daha yavaş ve özenli çalışmayı gerektirdiğinden dolayı Türk sinemasında yıllar yılı hiç yaygınlaşamamıştır. Yeşilçam, 1960 ve 70'li yıllarda bazı yönetmenlerin heves etmesi sonucu birkaç düzine kadar CinemaScope film üretmiş, fakat daha sonra -hiçbir ekstra ekonomik külfeti olmamasına karşın- bu formatta çalışmayı bütünüyle terketmiştir. Ülkemizde yarım yüzyılı aşkın bir süre sonra çekilen ilk CinemaScope Türk filmi, bugünlerde gösterimde olan "Organize İşler"dir.


  DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi