T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 30 HAZİRAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

'İktidar' olup da 'muktedir' olamamak... (Sinemada bile!) -1

Giderek daha fazla sayıdaki muhafazakâr/dindar Türk'ün demokratik sisteme yönelik inancı ve güveni zayıflıyor. Çünkü, önce 1996 Refahyol deneyimi, sonrasında da 2002 seçimleri ve büyük bir coşkuyla karşılanan Ak Parti iktidarı, bu ülkede seçim sandığının her şey demek olmadığını (daha da açıkçasını söylemek gerekirse, hemen hemen hiç bir şey olduğunu!) burnumuzu kıra kıra gösterdi bizlere...

Doğrudur, Türkiye'nin yüzde 90 küsuru Müslüman... Yine doğrudur, Türk toplumunun büyük bir bölümü en genel tâbiriyle "sağa dönük"; biraz daha detaylandırırsak milliyetçi, muhafazakâr ve ülkenin özdeğerlerinin, geleneklerinin korunacağı bir hükûmet etme biçiminden yana... Ezici bir çoğunluk, Anadolu topraklarında "Allah'ın çizdiği sınırlardan uzaklaşmayan" bir devlet düzeni istiyor.

Ve nihayet, bu kalabalık kitlenin politikacılardan talep ettiği o "muhafazakâr" duruşu iktidara tek başına taşıyacak düzeyde bir oy gücü de var.

Ama bunların hiç biri “telmaşa Türk demokrasisi”nde zerre kadar bir anlam ifade etmiyor. Bırakın yüzde 40'ı, yüzde 90 ile iktidar olunsa bile dişe kovuğa gelir bir dönüşüme imza atamıyor Türkiye'nin muhafazakârları. Çünkü karşılarında bunu engellemeye and içmiş, sayıca az, ama çok iyi gürültü yapan bir güç mevcut ve onların sesi ülkenin gerçek sahiplerinden kat be kat daha fazla çıkıyor. "İktidar" olmakla "muktedir" olmak arasındaki fark da bu olsa gerek...

Geçtim Türkiye'nin -80 yıllık bir sürecin ürünü olan- karman çorman uluslararası siyasî sorunlarını... Hükûmet üyelerinin ülke içi ekonomiyi rayına sokmaya çalışırken habire ayaklarına takılan prangaları da boşverdim. Bu yönetsel piramitin içindeki "sinema" gibi son derece spesifik, en altlarda kalan bir konuda bile görünüşte "iktidarda”yız, ama kesinlikle "muktedir" değiliz. Her yeri âdeta aşısı olmayan birer virüs gibi kaplamış jakoben solcular, hedonist liboşlar ve ayrılıkçı ırkçılar... Sistemin içine öylesine derinlemesine yuva yapmışlar ki asla kazınamıyorlar. "Bakan" bizden olsa da "bürokrat" onlardan, "genel müdür" bizden olsa da "kudretli memur" onlardan... Bu acıklı durumu, Ankara'nın sinemayla ilgili devlet kurumlarına basit bir soru için telefon açtığımda bile olanca şiddetiyle hissediyorum. Sözde benim duygusal açıdan yakın olduğum bir parti iktidarda; ama bir soru sormak üzere aradığım dairede karşıma çıkan -zurnanın son deliği pozisyonundaki- adama ya da kadına, "İyi günler, Yeni Şafak'tan arıyorum, size bir sorum olacak" dediğimde kanının nasıl donduğunu telefon hattının beş yüz kilometre öte tarafından rahatlıkla fark edebiliyorum. En basit bir meslekî talepte bile işimi yokuşa sürmek için çırpınan bir sürü "9.00-17.00" modeli tip...

Pekiyi, bu alerjinin sebebi ne? Henüz yüzümü bile görmemiş biri için ne sebep olabilir ki? Tek sebep Yeni Şafak'lı olmam... Onlara göre bu durum nefret edilmem için yeterli bir neden... Çünkü pek çoğu CHP kalıntısı olan, en radikalinden bir iktidar değişikliğiyle bile yerlerinden kazınamamış olan fosil tipler... Kesinlikle statükoyu zorlamak, bulundukları birimlerde yenilikçi projelere imza atmak ve halka daha etkin biçimde hizmet etmek gibi bir amaçları yok. Tek dertleri pozisyonlarını sonsuza dek korumak, koltuklarını "gericilere" kaptırmamak...

O yüzden, demokrasi yoluyla bu köhnemiş sistemi silkelemeyi umup da acı gerçeklerle yüzleşen herkes gibi ben de oldukça yorgunum. Öyle ki artık "âli" devlet mevzularını falan bir tarafa bıraktım; sırf sinema bürokrasisinde tanık olduğum/duyduğum olaylar bile yılgınlığımı artırmaya yetiyor.

Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü yetkilileri, bu ayın başlarında toplanarak, her yıl olduğu gibi 2006 yılı için de bazı film projelerine naktî para yardımı dağıttı. Bu müdürlüğün önceden belirlenen bir bütçesi var ve onu içinde bulunduğumuz takvim yılında bazı sinema eserlerine (uzun metrajı sinema filmi, belgesel, kısa metrajlı film v.b.) paylaştırmak zorunda. Son değerlendirme toplantılarında dağıtılan paranın yaklaşık tutarı ise 7.3 milyon YTL...

Kaynağını sormayın; 2-3 Haziran tarihlerinde toplanıp para dağıtma işini karara bağlayan Destekleme Kurulu'nun yardım yapmayı uygun gördüğü sinema filmlerinin tam dökümünü ve bunların sinopsislerini edindim bir yerlerden... Ve üşenmeyip hepsini tek tek okudum. İnanın, Ak Parti iktidardaymış, değilmiş, Kültür Bakanlığı da bu partinin elindeymiş, Türk sinemasını parselleyen kimi isimler için bir toplu iğne başı kadar önemi yok bu durumun... Solcu yönetmenlerimizden Yusuf Kurçenli Türklerin Kurtuluş Savaşı sırasında Pontuslu Rumlara nasıl zulmettiğini anlatan "Karadeniz'e Balad" adlı bir sinema filmi projesiyle 330.000 YTL'yi aslanlar gibi aldı örneğin (Söz konusu proje yakın zamanda Eurimages'dan da yüklü bir destek koparmayı başardı. Koparamasaydı şaşardım zaten! Eurimages'da para çok, sen yeter ki Türkiye'ye nasıl giydirdiğinden haber ver!).

Aynı şekilde, son yıllarda yaptığı bütün uzun metrajlı filmlerini "Türk olmayan unsurların Türkiye'de nasıl ezildiğini" anlatmaya adamış olan solcu bayan yönetmenimiz Yeşim Ustaoğlu, Yeşilçam'ın kıdemli solcuları arasında yer alan Barış Pirhasan, Mehmet Eryılmaz, Yavuz Özkan ve daha genç kuşaktan diğer bazı isimler de bu cömert dağıtımdan paylarına düşenleri bir güzel almış durumdalar. O Yeşim Ustaoğlu ki "Güneşe Yolculuk" (1999) adlı filmiyle, hayatım boyunca izlediğim en itici, en soğuk, en sevimsiz "Türk-Kürt ilişkileri" filmine imza atmış biri. Oysa, bu işin pîri Yılmaz Güney bile hiç bir filminde iki halk arasındaki ilişkilere böylesine ilkel bir perspektiften bakmaya tevessül etmemişti. Söz konusu filmi yurt dışında izleyen yabancılar, Türkiye'de Kürtlerle Türklerin günlük ilişkilerinin Filistinlilerle Yahudiler arasındaki ilişkilerden on kat daha kötü olduğu kanısına kapılıyor. Özellikle Almanların, Yunanlıların ve İskandinav ülkelerinin aydınlarının pek bir sevdiği, iltifatlara ve ödüllere boğduğu bu filmde yasak savmak kabilinden bile olsa bir tek olumlu Türk karakter yok; ki “Güneşe Yolculuk” bu yönüyle bana sürekli olarak Alan Parker'ın “Geceyarısı Ekspresi”ni hatırlatıyor.

Hanımefendi'nin 2004 yapımı son çalışması “Bulutları Beklerken”i sorarsanız, o da yine “barbar Türkler” eliyle gerçekleştirilen bir başka “etnik trajedi”nin izini sürme derdindeydi: “Pontuslu Rumların Karadeniz'den sürülmesi”… Tıpkı bir önceki Ustaoğlu filmi gibi bunun da batılılarca çok sevildiğini, bilhassa Yunanlılar ve Ermeniler tarafından yere göğe sığdırılamadığını, bilmem burada tekrar vurgulamaya gerek var mı?

Şimdiye kadar ortaya konulan bu gibi “anlamlı” örneklere karşın, anlaşılan devletimiz Ustaoğlu'nun sinemasını çok seviyor olmalı ki onu -yeni projesine 270.000 YTL naktî yardım sunarak- büyük bir şevkle desteklemeye devam ediyor.

Her ikisi de Karadenizli olan bu iki ünlü sinemacı ve projelerinin dışında, yardım almaya hak kazanan diğer bazı senaryolarda da görebildiğim kadarıyla "Baran"lar, "Roj"lar havalarda uçuşmakta...

Son olarak, yardım alması uygun görülen projelere ilişkin ödemelerin, şu sıralarda müzelerdeki talan ile uğraşan, işi başından aşkın Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından hiç bir ayrıntılı sorgulamaya tâbi tutulmaksızın alelacele imzalanıp yürürlüğe girdiğini de vurgulamakta yarar var.

Bu önemli konuya gelecek hafta da kaldığım yerden devam edecek ve Destekleme Kurulu'nun kararlarına ilişkin olarak sizlere çok daha ayrıntılı bilgiler vereceğim. Görelim bakalım, vergilerimiz nereye gidiyor!


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi