T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 MART 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Hüseyin HATEMİ

Doğu ve Batı Allah'ındır

Doğu ve Batı'sı, Güney'i ve Kuzey'i ile Arz Allah'ın olduğu gibi, insanın varlığı da Allah ile kaimdir. (İnnâ lillâhi...) Bunu bilmiyor muyuz? Şu halde niçin AB veya ABD ile bağımızın kesilmesinden sokakta annesini kaybeden bir çocuk gibi dehşete kapılarak avaz avaz ağlıyoruz?

İnançlı bir Müslüman'ın ödevi; insanı özgürleştirmede, insan haklarını bütün insanlık bireyleri için istisnasız- yaygınlaştırmada, aynı amaçta birleşen başka "kültür"lerden insanlarla işbirliği teklifidir. (Âl-i İmran, 64). Bu tebliği yapmak, bir Müslüman'ın ödevidir; "diyalog"u bu doğru ve olması gereken anlamı ile dahî "diyalog ihaneti" olarak nitelemeye kimsenin hakkı yoktur. Geçenlerde; yurdumuzda maalesef benzerine az rastlanan kalb-i selîm, akl-ı selîm ve ilm-i selîm sahibi Hayrettin Karaman da doğru anlamı ile diyalogun kötülenecek bir şey olmadığını yazdı. Diyaloga "ihanet" demek, Âl-i İmrân Suresi'nin 64. maddesinden gafil olmak demektir.

Diyalog'da neden sakınmalıyız? Muhatabımızın da iyi niyetli, inançlar konusunda tartışma değil sevgi ve adalet yolunda işbirliği yapma amacını güden birisi olduğunu "feraset" ile görmedikçe; bu diyalogda yarar yoktur. "Musa" veya "İsa" deyip de Şaron veya Bush'u sürmeye çalışanlarla, kendisini Yaratıcı'nın öz kulu, başkalarını üvey kulu kabul edenlerle, yahut "materyalist" veya ırkçı olanlarla diyalog yapılmaz. Fakat bu gibi kişiler veya topluluklar da "öteki"nin insanlık onuruna ve insan haklarına saygı gösterdikçe bunlarla da savaşılmaz ve bu gibi insanlara da sadece "adalet"e uygun davranmakla yetinilmeyip şefkat ve ihsan ile, en yüksek ahlâk ölçütü: birr ile davranmak Allah'ın rızasına uygundur. İslâm'ın Müslüman olmayanlara karşı sonu gelmez bir savaş ilân ettiği yalanını kim doğru sayıyorsa, Mumtahine Suresi'ne baksın! (59/8,9). "Niçin Kur'an üzerinde düşünmezler, gönüllerinde kilitler mi var?" Savaş ancak meşru müdafaa savaşı olmalıdır.

Diyelim ki içtenlikle AB'ye veya Avrupa Kiliseleri'ne diyalog çağırısı yaptık ve içten bir kabul görmedi! Avrupa Birliği'ne girmeyeceğimiz de kesin olarak anlaşıldı! Ye'se mi kapılacağız? Aslâ! "Bizim kendimize düşen insanî ödevimizi yaptığımıza tanık olun, bizler Müslümanlarız, Allah'a teslim olup O'nun esenliğine, barışçılık ve adalet lûtfuna nail olanlarız biz!" diyeceğiz (Âl-i İmrân, 3/64, son).

Bundan sonra ne yapacağız? "Artık kendimizi görünürde de olsa âdil gösterme zahmetine bile lüzum kalmadı, ne Hıristiyan fukarasının vakıflarını geri verir, ne dînî öğrenimlerine kolaylık gösteririz, yağma mı var? Sev veya terk et!" mi demeliyiz? Aslâ! Allah'ın "dosdoğru ol!" emri; Kant'ın belki de Kur'an-ı Kerim'den ilham "kategorik emir" olarak nitelendirdiği, kayıtsız-şartsız bir emirdir. "Karşılıklılık = mütekabiliyet" şartı ileri sürülemez, "tenceri dibin kara/seninki benden kara" savunmaları da burada geçmez. Kimseye zarar vermemek ve herkese hakkını vermek, asgarî ahlâklılık alanına giren bir Tabiî Hukuk kuralıdır, buna illâ ve lâ olmaz! Bir kişiyi haksız yere öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. (Maide, 5/32).

Geçmişteki zulüm olaylarının ahlâkî sorumluluğu, isterse zalimin soyundan gelsin, o toplumun sonraki nesillerine geçmez, başka bireylere geçmez. "Onların kazandıkları onlara bizimki bizedir". Ahlâkî sorumluluk ne zaman daha sonra dünyaya gelen bireyler için de doğar? Bu bireyler (ferdler) "çok iyi olmuş, böyle yapılması gerekiyordu, esasen milletler, ırklar arasında bir orman kavgası vardır, bunda Hukuk'un sözü geçmez, Hukuk ancak taraflarının tümü bizden olan veya taraflarının hiçbirisi bizden olmayan bireyler arasında geçer!" gibi şeytanî cevherler yumurtladığında! Artık "Ermeni sorunu"nun "canavar"a bizim üzerimizde bir şantaj aracı olarak verilmiş olması gafletinden uyanmak zorundayız! Mevlânâ "der-aşk bedel şeved heme çîz/Türkî sâzend ermenî râ!" demişti. (Aşk gönüllere hâkim olunca, Türk-Ermeni ayırımcılığı kalmaz). Yazık ki bu bilince ulaşılamadı ve çok acı verici olaylar gerçekleşti.

Ey insaf sahibi, Türk veya Ermeni insan kardeşler! Bu kan davasına artık kesinlikle son vermek için ne yapmalıyız? Görüş belirtenleri de, belirtmeseler dahî içi sızlayanları da Allah'a emanet ediyorum.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi