T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 27 MART 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kulis
Taha KIVANÇ


Bildiğimiz gibi değil

Biz öyle alıştık, bir siyasî parti hükümet oldu mu, devletin imkânlarını da kullanmaya başlar ve her şeyden daha fazla haberdar olur. Ak Parti'de bunun tam tersini görünce insan doğrusu şaşırmadan edemiyor. Parti olarak kurulduğunda, yani seçim yapılıp iktidara taşınmadan önce, yani devletin imkânlarını kullanmıyor iken, Ak Parti her şeyden daha fazla haberdardı.

Bir siyasi parti, hele iktidardaysa ve önemli gelişmeleri sadece izliyorsa, işi çok zordur...

Başbakan Tayyip Erdoğan ne zaman kızsa, medyayı ve patronlarını suçluyor. Son zamanlarda kızdıracak çok fazla gelişme yaşandığı için de, Başbakan'ın ağzından çıkan medayayı suçlayıcı cümleler daha da artmaya başladı. İnsan duyunca, "Koskoca başbakan, arkasında iktidara taşıdığı muazzam bir parti örgütü ve çalışanları ile devlet mekanizması bulunuyor, herhalde bir bildiği var" diyordur. Kendi hesabıma ben öyle diyenlerdendim...

Bugünlerde Ak Parti'nin olan-biteni bilerek izleyip gözlediğinden o kadar emin değilim. Sizlerden farklıyım: Sizler sert çıkışları ekrandan izliyor, gazeteden okuyorsunuz, ben ise "Sayın Başbakan kimi kasdetmiş olabilir? Suçladığı insan(lar) hakkında elinizde ne bilgi var?" diye sorabilecek durumdayım.

Boşuna beklemeyin. Bu soruyu yönelttiğim yetkililerden doyurucu bir bilgi alabilmiş değilim. Hangisine, "Başbakan kimi kast etti?" desem, bana hayretten açılmış gözlerle bakıyor, bazen "Sen de bilmiyorsan" diyor; "Hadi kim olduğunu bildiğimi farzedin, peki suçladığı kişinin sizden talebi ne?" dediğimde ise sus-pus oluyor...

Bir örnek olsun diye kaydedeyim: Son zamanlarda Aydın Doğan hakkında bir-iki yazı yazdım. Ülkemizin en büyük medya patronu Aydın Bey; elindeki değerleri akıllıca kullanıyor. Mitolojideki Kral Midas gibi, dokunduğu altın oluyor... Fortis Bank'a dönüşen Dışbank'ın bütününün, Petrol Ofisi hisselerinin bir bölümünün yabancılara satışından toplam iki milyar doların üzerinde bir kaynak elde etti.

Bunu kazandığı parada gözüm olduğu için yazıyorsam gözüm çıksın. Ben işini iyi yapan insanlara hayranlık duyarım. Bir patronun işini iyi yapması demek, parasına daha iyi para kazandırması demektir. Aydın Doğan da ülke gündemine girdiği ilk günden itibaren bunu başarıyor işte. Milliyet'i aldı, büyüdü. Hürriyet'i aldı, daha büyüdü. En son Star-Tv'yi aldı, büyümesini sürdürüyor.

Buraya da yansıttığım, Mehmet Emin Karamehmet'in Tercüman gazetesinde çıkan, "Aydın Doğan 255 milyon dolara satın aldığı Hilton Oteli'nin arsası üzerinde alış-veriş merkezi kuracak" iddiasını hatırlayın. Ya da, o vesileyle konuşulduğunu yazdığım, "Hayır, alış-veriş merkezi değil, o yere her tuğlası altın değerinde yüzlerce lüks konut (rezidans) inşa edecek" iddiasını...

Başbakan Erdoğan, "Medya patronlarının bizden talepleri var, vermediğimiz için aleyhte yayın yapıyorlar" sözüyle örtüşen iddialar bunlar... Alış değeri 255 milyon olan Hilton Oteli'nin imar durumu değiştirilip arsasından başka amaçla yararlanılabilse, elde edilecek kaynak, bir hesaba göre 3,5 milyar doları buluyor. Kemiksiz iki milyar dolar kâr demek bu...

Bu durumda Başbakan Erdoğan'ın sözleri ayrı bir anlam taşır. Hemen her gün, tek bir merkezde üretilmiş haberler ile aynı kalemden çıkmışa benzeyen yorumlar okunan gazetelerin yayını, o durumda, patronun daha fazla para kazanma hırsıyla açıklanabilir...

Ben iddiaları burada yazdığımda ne olduğunu da sizlerle paylaşayım: Aydın Doğan adına arandım ve grubun Hilton Oteli'ni olduğu gibi korumaktan başka bir niyeti bulunmadığı konusunda temin edildim. Söyledikleri değer taşıyacak konumdaki muhatabım, başka hiçbir anlam taşımayacak bir açıklıkta, "Bizim ne rezidans, ne de alış-veriş merkezi projemiz var; biz Hilton'u otel olarak korumaya kararlıyız" dedi...

Biliyor musunuz, bu açıklama beni hiç şaşırtmadı. Beni esas şaşırtan, iddiaları kulağımın hizasında tartışan resmî ağızların suskunluğu oldu. "Böyle bir proje var mı?" dediğimde, varsa bilebilecek konumdaki yetkili ağızlar, ne "Var" dediler bana, ne de "Yok"... Ne kadar garip bir durum değil mi? Bir şey ya vardır, ya da yoktur, hem var olan, hem de yok sayılan bir şey bilmiyorum.

"Biz öyle alıştık, siyasi parti hükümet oldu mu..." diye başlayan bu yazının ilk paragrafı biraz bu hisleri yansıtıyor. İktidar demek, bilgi ve belge demektir. Siyasîler iktidar olana kadar itham eder, suçlarlar, kendilerinden "Bilgi ve belge göster" talebinde bulunulmaz. Ancak, iktidardaki siyasîler, itham edip suçladıklarında, "Nerede belgesi?" diye sorulur kendilerine...

Bugün durum hayli farklı. Ne yapalım, demek ki, alışkanlıklarımızı değiştireceğiz...


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi