T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 16 OCAK 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Niçin mi karanlıktayım?

Karanlıktayım. Bak, anlamadığın için yineliyorum: hâlâ karanlıktayım.

Çünkü güneşin battığı yerdeyim. Güneşin battığı yere güneşin doğduğu yerden geliyorum. Doğuşunu görmüştüm, nicedir batışını da görüyorum.

İster istemez bu mektubu da sana güneşin battığı o yerden -şaşma sakın!- karanlıktayken yazıyorum; bir Pazar günü güneş Boğaz'da hem de boğazına kadar batmışken okuyasın diye... sen bayram ederken bari bayramsız kalmış olana kulak veresin diye... üstelik üşenmeden, bıkmadan, sıkılmadan biteviye "sabır yâ HU!" diyesin diye...

"Ben güneşi severim" demiş Hugo'nun idamlığı...

Ne kadar da sade bir cümle değil mi?

Efendimiz İbrahim ise "Ben batanları sevmem" demiş... Güneşin parlaklığına aldanmayıp yüzünü "bir var, bir yok olan"a değil, bilâkis hep var olana, her daim varolana çevirmiş.

Sonradan zuhur etmiş şu ünlü Doğu-Batı ikilemi: Şark-Garb veya Maşrık-Mağrib ya da Morgenland-Abendland... güneşin doğuş ve batışıyla adlandırılmış bütün topraklar...

Oysa güneş doğduğu yerde batıyor; battığı yerde de doğuyor. Doğuş da araz, batış da. Ne garip değil mi, araza maruz kalanların kendisi de araz.

Araz (accident) "zatıyla kaim olamayan"ın adı... Her arazın ârız olmak için, ârız suretiyle var olmak için bir cevhere ihtiyacı var. Araz arazla kaim olamaz. Tanım gereği burası kesin.

Bu bakımdan cevher olmaksızın araz (var)olamıyor; olabilmesi için hiç değilse bir cevherin olması, arazın da işbu cevherle varlığa gelmesi gerekiyor.

Cevher (substanz) nedir? O da "zâtıyla kaim olan"ın adı... kısacası öz... özün kendisi... eskiden 'mahiyet' diyorlardı; şimdiyse ne'lik... "Nedir?" sorusunun cevabında söylenen 'nev' (tür).... Cins'le (genus) fasıl'dan (differenz) mürekkeb bir mahiyet... ve güya hakikat...

Doğu'da da, Batı'da da felsefeciler ve kelâmcılar böyle buyurmuşlar. Lâkin defter-i irfana sığmaz bir söz gelmiş de divaneden, sonunda ne cevher kalmış, ne araz...

Divane, yani varlık ehli sormakta ısrar edip der ki: Cevherin tanımında geçen 'kıyam' (kaim olmak) da bir araz değil midir?

Elhak öyledir; zira kaim olmak kâim olana ilişen bir arazdır. Öyle ya, kaim olan olmasa, kıyamdan söz edebilir miydik? Elbette edemezdik.

Cevherin tanımında yer alan ("zâtıyla kaim olan") iki unsurdan biri böylelikle elenir ve geride şu 'zât' denilen vasıf kalır. Soralım o halde, nedir şu 'zât' (essence, wesen) dedikleri?

Meselâ insan'ın zâtı: "düşünen/konuşan canlı" (hayvan-ı nâtık).

Düşünmek/konuşmak (nutk) şeklindeki özsel ayrımın kendisi de bir araz (accident) değil mi? Öyle, zira düşünen-konuşan olmasa düşünmek'ten de, konuşmak'tan da söz edemezdik.

Aynı eleştiri 'canlılık' için de geçerli. Çünkü canlılıktan söz edebilmek için, önce, canlı olan, canlı sıfatını alacak olan bir şey olması gerekiyor.

Bu durumda cevherin tanımının cevherin kendisiyle değil, bilâkis arazlarıyla yapıldığını kabul etmek zarureti ortaya çıkıyor ki son tahlilde 'cevher' diye bilinenler de birer arazdan ibaret kalıyor.

Oysa tüketilemeyecek olan tek hakikat VARLIKtır! Nitekim bu nedenle daha önce "hakikat Benim' demeyip "ben Hakikatim" dediğimi belirtmiş, hakikate sahip değil, dahil olabileceğime işaret etmiştim.

"Arada ne fark var ki?" diye sorup bu açıklamayı daha da açmamı istiyorsun ki ey tâlib, bakarsan görürsün, açılması istenen zâten (!) açık!

Lâkin yine de bil ki bir önermenin (yargı cümlesinin) yüklemi, konusunu (subjekts/sujet) kapsamak zorundadır. O halde ben'in hakikati kapsamadığını, buna karşın Hakikat tarafından kapsandığını, dilersen sen de görebilirsin.

Hakikatle hakikati üzre karşılaşmak istiyorsan, "ben Benim" de ve Eymen vadisinde yanmakta olan ateşe yaklaşmayı dene! Göreceksin ki o ateş, iki ben'den birini yakacak, diğerine ise dokunamayacaktır.

VE unutma ki ey talib, ateşten payını alacak olanların hepsi araz, varlığıyla ateşi serinletecek olan ise cevherdir.

Sen kendini kararlılıkla ateş sun ve bir bak bakalım, ateşten payını almayacak olan neyin var?

Bir de yanmaktan değil, yanamayacak halde kalmaktan kork! Çünkü güneşin battığı bu topraklarda Eymen vâdisinin artık adından bile söz edilmiyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi