T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 7 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

'Büyük Birader'e karşı çıkmak

11 Eylül sonrasında giderek despotlaşan Batı dünyasının geleceğine ilişkin kötücül kehanetlerle bezeli "İntikamın Yolu V", iyi yazılmış, iyi oynanmış ve de iyi çekilmiş son derece başarılı bir fütüristik bilim-kurgu...

"V for Vendetta"
(İntikamın Yolu V)

(Dağıtıcı şirketin filme Türkçe ad vermeye gerek duymaması nedeniyle, tarafımızdan yukarıdaki çeviri uygun görülmüştür)
2005-ABD / Almanya yapımı
Yönetmen: James McTeigue
Oyuncular: Natalie Portman, Hugo Weaving, Stephen Rea, Stephen Fry, John Hurt, Tim Pigott-Smith
Süre: 132 dakika
Özel Sınırlamalar: Amerikan MPAA Kurumu R Sertifikası
(İçerdiği yoğun şiddet ve bazı kaba diyaloglar nedeniyle 17 yaşından küçüklerin erişkin bir refakatçiyle birlikte izlemesi önerilir)
Dağıtıcı: Warner Bros
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir bölümde cinsellik/çıplaklık var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var Bir kaç bölümde argo var

Yakın gelecek... Milyonlarca kişiyi yok eden nükleer bir savaş yaşamış olan İngiltere'de, felaketin ardından totaliter bir yönetim kurulmuştur. Bu faşist düzenin milyonlarca tutsağından biri olan Evey adlı genç bir kadın, bir gece serserilerin tecavüzüne uğramaktan son anda kurtulur. Onu kurtaran gizemli kişinin adı ise "V"dir. Güler yüzlü maskesi ve peleriniyle ilk anda karşısındakilerde hayli komik bir izlenim bırakan V'nin, aslında son derece ciddi ve o oranda da tehlikeli bir mücadeleye soyunmuş olan siyasal bir lider olduğunu görürüz. Bu cesur ve yetenekli adamın hayatta bir tek amacı vardır: O da halkını, Britanya adasını yöneten zalim iktidardan kurtarıp yeniden özgürleştirmek...

Birlikte yazıp yönettikleri "Matrix" üçlemesiyle beyazperdedeki geleneksel anlatım biçimlerini yerle bir edip bilim-kurgu türüne yepyeni bir soluk getiren Andy ve Larry Wachovski Kardeşler'in son bombası... Ve her ne kadar yönetmen koltuğunda "Matrix"li yıllardan kankaları olan James McTeigue otursa da filmin her karesi onların tarzıyla bezeli. Özellikle de kurduğu karanlık ve kasvetli atmosfer açısından eksiksiz bir Wachovski filmi bu (Hollywood'un en kıdemli yönetmen yardımcılarından biri olan McTeigue bütün "Matrix"lerde ve ayrıca "Star Wars: Klonların Saldırısı"nda birinci asistandı. Bu onun kariyerindeki ilk yönetmenlik denemesi).

Wachovski Kardeşler'in 1981 yılında popüler çizgi roman dergisi "Warrior"da yayımlanan bir öyküden senaryolaştırdıkları "İntikamın Yolu V", ünlü İngiliz yazar George Orwell'in benzer bir temayı işleyen unutulmaz romanı "1984"e yönelik bir dizi göndermeyle de dolu. Ayrıca, o romanın 1984 yapım tarihli sinema uyarlamasında "Büyük Birader seni gözetliyor" cümlesinin simgelediği baskıcı sisteme isyan eden "Winston Smith" karakterinde izlediğimiz John Hurt'ün bu filmde ise benzer bir sistemin başındaki despot lider olduğunu görmek oldukça ilginç bir rastlantı. Yoksa film, eğlenceli bir alt okumayla, "Geçmişin hızlı devrimcileri, gün gelir en hızlı sistem savunucuları kesilirler" demeye mi getiriyor?

"İntikamın Yolu V", İngiltere'nin geleceğine ilişkin kötücül kehanetleri itibarıyla en az Orwell'in klasikleşmiş romanı kadar yönetmen Stanley Kubrick'in provakatif filmi "Otomatik Portakal"dan da derin izler taşıyor. Ancak, Kubrick (ve filmine kaynaklık eden kitabın yazarı Anthony Burgess'in) vaktiyle sansürün de etkisiyle daha ziyade simgelerle anlatmayı yeğledikleri bir dünyayı yönetmen McTeigue şimdi altını çok daha kalın çizgilerle işaretleyerek aktarıyor bizlere...

ABD ve Avrupa'da Türkiye'den kısa bir süre önce (17 Mart Cuma) gösterime giren "İntikamın Yolu V", gişede müthiş bir başlangıç yapmasının yanısıra, hem izleyicilerden hem de eleştirmenlerden tam not aldı. Luc Besson'un unutulmaz filmi "Leon"daki "Mathilda" rolüyle belleklerimize kazınmış olan (ve bu yüzden de kendisinin artık erişkin bir oyuncu olduğunu kabul etmekte hâlâ belli belirsiz bir güçlük çektiğimiz) Natalie Portman, bu filmde önce saçlarıyla, ardından da ("V"nin direniş hareketine katıldıktan sonra) kafası kazınmış bir görünümde karşımıza çıkıyor. Wachovsky'lerin "Matrix"lerdeki "Ajan Smith" rolüyle bir beyazperde ikonuna dönüştürdükleri sıradışı fizikli aktör Hugo Weaving ise maskenin altındaki "V" rolünde. Filmin ağır toplarından John Hurt ise o her zamanki soğukkanlı profesyonelliği içinde rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Bu arada, 1992 tarihli ilginç filmi "Ağlatan Oyun"dan bu yana çok fazla sayıda performansını izleyemediğim ifadesiz suratlı İrlandalı aktör Stephen Rea'yı yeniden beyazperdede görmek hoş bir sürpriz oldu.

Sonuç itibarıyla "İntikamın Yolu V", iyi yazılmış, iyi oynanmış ve de iyi çekilmiş, son derece başarılı bir fütüristik bilim kurgu. Ayrıca, türün pek çok örneği gibi işi salt görsel bir şölene dönüştürüp zekâ yaşı düşük bir senaryoyla da karşımıza çıkmıyor. Film bu yönüyle 11 Eylül sonrasında özellikle batı dünyasında temel hak ve özgürlüklerin "güvenlik" gerekçeleriyle adım adım budanışını anımsatan bir dizi alt okumaya da fırsat vermekte. Film, bu gibi olumlu nitelikleriyle bilim-kurgu sinemasından hoşlananlar için ideal bir hafta sonu seyirliği olabilir. Ancak içerdiği yoğun şiddeti de gözönünde bulundurarak çocukları uzak tutun.

Bu arada, filmleri onlara Türkçe adlar koymaya gerek duymaksızın aynen orijinal adlarıyla gösterme saplantısından bir türlü kurtulmayanlara da küçük bir not: "V for Vendetta" lafı beni hiç ilgilendirmiyor. Filminize "İntikamın Yolu V" adını çoktan uygun gördüm bile!

HAFTANIN DİĞER YENİSİ
Sinema kadar eski bir öykü

½
Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Bir kaç bölümde şiddet var Cinsellik/çıplaklık yok Argo yok
Joel Schumacher'in yönettiği ve Gerard Butler, Emmy Rossum, Patrick Wilson ile Miranda Richardson'ın oynadığı "Operadaki Hayalet" (The Phantom of the Opera) bir yılı aşkın bir gecikmenin ardından bugünden itibaren sinemalarımızda...

Ünlü İngiliz besteci Andrew Lloyd Webber'in "Operadaki Hayalet" adlı müzikâli, ilk defa sahneye konuluşundan yaklaşık 20 yıl sonra beyazperdeye uyarlandı. Film 77'nci (yani geçen yılki) Oscar Ödülleri'ne 3 dalda aday gösterildi. Eser, New York'ta Broadway ve Londra'da West End'de en uzun süre sahnelenen müzikâllerden birisi olma unvanını taşıyor.

Yönetmen Schumacher, sessiz sinema döneminden bu yana çeşitli yönetmenler eliyle pek çok kez televizyona ve beyazperdeye aktarılan klasik bir öykünün, şimdiye kadar gerçekleştirilmiş en gösterişli uyarlamasına imza atmış.

Dekor ve kostüm açısından iddialı, zengin sanat yönetimine sahip filmlerden hoşlanıyorsanız, geniş perdede gerçekten de hoş bir görsel etkisi olan bu film hiç kuşkusuz ki göz zevkinize fazlasıyla hitap edecektir. Ancak, klasik müzikten ve operadan da bir miktar hoşlanmak kaydıyla. Yok eğer "Bu taraklarda bezim yok" diyorsanız, fazlasıyla uzun ve yorucu bir deneyim...

"CAMİA"DAN HABERLER
Uçakan'ın "Anne ya da Leyla"sı 5 Mayıs'ta gösterimde

"Asimilasyon"u tercih eden pek çokları artık umursamasalar da benim kuşağıma (ve kültürel iklimime) mensup milyonlarca insanın hayata dair silinmez bir bakış açısı borçlu olduğu "İslâmcı yönetmen" (bunu inadına ve gururla yazıyorum) Mesut Uçakan'ın on yıl aradan sonra çekme imkânı bulabildiği son filmi "Anne ya da Leyla", 5 Mayıs'tan itibaren Özen Film dağıtımıyla ülkemiz sinemalarında gösterime girecek.

Muhafazakâr çizgideki sermaye sahipleri sinemanın kitle iletişiminde ne denli ciddi bir anlam ifade ettiğini unuttuklarından beri (hoş, zaten bu anlamı ne zaman tam olarak kavramışlardı ki?) diğer pek çok yönetmenimiz gibi Uçakan da kafasındaki projeler için sermaye bulmakta güçlükler yaşıyordu. 1995 yılında çektiği "Ölümsüz Karanfiller"den sonra, yolu yıllar boyunca yeni bir film için gereken maddî güç ve ona inanacak bir yapımcıyla ne yazık ki buluşamadı. Bu süre zarfında da -çok sevdiğinden değil, tamamen insanî zorunluluklar nedeniyle- tanıtım ve reklâm filmlerine yöneldi. O yüzdendir ki Mesut ağabeyin tam on yıl sonra da olsa kamerasına yeniden kavuşmuş olmasını kendi adıma büyük bir sevinçle karşıladım.

İnsanları yutan semt: Beyoğlu

Hatırlanacağı üzere, sayfalarımızda daha önce bu filmin kısa bir ön tanıtımını yapmıştım. İşte, sevgili Uçakan da kendisinden tamamen habersiz yaptığımız o tanıtımı bir internet taramasında görmüş. Sağolsun, geçtiğimiz haftalarda bizleri arayarak hem söz konusu yazı için teşekkür etti, hem de Yeni Şafak'ta kurmaya çalıştığımız "yeni sinema yaklaşımı"nı en doğru biçimde okuyan kişilerden biri olarak bu çabamızda içten destek mesajlarını iletti.

Gösterimine çok az bir süre kalan "Anne ya da Leyla"yı elbette ki beyazperdeye yansımasıyla birlikte en geniş şekilde tanıtacağım. Ama o tarihe kadar Uçakan sinemasını bilen ve seven okurlarımıza, en azından filmin öyküsü hakkında şu kısa bilgileri aktarabilirim.

Nezih bir semtte babası ve dadısıyla birlikte yaşayan 10 yaşındaki Kerem, yıllardır haber alamadığı annesinin yokluğu nedeniyle derin ruh sarsıntıları yaşamaktadır. Sonunda dadısından annesine ait olduğunu öğrendiği bir fotoğraf alan kahramanımız, babasının konuya ilgisizliği karşısında evi terkedip Beyoğlu'nda tek başına annesini aramaya başlar.

Kerem önce annesinin geçmişte yanında kaldığı bir kadına ulaşır. Ancak annesini sürekli kötüleyip duran bu yaşlı kadın, küçük adamın bütün umutlarını kıracaktır.

Öte yandan, kaybettiklerini Beyoğlu'nda arayan tek kişi Kerem de değildir. Yitmişliklerin başkenti İstanbul'un bu görkemli ama köhne semti, Mecnun adındaki bir gencin de Leyla'sını saklamaktadır. Çocukluk aşkının peşinden İstanbul'un yolunu tutan ve bir yakınının pavyona düştüğünü söylediği Leyla'yı Beyoğlu sokaklarında karış karış arayan Mecnun, ansızın karşısına çıkan Kerem'le arasında gelişen sıcak dostluğa engel olamaz. Üstelik çocuğun koynundan düşen fotoğraf, Leyla'nın da ta kendisidir.

Mehmet Çetin'in aynı adlı kısa bir öyküsünden Mesut Uçakan tarafından senaryolaştırılan "Anne ya da Leyla"nın başrollerini Turgay Başyayla, Oğulcan Gezgin, Aylin Coşkun, Müge Oruçkaptan, Şehnaz Dilan ve Orhan Aydın üstleniyor.

Ustamdan olgunluk dönemi çalışması

"Anne ya da Leyla"nın benim için, bunca değerinin yanısıra bir başka duygusal önemi daha var; o da bu yapıtın kameramanlığını, 1990'lı yılların başlarında ünlü yapımcı-yönetmen Türker İnanoğlu'nun Ulusal'ında asistan kameraman olarak çalıştığım dönemde -eti senin kemiği benim denilerek- yanına verildiğim ustam Süha Kapkı'nın yapmış olması... Bana "Betacam" formatının bütün inceliklerini büyük bir iyi niyet ve sabırla öğretmiş olan sevgili Süha ağabeyin çok temiz bir görüntü çalışması gerçekleştirdiğine hiç kuşkum yok. Türk sinemasının gelmiş geçmiş en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan babası Orhan Kapkı'nın yanında yetişmiş olan Süha Kapkı, Türk sinema sektöründe hem video hem de film formatında aynı anda yetkinleşmiş az sayıdaki görüntü ustasından biridir. Onun tecrübesinin yanısıra, filmin "görüntü yönetmeni" koltuğunda bir başka büyük ustanın, Hüseyin Özşahin'in oturuyor oluşu da "Anne Ya da Leyla"nın görsel kalitesine yönelik inancımı daha bir pekiştiriyor. Filmin 35 mm Eastman Kodak negatif filmle ve Arriflex kameralarla çekildiğini, banyo işlemlerinin de bu alanda ülkemizin en kaliteli laboratuarı olan Sinefekt'te yapıldığını hemen belirtelim.

"Öncüler"e destek aralıksız sürecek

Nankör insanları Yaradan da sevmez, kullar da... Şimdi, görece daha rahat bir piyasada bir sürü insan gibi ben de sinema üzerine rahatça atıp tutuyorum; dahası sektörde fiilen çalışma olanaklarına da sahibim. Oysa bundan 30 yıl önce, 1970'lerde Yücel Çakmaklı, Salih Diriklik ve Mesut Uçakan, nihayet 90'larda da İsmail Güneş ve diğer bir kaç öncü bu sektöre girdiklerinde adeta birer "hortlak" gibi karşılanmışlardı. Ve her biri, inançları nedeniyle dağdaki kurtlar kadar yalnız ilerlemek zorunda kaldılar.

Sonuç itibarıyla da Türk sinemasında irfanî bir bakışın, inanca dair öykülerin yolunu, çektikleri onca yalnızlığa karşılık yine bu güzel insanlar açtı.

Ve ben de ömrüm boyunca siyasal bilinçlenmemde hakkı olan, bu bilinçlenme doğrultusunda sinemasal beğenilerimize yön veren Çakmaklı, Diriklik, Güneş ya da Uçakan gibi insanların adlarını asla ayaklar altına aldırıp çiğnetmedim, bundan böyle de çiğnetmeyeceğim. Onlara, sinemasal açıdan tökezledikleri kimi nahoş durumlarda bile -solcuların kendi adamları söz konusu olduğunda en cömert şekilde sergiledikleri üzere- elimden geldiğince moral vermeye ve bir sonraki adımlarında çok daha güçlü çıkışlar yapmalarını sağlamaya çalışmam, benim kendilerine yönelik bir jestim değil, olsa olsa görevimdir.

"Rahmet ve Gazap"... "Reis Bey"... "Yalnız Değilsiniz"... "Kelebekler Sonsuza Uçar"... "İskilipli Atıf Hoca" ve diğerleri... Allah biliyor ki seni, bu çorak bozkırda, herşeye rağmen, inandığın o değerler adına inatla savaştığın için çok seviyorum Mesut ağabey...

1978'de "Lanet" ile başlayıp şimdilik "Anne ya da Leyla"ya ulaşan o zorlu, ama onurlu yönetmenlik serüveninde daha nice güzelliklere imzan atman dileğiyle...

"Bütün param senin olsun doktor, yeter ki arkadaşımı kurtar!"

Pittsburg'da bir oto yıkama servisi açmak için yanıp tutuşan, bu amaçla gözükara bir şekilde para biriktiren pinti seyyah Max, bir yandan gündelik işlerde çalışırken diğer yandan da otostop yapa yapa ilerlediği Amerikan karayollarından birinde genç denizci Lionel ile tanışır. Aslında son derece katı gerçekçi biri olan Max'in kendisine yolculuğu sırasında maddî ve manevî açıdan askıntı olabilecek hiç kimseye zerre kadar tahammülü yoktur; ancak yarım gönülle de olsa yolun bundan sonraki bölümünde yeni ahbabıyla birlikte seyahat etmeyi kabullenir.

Max'in yol arkadaşı Lionel, bir kaç yıl öncesinde karısı tarafından terkedilmiş, ama bu durumu kabullenmekte hâlâ güçlük çeken duygusal bir adamdır. Ayrılmaları sırasında hamile olan eşinin, o epeyce uzun süren bir denizaşırı görevdeyken doğum yaptığını öğrenmiştir ve şimdi de bu evlilikten geriye kalan tek değer olan küçük kızını görebilmek için yeniden eski aile ocağına ulaşma çabasındadır.

Bu zıt ikili, son derece yavaş ilerleyen yolculuklarında önce birbirlerine karşı oldukça mesafeli davranacak, sonrasında ise giderek iki kader ortağına dönüşeceklerdir. Hattâ, Lionel'in yol açtığı bir olaydan dolayı birlikte kısa süreli bir cezaevi serüveni dahi yaşarlar.

Tam bir gariban olan yol arkadaşına kanı gitgide kaynamaya başlayan Max, Lionel'i artık yıllardır hayâllerini kurduğu araba yıkama servisi işinde yanında görmeyi istemektedir; ancak eski eşinin bu kırılgan adama karşı sergilediği zalimane tutum, müstakbel ortağını umulandan da erken bir biçimde Max'in ellerinden söküp alacaktır.

"Yüreğimizi Delip Geçen Filmler" bölümünü alıcı gözüyle takip eden okurlarımız, bu köşeye aldığımız filmlerde teknik ve estetik bir yetkinliğin yanısıra mutlak surette bir "duygu" boyutu da aradığımızı iyi bilirler. Özellikle de "arkadaşlık", sinemada büyük öykülerin anlatılabilmesi için son derece elverişli duygusal malzemeler sunan, insanlık tarihi kadar eski bir insanî değer olarak karşımıza çıkar.

İşte, "Korkuluk" da sinema tarihinde "arkadaşlık" olgusuna adanmış en etkileyici ve yürek yaralayıcı filmlerden biri; belki de düpedüz birincisi... Uzun yıllar önce tek kanallı TRT döneminde ve o da yalnızca bir kez ekranlara geldiği için, günümüzün genç sinemaseverleri bu çarpıcı öyküyü yakından tanıma olanağından ne yazık ki yoksunlar. Diğer pek çok nitelikli yapıt gibi, "Korkuluk" da henüz yasal VCD/DVD piyasasında bulunmuyor.

Bu unutulmaz arkadaşlık öyküsünü -belki yirmi yıl önce- TRT'de izleme olanağı bulmuş ve gördükleri karşısında büyülenmiş, sonraki yıllarda da filmin ABD kökenli bir DVD'sini güç bela temin etmiş bir sinemasever olarak, önümüzdeki dönemde bir televizyon kanalının söz konusu yapıtı keşfedip yeniden göstermesini ya da bir ithalatçının VCD/DVD'sini piyasaya sürmesini ummaktan başka seçeneğim yok.

Türkçe Adı: "Korkuluk"
Orijinal Adı: "Scarecrow"
Yapım Yılı: 1973
Ülke: ABD Yapımı
Süre: 112 Dakika
Yönetmen: Jerry Schatzberg
Senaryo: Garry Michael White
Müzik: Fred Myrow
Görüntü Yönetimi: Vilmos Zsigmond
Kurgu: Evan Lottman
Oyuncular: Gene Hackman, Al Pacino, Dorothy Tristan, Ann Wedgeworth, Richard Lynch, Eileen Brennan, Penelope Allen, Richard Hackman, Al Cingolani, Rutanya Alda
Uluslararası İzleyici Yargısı: 7.0 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)

Genç sinemaseverlerin büyük bir bölümünün, daha çok "İtalyan mafya babası Don Carleone" kimliği ya da son yıllarda çektiği şık aksiyonlarla tanıdıkları Al Pacino'yu -"Baba-1"den hemen sonra rol aldığı- bu az bilinen filmde henüz izlememiş olmaları, hiç kuşkusuz ki gerçek bir kayıp. Ama onun da ötesinde, bu satırların yazarının öteden beri en gözde aktörleri arasında yer alan büyük usta Gene Hackman'ı, saçlarına henüz akların düşmediği 1970'lerin başlarında, "Korkuluk"taki "Max Millan" rolünde izlemek tek kelimeyle göz kamaştırıcı bir oyunculuk dersine tanık olmak anlamına geliyor. Hackman, çevresindeki hiç kimseye tek kuruşunu koklatmayan cimrinin cimrisi bir sokak adamından, aklını yitiren yol arkadaşının yeniden sağlığına kavuşabilmesi için hastane koridorunda yaralı bir ceylan gibi çırpınan o gönlü zengin insana müthiş bir inandırıcılıkla dönüşüyor. Gündelik hasta trafiği içinde kendisine hiç bir özel anlam ifade etmeyen -derin komaya girmiş durumdaki- Lionel'ı üstünkörü biçimde muayene eden görevlinin yakasına yapışıp, "Sen doktor değil misin, kurtar dostumu! Benim param var, ne kadar istiyorsan veririm, yeter ki onu yeniden eski hâline döndür!" diye tartakladığı ve artık zihinsel olarak çok uzaklara uçmuş durumdaki müstakbel ortağını, "Uyan be adam, uyan artık! Hiç bir şeyin yok, iyisin sen!" diyerek ayağa kaldırmaya çabaladığı sahneler, o gün bugündür sinemada arkadaşlığa adanmış en dokunaklı görüntüler arasında yer alıyor (Zaten kendisi de bu rolde sergilediği performansı, günümüzde seksen yapıtı aşmış olan zengin filmografisinin tartışmasız en iyisi olarak nitelemektedir).

Yurt dışından alışveriş yapma olanağına sahipseniz bu filmi ne yapıp edip arşivinize katın. Özellikle de yağmurlu bir günde yakın arkadaşlarınızla birlikte izleyin. Şimdiye kadar, "fânî gök kubbede bâki kalanın yalnızca hoş bir sedâ olduğunu" bundan daha iyi anlatan bir sinemasal öyküyle karşılaşmadığınızı göreceksiniz.

"Korkuluk"un 1973 yılında Cannes Film Festivali'nin Altın Palmiye'sini kazandığını da son bir not olarak düşelim.

Bkz / Bu filme ilişkin İngilizce bir değerlendirme için tıklayınız

'Tekinsiz otel'in adım adım çıldıran bekçisi

Meteliksiz bir yazar olan Jack, tamamlamaya çalıştığı romanı için uygun bir ortam oluşturduğunu düşünerek, kışın hizmete kapatılan bir dağ otelinde sezonluk bekçilik yapmaya tâlip olur. İş başvurusunun kabul edilmesi üzerine de karısı Wendy ve küçük oğlu Danny ile birlikte Amerikan taşrasındaki bu kuş uçmaz kervan geçmez tesise doğru hareket eder.

Kış aylarını son derece lüks ve bomboş bir otelde geçirmek, ilk aşamada ailenin bütün üyeleri açısından ilginç bir deneyim gibi görünmektedir. Ancak, çevreyi karlar kaplayıp otelin dünyayla ilişkisi kesildikçe bu deneyim giderek bir kâbusa dönüşecektir.

Kendisine sunulan konfor ve sessizlik ortamı içinde kitabını yazmaya uğraşan Jack, binanın değişik bölümlerinde görmeye başladığı ürkütücü hayâller nedeniyle aklî dengesini adım adım yitirmeye başlar ve en sonunda da eşiyle oğlunu öldürmeyi kafasına koymuş bir manyağa dönüşür. Çünkü otelin barındırdığı gizem, kendi hâlindeki bu küçük ailenin üstesinden gelemeyeceği kadar derin ve karmaşıktır.

"Kapalı mekân gerilimi" türünde bir zirve olarak kabul edilen bu ünlü filmin İngilizce orijinal adı, yönetmeni, en az iki başrol oyuncusunun adları ve filme kaynaklık eden romanın yazarının adı nedir?

Bu hafta, ödül dağıtımımızda sayısal bir değişiklik yaptık ve talihli okurlarımıza armağan edeceğimiz DVD'lerin sayısını -verdiğimiz filmin güzelliği nedeniyle ve bir defaya mahsus olmak üzere- 3'ten 10'a çıkardık.

Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 13 Nisan 2006 Perşembe günü saat 11.00'e kadar sinebulmaca@yahoo.com elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan tam 10 talihli, Kanadalı yönetmen Paul Haggis'in geçtiğimiz ayki son Oscar töreninde aralarında "en iyi film" ödülü de olmak üzere üç dalda Oscar kazanan etkileyici yapıtı "Çarpışma"nın ("Crash") birer DVD'sini kazanacaklardır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
31 Mart 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: "Night of the Living Dead"
- Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Yaşayan Ölülerin Gecesi"
- Yapım Yılı: 1968
- Yönetmeni: George A. Romero
- Başrol Oyuncuları: Duane Jones, Judith O'Dea, Karl Hardman, Marilyn Eastman, Keith Wayne, Judith Ridley, Kyra Schon

Yarışmamıza yurt çapında toplam 118 katılım gerçekleşti ve bunlardan 96 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi, yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
6 Nisan 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Ergün Çakıcıer / ESKİŞEHİR
- Serdar Dursun / BATMAN
- Çiğdem Yeşiltaş / ŞANLIURFA

Talihlilerimizin armağan DVD'leri "Çılgın Şehir" ("Mad City" / Oynayanlar: John Travolta, Dustin Hoffman / Yönetmen: Costa Gavras) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.

Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"


  • Ali Murat Güven: Şükürler olsun ki böyle bir ülkede yaşıyorum



      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 31 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Mart 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 24 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 17 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi