T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 22 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Kusura bakmazsa, bugün yine Livaneli'yi üzeceğim!

Hayır, konumuz değerli müzisyen Zülfü Livaneli'nin denetleyemediği, bastıramadığı, engelleyemediği ve onu içten içe kemirip hırs küpü haline getiren siyasî ihtirası değil...

Bir dönem, gerçekte, solu birleştirme misyonu vehmetmişti. Belki de buna itilmişti, bilemiyorum. İstanbul'u "kongreler şehri" yapacak, Türkiye'yi de "orta zekalılar cenneti" olmaktan kurtaracaktı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gözünü kestirdi. Kazanamayınca içerledi, küstü... "Bu ülke kadir-kıymet bilmiyor" dedi.

Sonra CHP Genel Başkanlığı'na aday oldu.

Daha doğrusu, kendisini bu göreve yakıştırdı. Geri durmaya da özen gösterdi tabii... "Ben aday olmuyorum, siz beni seçin, ortak adayınız olayım... Kendimi ortaya atmam yakışık almaz, bendeki siyasî dehayı ve vizyonu siz keşfedin" demeye getiriyordu.

Seçilemeyince, yıkıldı.

Kimse onu anlamıyordu. Kimse kadir-kıymet bilmiyordu. Bu ülkede onurlu, namuslu, dürüst, nezih, uygar çabalara yer yoktu.

Böyle diyordu...

Fakat hesap edemediği, belki de üzerinde durmak istemediği bir şey vardı: Siyaset başka bir "dil"i öngerektiriyordu. Başka bir dünyaydı orası. Zülfü Livaneli bu dile sahip değildi; zaman zaman demagojik olabilecek şeyler yazsa da, bu dilden uzak bir insandı. Dolayısıyla, bu dilin oluşturduğu "kültür iklimi"nde varolamazdı. Nefes dahi alamazdı. Bir defa, düzgün bir insandı. Sanatçıydı. Karşı çıkışlarını ve politikalarını "bilgi"ye değil, sanatçı olması hasebiyle "ihsas"a dayandırıyordu. İhsasla şiir yazılır, beste yapılır. Siyaset olmaz...

Bir de şu var tabii:

Livaneli, birtakım siyasî makamları gereksinmeyecek kadar totalitesi geniş bir insan. Kendi ifadesiyle "boğazda yalısı, altında arabası", plakları, filmleri, kitapları, mebzul miktar ödülü var... Gorbaçov'a 'arkadaşım', Mitterand'a 'dostum', Elia Kazan'a 'bizim Elia' diyebiliyor. Bişkek'te de heykeli var. Daha ne!

Hem, Başbakan olacaksın da, ne olacak yani. Kiyl ü kal. Bugün varsın, yarın yoksun. Üç günlük dünya. İstersen Başbakan da olursun, "liseyi dışarıdan bitirip" hayırlısıyla bir üniversite diplomasına kavuşunca Cumhurbaşkanı da seçilirsin. En fazla ansiklopedilerde yerin değişir. Ölünce de geride plakların, filmlerin, kitapların kalır... Bir de apartta bekleyen Can Dündar'ın hazırlayacağı "Zülfü Livaneli belgeseli." Bitti!

Mevzuyu uzattığımın farkındayım. Sözü Livaneli'nin yazdığı "Ahmet Necdet Sezer güzellemesi"ne getirmek istiyorum.

Hani, Cumhuriyet gazetesi durduk yerde "Üçüncü Adam" tartışması başlatmıştı ya... Livaneli de bu "numaralandırma" işinin gereksizliğine değinerek, Sezer'in Çankaya Köşkü'ne eski itibarını iade eden bir Cumhurbaşkanı olduğunu söylüyor.

Bir sürü de olumlu özelliğini sıralamış; gazetelere konuşmaması, her vesileyle ekranda boy göstermemesi, iş adamlarının uçaklarında ve yatlarında görülmemesi filan...

Bunlar, gerçekten de olumlu hususiyetler. Daha fazlasını dün ben yazmıştım. Hani üç ampulden birini söndürüyordu, kırmızı ışıkta duruyordu, süpermarkette kasa kuyruğuna giriyordu...

Zaten böyle olması gerekir. Öncekiler böyle değildi diye, niçin normal davranış sergileyen Sezer'i ekstradan yüceltelim ki?

Livaneli'nin Sezer'de beğendiği hususiyetlerden biri de, "Çankaya'yı ele geçirmek isteyen kötü niyetli kişilere karşı" bir tür paratoner görevi görmesi... Herkes de biliyormuş ki, Çankaya'yı ele geçirmek bayrağı burca dikmekmiş...

İşte ben de bu "bayrak", "burç" ve "ele geçirmek" laflarını anlamıyorum.

Sezer seçilince "Çankaya Köşkü'ne çıkmış" sayılıyor, ama başkaları seçilince "Çankaya Kökü'nü ele geçirmiş ve buyrağı burca dikmiş" oluyor. Öyle mi?

Livaneli de bilir ki, Cumhurbaşkanları cari yasalara göre, tamamen meşru yollardan seçilir. Buna, TBMM yetkili kılınmıştır. Kendisinin de üyeleri arasında bulunduğu "Türkiye Büyük Millet Meclisi" diyeyim de, anlasın... TBMM'nin seçeceği her Cumhurbaşkanına, ister CHP'lilerin önerdiği bir aday olsun, ister başka partilerin önerdiği bir aday olsun, saygı göstermek zorunda ve (Livaneli'nin seveceği ifadeyle) ödevindeyiz.

Bu burç, bayrak, ele geçirmek lafları da nereden çıktı?

Ayıp olmuyor mu?

Livaneli'ye yakışıyor mu "militan laikçi" ağzıyla konuşmak?

İyi ama bu durumu (birilerinin burca bayrak dikmek istediğini) herkes biliyormuş...

Ben bilmiyorum mesela. Ne yapalım da, o neyi "remzettiğini" bilmediğimiz bayrağı burca diktirmeyelim? Köşkün masuniyetini nasıl koruyalım?

Bunu Zülfü Livaneli bize anlatsın...

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi