T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 NİSAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

İskenderiye düşünceleri

Mart'ın son günü İskenderiye'ye geldim. Bugün; Nisan'ın ilk günü, 2 Nisan'da açılışı yapılacak olan İskenderiye Patrikhanesi'nin yeni binası ile; İskenderiye Kütüphanesi'nin yerine yapılmış olan muazzam kütüphane binasını gördük. Ortodoks Kilisesi ruhanî siyasetinin nazik davetleri ile katıldığım bu gezide; "sevgide bize en yakın" Hristiyan din adamları tanıdım. Patrikhane binasını gezerken, onyedinci yüzyıla ait bir belgenin, (açık Türkçe ve okunaklı bir yazı ile yazılı) bir salonun duvarında asılı olduğunu görmem, bir yandan duygulanmama; diğer yandan da Ortodoks Kilisesi ile münasebetlerimizin çağımızda ne halde olduğu hatırıma gelince içimin sızlamasına yol açtı. Bu belgede; Hristiyan inancına sahip olanlara; inançlarına göre yaşama hürriyeti yanında birçok muafiyetler de tanınıyordu. Belgenin bir sûretini rica ettim, inşallah elime erişeceğini umuyorum.

Bu iki gün içinde; Mısır'ın -hiç değilse inancına göre yaşama hürriyeti açısından bizden ileride olduğu sonucuna vardım. Ayrıca, Mısır'da, İskenderiye adı da, Kütüphane'nin adı da değiştirilmiyor. Bu ad -meselâ- "Tutankamoniyye" veya Hüsnî Mubarek, yahut meselâ Ümmü Gülsüm, Abdulvehhab (Kütüphanesi) olmuyor. Tarihî ismi ile varlığını sürdürüyor. "Bizim fir'avunlar döneminde, dışarıdan gelmiş Yunanlılar'ın esamîsi mi okunurdu?" gibi bir duyarlılık söz konusu değil. Hristiyan dînî kurumları için de öyle. Ortodoks Hristiyan cemaatinin, eski bir okul binasını genişletip onararak san'at açısından da çok değerli bir eser meydana getirmeleri; öyle görünüyor ki, Mısır yönetimini tedirgin etmiyor, "burası İskenderiye! Pire değil!" tarzında pirelendirmiyor, Ortodoks Kilisesi ruhanî siyaseti korteji tören yerlerine giderken, refakatteki polis arabası da alarmı ve hızı ile tozu dumana katıyor. Yunanistan Cumhurbaşkanı'nın da İskenderiye Patrikhanesi'nin yeni binasının 2 Nisan Pazar günkü açılışına gelmesi bekleniyor. Lozan Anlaşması yükümleri de olmayan Mısırlılar niçin böyle "gafil" davranıyorlar? İşin tuhafı, bu gafleti birkaç yıl önce Bahreyn'de, Azerbaycan'da da görmüştüm. Duyduğuma göre aynı gaflet İran'da bile bütün yoğunluğu ile hüküm sürüyor. Yanılmıyorsam bizden başka hiçbir -İslâm Devleti veya lâik Devletli- İslâm ülkesinde millî dînî karması bir aşırı duyarlılık yok! AB adaylıkları bile olmadığına göre "enayi"mi bunlar? -Orta kapı kapalı kaldıkça, Atina'da da cami yapılmadıkça, ben burada Patrikhane binasını yeniletmem, Vatikanlaşmaya müsaade edemem, ruhban okulunu da açtırmam arkadaş!" kararlılığı; "mollada ve fellahta" niçin yok acaba? "Molla, kendini kolla!" diyerek uyaralım mı, yoksa "yanlış bizde mi acaba?" tereddüdüne mi düşelim? Atalarımız da kural olarak bu gafleti gösterdikleri için mi yıkılmadık? Bu gafletten kurtulduğumuz için mi "İslam ülkeleri arasında benzeri olmayan, lâik, özgürlükçü, demokratik hukuk devleti" olduk? Düşünmeye bile korkuyorum! Hele yazmaya kalkışınca, solcu-sağcı-ulusalcı-sosyal demokrat korosunun tedhiş musikîsinden ürkmemeye imkân yok! Ne var ki bu yazılara başlarken "ibrik taklidi" yapmama vaadinde "bulunmuş bulundum." "-Ben de aslında İstanbul'u terkeden Rumların ardından timsah gözyaşı döküp, bıraktıkları ve hâlâ bırakmamakta direndikleri taşınmazlara çok özel bir sevgi duyanlardanım. Sirtakiye, laternaya, tavernaya, buzukiye evet! Cemaat vakfına, Patrikhane'ye, Ruhban Okulu'na hayır!" Bırakalım da bizim gericiler de inançlarına göre yaşama özgürlüğü mü istesinler? Nedir şu türban? Şu türban uyuyor mu? Hele besmele ile toplantı açıldığını duymuyor muyum, besmele duymuşsa dönüyorum" da denmez ki bundan sonra? Kayahan'ın dediği durumdayım: -Bir yemin ettim, dönemem!

Şu halde: -Fe-izâ azamte fetevekkelallah! Lafı dolandırmadan düşündüğümü söy-leyeyim: "Sevgide bize en yakın" olan, Meryem ve İsa'yı gerçekten sevenlerle sevgi ilişkisi içinde olmak, İskenderiye Patrikhanesi'nde asılı "atalarımızın hoşgörüsü"nü savunmak, Allah'ın rızasına da, dolayısı ile Tabiî Hukuk'a da, "demokratik-lâik Hukuk Devleti" hedefine de uygun olan tek doğru değil midir? Ahlâk'ın kayıtsız şartsız (kategorik) emrine karşı sonu gelmez "mütekabiliyet bahaneleri" çıkartılabilir mi?

İskenderiye uçağında, Kur'an-ı Kerim'i açtım. Gördüğüm âyet-i kerime beni düşündürdü. Meryem ve İsa'nın birer "Ayeten lil-âlemîn" kılındıkları beyanı varken, "Rahmetenlil-Alemîn" (S.A.) bağlıları, sahte "İbrahim yolu" çığırtkanlıklarına mı kapılacaklar? Yoksa "Ayeten lil-âlem~in" âyetinden sonra gelen âyeti mi düşünecekler? : -Şüphesiz bu ümmetiniz tek bir ümmettir, Rabbiniz de benim! Artık (sadece) bana ibadet edin! (Enbiya-21/92)

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi