T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 25 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Bu bir şaka olmasın?

Cemil Meriç'in, düşünce çizgisini, başka bir deyişle, fikir hayatının, içinden geçtiği merhaleleri tesbit ve tayin etmek bakımından sıklıkla referans olarak gösterilen erken tarihli atıf-kaynaklarının başlıcası, Ergun Göze'nin İçimizden 30 Kişi adlı kitabına aldığı röportaj metnidir. Gerçekte ilk kez 10 Kasım 1974'de Göze'nin Tercüman gazetesindeki köşesinde Bir Osmanlı Konuşuyor başlığıyla yayımlanan bu metinde, Cemil Meriç, fikrî hayatının merhalelerini -biraz da kerhen- okurlarına şu şekilde arzeder:

1917-1925: Koyu Müslümanlık devri. (Hacı-hoca olmak isterdim.)

1925-1936: Şöven Milliyetçilik.

1936-1938: Sosyalistlik devri.

1938-1960: "Âraf devri" diyebileceğim kuluçka devri.

1960-1964: Hind devri'm.

1964'den sonra: Sadece Osmanlıyım.

Bu tablo, kendisini geniş kitlelerin teveccühünden mahrum edecek muayyen sınırların içinde görünmekten mümkün olabildiğince kaçınan ve bu nedenle müphemde veya ârafta tek başına kalmayı tercih eden Cemil Meriç'in gerçekte hiç de istemediği bir açıklık ve kesinliğe sahiptir; üstelik bir o kadar da yanıltıcıdır.

Evet, yanıltıcıdır; zira 80'lerin başında dikte ettirdiği yayımlanmamış bir terceme-i hâl varakasında şu tesbitleri yapan, bir başkası değil, bizzat Meriç'in kendisidir:

- "Bütün bir ömrün muhasebesini birkaç sayfaya sığdırmak kabil mi? Kim, hafızasının aynasında sâdık akisler bulabilir? Çevrenin/çevremizin bizi taşımak zorunda bıraktığı maskeleri istesek de yırtabilir miyiz? Hele bir sanatçı... ebediyetin karşısına süslenerek çıkar. Bütün hâl tercümeleri bir çeşit müdafaanâmedir."

Çevrenin bizi taşımak zorunda bıraktığı maskeler... istesek de pek yırtamadığımız maskeler...

Merhum Meriç, taşımak zorunda kaldığı bu maskelerin pekâlâ farkında, peki ya muhatabları?

Bu soruya, ne yazık ki müsbet bir cevap vermek pek mümkün görünmüyor. Nitekim vefatından kısa bir zaman öncesinde dahî, bizzat gözden geçirerek yayımlanmasına müsaade ettiği 1986 tarihli biyografisinde fikrî mâcera olarak hayatı beş dönem hâlinde tavsif edilmiştir. Bu metinde fikrî merhaleler arasından buharlaşıp uçan sadece Hint devridir:

- "Fikrî mâcera olarak hayatında beş dönem görülmektedir: 1917-1925: Koyu Müslümanlık devri; 1925-1936: Şöven Milliyetçilik devri; 1936-1938: Sosyalist olduğu, 1938-1964: Âraf'ta olduğu; 1964'den sonra: kendi kültürümüze dönüp "sadece Osmanlıyım" dediği yıllar."

1916 (bazı kayıtlara göre: 1917) doğumlu bir yazarın, üstelik 26 Ekim 1980'de, 8 yaşına kadarki hayatını "bulanık, başsız sonsuz bir hatıralar yığını" olarak tavsif eden bir yazarın, bu çocukluk yıllarını -göz göre göre- koyu müslümanlık devri olarak tanımlaması çok 'şaşırtıcı', hatta biraz da 'gülünç' değil midir?

Sonradan haince olmakla vasıflandıracağı "Fikrî hayatınızda hangi merhalelerden geçtiniz?" sorusuna karşılık, Cemil Meriç, muhataplarının beklentilerini tatmin etmek uğruna, sanki çareyi lâtife (!) yapmakta bulmuş gibidir. İşin garibi, bu lâtife sonradan kalem erbabınca ciddiye alınmış ve bugüne değin hiçbir kuşku duvarına çarpmaksızın sorgusuz-sualsiz benimsenmiştir.

Bir yazar, 2001'de, 2004'de, 2006'da mezkur "düşünce takvimi"ni şu sunumun eşliğinde yineler:

- "Onun bu topraklar için taşıdığı anlam, kendi fikrî serencamındaki ayrışma ve kristalleşme daha bir belirginlik kazanmaktadır. Ergun Göze'nin naklettiği aşağıdaki satırlar, Türk toplumunun hemen her kesiminin niçin Cemil Meriç'in eserlerinde kendisine hitap eden bir veche yakalayabildiğinin açıklaması gibidir..."

Bu yazarın, derlemesine başlık olarak seçtiği gibi, Cemil Meriç gerçekten de düşüncenin gökkuşağı mıydı, yoksa alacalı-bulacalı bir renk kakofonisi mi, ya da iyi niyetli, gayretkeş ve biraz da bu gayretkeşliğinin mahsulü olarak karmakarışık bir arapsaçı mı?

Kuşkusuz ki hiçbiri değildi. Meselâ düşüncenin gökkuşağı değildi; zira bir gök kuşağının tutarsızlığından veya tezatlarla malûl olduğundan söz edilemez. Oysa Cemil Meriç tezatlarıyla meşhurdur, ve bir düşünür için vehamet arzetse bile, bu bir sanatçı (!) için aslâ esaslı bir zaaf olarak görülemez. Meriç, kelimenin tam anlamıyla bir renk kakofonisi veya bir arapsaçı da değildi; zira insaflıca bakılacak olursa, onun -hoşumuza gitsin gitmesin- takipçisi olduğu değişmez sâbiteleri vardı.

Hepsinden önemlisi, "Çok aldandım ama hiç aldatmadım" diyecek kadar ısrarla ve içtenlikle savunduğu insanî değerlere sahipti.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi