T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 3 OCAK 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Tanrı'sız arazi'den insansız arazi'ye...

Heidegger, (Batı'da) felsefenin Sokrat'la birlikte sona erdiğini söylemişti. Oysa biz, Batı-merkezci metinlerden, Batılı anlamda insanın hayatın merkezine yerleştirilmesi ve felsefenin mythos'tan logos'a ve antropos'a endekslenmesi sürecini başlatan filozof olması hasebiyle, felsefenin, ilkin Thales'le, ama esas itibariyle Sokrat'la birlikte başladığını bilmemiz gerektiğini bellememiz istendi bizden bugüne kadar.

Ben, Heidegger'in "kışkırtıcılığını" kuşanarak, sadece felsefenin değil, bir adım daha ötesine giderek, insanın da Sokrat'la birlikte bittiğini düşünüyorum.

Bugün geldiğimiz noktada, dünyanın yaşanılamaz bir yer hâline getirilmesinin, gezegenimizin ve bütün insanlığın geleceğinin tehlikeye girmesinin, insanın da, Tanrı'nın da karikatürleştirilmesinin kökenleri buralarda, bu kırılma ânı'nda aranmalıdır.

Elbette ki, Sokrat, bilge bir kişidir. Sokrat'ın felsefeyi insana, insan felsefesine indirmesi de bilge kişiliğinin bir sonucudur.

Hatırlayalım: Yunan felsefesi, doğa felsefesi olarak başlamıştı. Sokrat öncesi düşünürler, varlık sorunu üzerinde yoğunlaşmışlardı. "Varlığın özü nedir?" sorusu temel sorularıydı. Verdikleri cevaplar ise, verebilecekleri cevaplardı. Daha ötesi olamazdı; biraz zordu daha ötesine gidebilmeleri. Çünkü antik Yunan pagan düşüncesi, Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri başta olmak üzere diğer medeniyetlerin merkezî varlık ve hakîkat idraklerini oluşturan tabiatüstü'nü tabiat'a; kozmoloji'yi, kozmografya'yı, kâinât ve âlem tasavvurunu ise semavî olan'dan yerküre'ye indirmişti.

Doğa felsefesi, böylesi bir zihinsel ortamda Antik Yunan pagan düşüncesinin temel düşüncesi oldu. Ancak Yunan kolonilerinde yaşanan gerilimler, sorunlar ve çatışmalar, Sokrat'ı, insan üzerinde, insanın doğası üzerinde düşünülmesi, kafa yorulması gerektiği fikrine götürdü. Eflatun ve pagan-seküler Batı düşüncesinin esas kurucusu olan Aristo'yla birlikte, sistematik felsefeye geçilmiş; dolayısıyla insan; dünya, kâinât ve Tanrı üzerinde düşünmenin de tek ölçütü, belirleyicisi ve aktörü konumuna yükseltilmiştir. Aslında, bu, bir başka ifadeyle, insanın kâinât'la ve Tanrı'yla irtibatının kopartılması, dolayısıyla pagan düşüncenin başlangıç ve bitiş noktası olmuştur.

Özetle, Sokrat'la birlikte ortaya çıkan şey, insanın varoluş serüveninin sadece antropos'a yani bizatihî insanın kendisine ve bu dünyaya indirgenmesi oldu. Oysa, felsefenin antroposa indirgenmesi veya endekslenmesi, insan'ın her şey olarak konumlanması sonucunu doğurmuş; bu da insanın varlık ve var/oluş ufkunu kendi içine ve kendi üstüne, dolayısıyla bu dünyaya kapanarak daraltması, sınırlaması, kendiyle ve kendinde bitirmesi ile sonuçlanmıştır: Antikitede Tanrısız arazide çıkılan, ortaçağlarda arazisiz Tanrı ve İnsan'la farklılaşarak süren, modernlikle birlikte yeniden Tanrısız araziye varılan, postmodernlikle birlikte ise hem Tanrı'sız, hem de insansız arazide dondurulan, serüven dolu pagan yolculuğun vardığı ve kaçınılmaz olarak varabileceği nihâî nokta burası olacaktı.

Özetle, Batı düşüncesi, kültürü veya sivilizasyonu, türlü türbülanslarına, türlü farklılıklarına ve türlü kesintilerine rağmen, esas itibariyle, tanrısız ve insansız arazide cereyan eden sürekliliklere sahip bir tecrübedir: Bu süreklilikleri belirleyen, şekillendiren ve yönlendiren kurucu paradigmaların kaynağı tanrısız ve insansız arazi'yi üreten paganizmler, dolayısıyla sekülerizmlerdir.

Paganizmler, dolayısıyla sekülerizmler, insanı, eşyayı, kâinâtı ve Tanrı'yı konumlandırış biçimi nedeniyle, daha önce de dikkat çektiğim gibi, varoşsal bir saldırı ve varoluşa bir saldırı üretmiş bir tecrübenin adıdır. Dolayısıyla insana dayanılmaz bir özgüvensizlik duygusu yaşattığı için insanı terörize eden, sonuçta da türlü terör biçimlerini kışkırtan, çoğaltan ve meşrûlaştıran bir tecrübedir bu.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi