T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 17 NİSAN 2006 PAZARTESİ | ||
Türkiye'de iktidar partilerinin güçlerini halkın iradesinden ziyade Amerika'nın onayından aldıkları yönünde ortalıkta gezinen bir kabul vardır. "Ortalıkta gezinen" diyoruz, çünkü kesin bir bilgiye dayanmadığı gibi kimler tarafından gerçek anlamda benimsendiği de pek belli değildir. Ama birileri tarafından ısrarla işlenmeye çalışıldığı, bazı analizlerin merkezine oturtulduğu açıktır. Belli ki, birileri bu kabulün satışıyla geçiniyor. Birileri ise bu kabule prim vermekle sürekli olarak iç siyasette herhangi bir özgün-bağımsız siyasetin yürütülmesinin imkansız olduğu duygusunu yayacak bir karamsarlığı besliyor. Üstelik bu birilerinin bunu "ulusalcı" bir duyarlılık adına yapıyor olmaları yaptıkları işi hem ilginç hem de tahammül edilmez derecede "ağır" kılıyor. Çünkü ABD'nin sadece Türk siyasetinde değil, bütün dünya siyaseti üzerinde vehmedilen etkinliği aslında onun mandası altına girmekten başka bir seçenek telkin etmiyor. Bu kadar güçlü bir varlığa karşı zaten durulamaz; dolayısıyla kayıtız şartsız teslim olmaktan başka bir yol olamaz. Büyük Ortadoğu Projesi üzerine yazılıp çizilenlere ve söylenenlere bir bakınız mesela. En muhalif söylemlerle konuşanlar bile öyle bir Amerikan projesinden bahsediyorlar ki, sanki bu, Irak'ta boğazına kadar çamura saplanmış ve nasıl çıkacağı bilgisi konusunda binbir türlü acz içinde bulunan, bildiğimiz Amerika değil, kadir-i mutlak bir Tanrı. Büyük Ortadoğu Projesi'nin her tarafı büyük olsa ne yazar? Sonuçta projenin büyük olması değil uygulanabilmesi ve başarı şansı olması önemli değil midir? İşte başarı karnesi ortada. Irak'ta ve Ortadoğu'da ne yapmaya çalıştıysa tersiyle karşılaşıyor. İşler iyice sarpa sarıyor. Düzeltmek için yaptığı her girişimin sonunda batağa daha da saplanıyor. Şimdiye kadar mağlup ilan edilmeden kaçmanın bir yolunu arıyordu, şimdi sanki mağlup sayılsa bile kaçmayı göze alacak bir noktaya doğru hızla sürükleniyor. Buna rağmen BOP'nin, bilhassa muhalif söylemlerin vehimlerinden daha büyük desteği yok gibi görünüyor. Bu söylemler Amerika'nın başarısızlıklarını bile kötülüğünün veya büyüklüğünün bir sonucuna yorumlayarak Amerikan imajını beslemeye devam ediyor. Üstelik bunu Amerikan aleyhtarlığı bir ulusalcılık, solculuk veya hatta İslamcılık adına yapmıyorlar mı? Sonuçta Amerika'yla veya Amerika'ya karşı makul bir siyaseti imkansız kılan bir eylemsizlik üretmekten başka ne yapmış oluyorlar? Çünkü ne yapılsa, bu yaklaşım tarzı içinde Amerika'ya atfedilen büyük senaryonun içinde hesaplanmış ve ayarlanmış bir adım olarak değerlendirilebilir, değerlendiriliyor da zaten. Bir tür siyasal teodise yani. Bir de hükümete Amerika'nın çıkarları doğrultusunda bir siyasi tavır ve programı tek seçenek olarak dayatmaya çalışanlar var. Amerika'nın razı olacağını düşündükleri siyasetleri AK Parti hükümetine empoze etmeye çalışırken büyük, kadir-i mutlak ve yekpare bir Amerika illüzyonunu sürdürmeye çalışıyorlar. Çünkü böyle bir Amerika imgesi olmadan söyleyeceklerinin hiçbir geçerliliği olamaz. Dün Edibe Sözen ile Hakan Yavuz'un Zaman Gazetesi'nde yayımlanan yazısı bu yekpare Amerika'nın ne kadar büyük bir yanılsama olduğunu gözler önüne seriyor. Tezlerini Amerika'da çok farklı Amerika'lar olduğu düşüncesine dayandırıyor Sözen ve Yavuz, ve soruyorlar: "Medya AKP'yi hangi Amerika'yla korkutuyor?" Aslında medyanın bir sürü güç odağından sadece bir tanesinin görüşlerini bütün Amerika'nın görüşleri gibi yansıtmaya çalışmasının ucuz bir Amerika pazarlaması tarafı var. ABD sayısız lobi ve think-tank kuruluşu ve kurumu ile çok farklı güç odaklarının dinamik ve değişken bir yapılanmasını ve sürecini ifade eder. ABD'yi bir sabite gibi düşünmek için kendine ait bir siyasetten vazgeçmek gereklidir. Çünkü bu şekilde ABD bir sabite olarak kurulmakla kalmıyor, kendisine karşı herhangi bir tedbir almaya imkan vermeyecek kadar güçlü olarak da düşünülüyor. Doğrusu böyle bir güçle ilgili siyaset değil teoloji yapılır. Öyle de yapılmaktadır. Bir sabite olarak görüldükçe bu güç bir afyon olarak siyasal ve sosyolojik işlevini yerine getirir. Siyasal davranışı yani insan özgürlüğünü zayıflatır; alternatif bir siyaset arayışını imkansız ve lüzumsuz kılar; kaderci ve teslimiyetçi bir tutumu telkin eder. Başkalarını bilemeyiz, ama Müslümanların, dünyadaki hiçbir siyasi gücü, kötülemek ve lanetlemek kastıyla bile olsa, kendi iradelerini (siyasetlerini) bu kadar bağlayacak bir şekilde tasavvur etmelerinin doğru olmadığını çok iyi biliyoruz.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |