T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 25 HAZİRAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

ÖYLE BİR GECE

Sabaha, bilmediğiniz bir sabaha gözünüzü açtığınızda, birden, ben nerdeyim olursunuz. Alacakaranlık oda bildik değil. Kalın koyu renk perde görüş uzaklığınızın önüne lök gibi oturmuş. Onun o bin ton ağırlığındaki yükünü kim çeker? Perdenin ardından nerdeyse su şırıltısını andıran bir ses: soyut bir kuşun cıvıltısı. Dudunun çığlığı. Buraya gecenin bir vaktinde, yağmur ahmak ıslatan türünden saçınızı ıslatmış, boynunuzdan aşağı yol bulmaya çalışırken geldiğinizi ta uzaklardan anımsar gibi oluyorsunuz.. rehberiniz: "işte burası." diyerek savuşmak istiyor. Onu bırakmak istemiyorsunuz. Gerçi o görevini bitirmiştir. Üstelik bu geç vakitte gideceği yere araç bulacağından kuşkulusunuz. Buna rağmen bırakmak istemiyorsunuz. Motele benzer ahşap karışımı kâgir binanın daracık koridorunun ışıkları söndürülmüş. Hangi köşeden sızdığı bellisiz bir ışık yedibuçuk voltluk gücüyle ortalığı aydınlatmaktan çok karartıyor. Ortalıkta in cin top atıyor. Birden loşluğu bir çıngırak sesi dolduruyor. Ürperti. Rehberle göz göze geliyorsun. "Gelir şimdi" diyor. Kabirden çıkmış biri yıpranmış eşofmanıyla beliriyor loşluğun derinlerinde. Tezgahının arkasına gidiyor. Defterini çıkartıyor. "Yer ayırtmış mıydınız?" Sanırsın ki, ayırtmasan yer yok! Evet mi, hayır mı diyeceğini kestiremiyorsun: zıt bir cevap vermek istiyorsun. "Evet!" "Kimliğiniz lütfen.." Kimlik mi, kimliğim yok benim.. ben kimim ki.. sürücü kartını uzatmak yeterli.. Adam defterden gözlerini kaldırıyor: "Kimliğinizi sabahleyin buradan alırsınız. Kahvaltı on otuzda biter.. ikinci kat, oniki numara.." Bir anahtar uzatılıyor gözünüze doğru. Rehbere dönüyorsun: "Gidebilecek misin?" "Beni merak etmeyin, size iyi geceler.." "Teşekkür ederim.. iyi geceler." Anahtar, yuvasında dönerken kocaman şakırtılar çıkartıyor, dersin ki kale kapısı açılıyor.. Daracık odada turlamaya çalışsan da, boşuna.. Buraya, kasabanın doğu yanından girdiğini biliyorsun. Ufacık kasabada insan yolunu yitirir mi, hayret! Kasabanın içinden geçip dağ yoluna sapıyorsun. Buraları sana öylesine övmüşlerdi ki, ölmeden yolumu buraya düşürmezsem gözüm açık gider diyordun. Haydi aç şimdi gözünü de açık gitmesin.

Öff, bu yastığın içi neyle doldurulmuş.. yapay sünger parçacıkları.. kauçuk döküntüleri.. elektrik kordonu.. mika.. üstüpü.. kobalt.. aklına ne gelirse.. Varolmanın sıkıntısından söz açan kadın yazarın dediklerini düşün şimdi: sıkıntının dehşeti onu içine doğru soğuruyormuş. Her şeyde bir avuntu bulunacağını söyleyen sen değil miydin? İşte, bir barınağın var ve sevinebilirsin. O pörsümüş tekrarları tekrarlayarak avunabilirsin. Böyle bir barınağı bulamayanlar diye başlayıp dahası övünebilirsin de. Onyedi yaşında yitirdiğin tanrıyı onsekizinde yeniden bulduğunda onun aynı tanrı olup olmadığında ikirciklenmiştin.. o ikircikli durum ardından sürekli koşup durdu. Kendini yollara vurdun, kitap sayfalarında milyarlarca kilometre yol kat ettin.. ve en sonunda, işte, burada, bu daracık odanın lekeli duvarları arasında konuksun.. konaklıyorsun.. ellerini açsan duvarları iki yana itebilir ve birazdan horultusunu işiteceğin komşunun üzerine bu duvarlardan birini yıkabilirsin.. ne manyaklık! Biri, bir ara sana öyle demişti değil mi: "aklı başında biri gibi görünüyorsun da.." Bu kırılmış cümleyi işittiğine sevindiğini itiraf et: demek dengesiz, kaçık bir görüntün var. Demek ne istersen yapabilirsin. Demek ne yaparsan gider.. daha ne! Kararlama kıbleye diz üstü çöküp şöyle en dibinden gelen bir fısıltıyla dünyayı dolduran bir "estağfurulllaaah" çekmeye ne dersin..

Uyudum mu, bayıldım mı, bilmiyorum.

Sabahleyin kahvaltı masasında sevgilim bana meyve suyu isteyip istemediğimi soruyor.

Küçük bir ormanın koca bir ırmağa benzeyen yolağında çınarlar altındaki türbeye yöneldiğimizde yeni bir güne merhaba demenin süruru dolduruyor evreni ve orada terkedilmiş bir ibriğin kulpunu. Bu adamın bu ibrikten bir ırmak akıttığını düşünüyorsun. Haza adammış diye aklından geçiriyorsun.. boyalı soğuk nemli parmaklığın çubuğunu sımsıkı kavrayıp sıkıyorsun, onun da seni döşünden tutup kavradığını düşünüyorusun.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi