T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | |||
|
"Allah'ım, bu benim kızım... Benim küçük kızım!"
Ailesine ve namusuna oldukça düşkün biri olan kahramanımız, kızının başına gelenleri öğrenir öğrenmez üzüntüden ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette doğruca Los Angeles'a gider ve hiç alışık olmadığı bu devâsâ kentte polis yetkililerinden umutsuzca yardım dilenir. Ancak, her gün sayısız suçun işlendiği ve pek çok insanın kaybolduğu Los Angeles'ta, hiç kimsenin özel olarak onun kızının peşine düşmeye niyeti yoktur. Çılgına dönmüş durumdaki Van Dorn, ilk şoku atlattıktan sonra, bu konuda ancak kendi kendine bir şeyler yaparsa sonuca gidebileceğini anlar ve hemen harekete geçer. Öncelikle, türlü türlü iğrençliklerle dolu bu kenti çok iyi tanıyan ve gece hayatına da gayet yakın biri olan kaşarlanmış özel dedektif Andy Mast'ı (Peter Boyle) tutar. Birbiriyle ahlâkî değerler açısından taban taban zıt olan bu ikili, ABD'nin New York'la birlikte en karmaşık ve en tehlikeli metropollerinden biri konumundaki Los Angeles'i hallaç pamuğu gibi atmaya başlarlar. Van Dorn ve Mast'a, batakhanelerdeki bu koşuşturmaları sırasında, kızın kayboluş öyküsünü öğrenip bundan üzüntü duyan Niki adlı genç bir hayat kadını da yardımcı olur. Yaşlı adam, kendisi açısından son derece mide bulandırıcı ve o oranda da tehlikeli olaylara sahne olan arayışlarını sürdürürken, Los Angeles'ın zifiri karanlık arka planından hayatı boyunca hiç bir zaman görmediği kadar çok sayıda çirkinlikle yüzleşmek zorunda kalır. İnsan tuzağı konumundaki genelevler, birbirinden aşağılık porno yapımcılarının salaş büroları, her türlü sapkınlığın pervasızca pazarlandığı gece kulüpleri ve aklının almadığı daha bir sürü şeytanî ortam... Öyle ki bu süreçte "farklılık arayışındaki seçkin ve zengin kişiler için" 500 dolar gibi anormal bilet ücretlerine 3-5 dakikalık "snuff film"lerin oynatıldığı yasadışı sinemalara bile rastlayacaktır (Snuff, porno mafyası tarafından kaçırılıp kurban olarak kullanılan gerçek insanlara kamera önünde çeşitli işkencelerin yapıldığı ve bu kişilerin en sonunda gerçekten de öldürülüp parçalandığı cinayet filmlerine verilen isimdir. Günümüzde, genellikle sokak çocuklarının ya da kimsesiz kadınların kurban olarak kullanıldığı böyle filmlerin çekildiği ve DVD olarak zengin kişilere pazarlandığı İnterpol tarafından da bilinen bir gerçektir. Ancak, snuff film ticareti son derece sıkı bir iletişim zinciri içinde yürütüldüğünden, faillere çoğu kez ulaşılamamaktadır). Van Dorn ve Mast, kentteki her pislik yuvasına sabırla girip çıkmalarına karşın, kayıp kızın ne ölüsüne ne de dirisine bir türlü ulaşamamaktadırlar. Bu sefer de bir başka yola başvurur ve bütünüyle kılık değiştirip kendilerine "porno yapımcısı" süsü vererek, bu alanda ünlenmiş bir semtte şirket kurarlar. Amaçları ofislerine gelip giden porno oyuncularından küçük kıza ilişkin ufacık da olsa bir bilgi elde edebilmektedir.
İşte bu unutulmaz sahne, "Hardcore Life"ın simgesi olarak yalnızca filmin posterlerine alınmakla kalmadı, aynı zamanda onu izleyen milyonların da belleğine kazındı. "Hardcore Life", Hollywood'un gelmiş geçmiş en onurlu, en şahsiyetli oyuncularından biri olan George C. Scott'ın tüyler ürpertici oyunculuk gösterisiyle sinema tarihine geçmiş bir başyapıt. Scott, hayatı boyunca pornografiyle, içkiyle ya da uyuşturucuyla işi olmamış kendi hâlindeki aile babasını olağanüstü bir inandırıcılık içinde canlandırdığı bu etkileyici filmde, Hollywood'un dindar bir aileden gelen "yeni-muhafazakâr" akım yönetmenlerinden Paul Schrader ile birlikte gerçek bir sinemasal manifestoya imza atmıştı. "Çağdaşlaşma" adı altında sinsice yayılarak toplumları, özellikle de genç kuşakları alabildiğine tehdit eden çürüme dalgasını, bunun kentsel anlamda en iyi örneklerinden birini oluşturan Los Angeles'ta çektikleri "Hardcore Life" ile tek kelimeyle dünyaya ifşâ etmekteydiler. Nitekim, iki sanatçının öngörüleri öylesine isabetliydi ki 1979 yapımı "Hardcore Life"a ev sahipliği yapan Los Angeles, günümüzde her on sakininden birinin HIV virüsü taşıdığı bir AIDS kentine dönüşmüş durumda. Nüfusunun dörtte birini eşcinsellerin oluşturduğu bu karmaşık metropol, ayrıca suç istatistikleri açısından da ABD'deki yerleşim merkezleri arasında zirvede yer alıyor.
Hollywood'un kendine özgü kişiliklerinden biri olan George C. Scott'un böylesine anlamlı bir senaryoda rol almayı kabul edip, o göz kamaştırıcı oyunculuğuyla perdede Van Dorn karakterine âdeta hayat vermesi, salt parasal nedenlerle yapılmış bir profesyonel tercih değildi elbette. Oyunculuktaki başarısı kadar özel hayatındaki onurlu çizgisini de daha önce vurguladığımız bu büyük aktör, 1971 yılındaki Oscar törenlerinde, o yıl "General Patton" rolüyle kazandığı en iyi erkek oyuncu ödülünü almayı reddetmişti. Ödülü reddetmek için Oscar töreninin düzenlendiği salona bile gitmeyen ve evinde televizyon izlerken ödül komitesine, "O heykeli alıp başınıza çalın" mesajı gönderen Scott, daha sonra yaptığı bir açıklamayla bu eyleminin "ABD'nin gerçekleştirdiği kızılderili soykırımına yönelik bir tepki olduğunu" belirtmişti. Hollywood'un kibirli patronlarını çılgına çeviren bu cesur reddiye, sonraki yıllarda ise ünlü aktörün kalitesine uygun roller almasını da büyük ölçüde engelleyecekti. Scott, tepkisinin bedelini, kariyerinin Oscar faslından sonraki döneminde ardarda bir dizi düşük bütçeli önemsiz filmde oynayarak çatır çatır ödedi. Ancak bir tek gün bile bu durumundan şikayet etmedi. Arada "Hardcore Life" ve "Changeling" gibi bazı sıradışı yapıtlarda rol alma şansı bulabildiyse de sonuç itibarıyla sektörde feci şekilde harcandı ve 1999 yılında yalnız bir adam olarak hayata gözlerini yumdu. 1971'deki Oscar faciasını unutmayan Akademi de o tarihten sonra üstlendiği başka hiç bir rol için kendisini bu ödüle aday olarak göstermedi. Halbuki Scott, onun yeteneğini tarafsız bir gözle izleyenler açısından, Van Dorn karakteriyle 1979 yılı ödüllerinin de yine açık ara favorisiydi. "Hardcore Life", hayattaki doğruların gerektiğinde Hollywood'un tam orta yerinden dahi dile getirilebileceğinin kanıtı olan bu ayrıcalıklı oyuncunun, "Dr. Strangelove" (1964) ve "Patton" (1970) ile birlikte gelmiş geçmiş en üstün üç performansından biri olarak kabul ediliyor. Filmin Türkiye'de DVD ya da VCD'sinin olup olmadığını mı sordunuz? Unutun gitsin, Türk üreticilerinin Harry Potter basmaktan böyle filmleri keşfetmeye vakti mi kalıyor sanıyorsunuz! Yurtdışı bağlantılarınız var ise en kısa zamanda Almanya ya da İngiltere'den temin edip izlemeniz gereken gerçek bir başyapıt. Özellikle de kız çocuk babalarının görmesi şart. Ancak, konusunun geçtiği mekânlar gereği içerdiği kısmî müstehcenliğe de dikkati çekmemiz gerekiyor. Yalnız izlemek ve dünyanın nasıl olup da bu kadar kirli bir yere dönüşebildiği üzerine derinlemesine düşünmek için...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |