T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 20 OCAK 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

'Selvi Boylum'un İtalyancası

Roberto Benigni'nin tıpkı "Hayat Güzeldir"de olduğu gibi baştan aşağı masalsı bir atmosfer ile bezediği yeni filmi "Kaplan ve Kar", sevgi ve emek üzerine son derece dokunaklı bir öyküyü beyazperdeye aktarıyor.

HAFTANIN FİLMİ
Kaplan ve Kar
(La Tigre E La Neve)

2005 / İtalya Yapımı
Yönetmen: Roberto Benigni
Oyuncular: Roberto Benigni, Jean Reno, Nicoletta Braschi, Giuseppe Battiston, Tom Waits
Süresi: 114 dakika
Dağıtıcı: Özen
Uluslararası İzleyici Yargısı: 6.9 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
Şiddet yok Cinsellik/Çıplaklık yok Argo yok

2003 yılı başları. Attilio de Giovanni Roma'daki Yabancılar Üniversitesi'nde okutmanlık yapan naif bir şairdir. Irak savaşı henüz başlamamış olmasına karşın, havada yaklaşan kanlı bir savaşın kokusu hissedilmektedir.

Dış dünyada yaşanan vahşetlere ve hoyratlıklara gönül kapılarını bütünüyle kapatmış olan Attilio, evinde çok sevdiği şiirlerin şairlerine ait hayâli sesler arasında huzur dolu bir hayat yaşamaktadır.

KARŞILIKSIZ KALAN AŞK

Dünyada yaşanan kötü olaylar onu korkutucu bir şekilde etkilemeye başladığında, günlerden bir gün rüyasında evlenmek istediği kadını görür. Kadının adı Vittoria'dır ve gerçek hayatta da böyle biri vardır. Ancak gelin görün ki evlilik fikrine hiç de sıcak bakmayan snob bir edebiyatçıdır Vittoria. Bu sevimli adamın ona yaklaşmak için yaptığı her şey, ölümsüz aşkını ilan ediş tarzı bile güzel kadını çılgına çevirmektedir.

Attilio'nun bu inatçı aşkının, üzerinde çalıştığı son kitap ise Iraklı ünlü bir şairin biyografisidir. Yıllardır Paris'te yaşayan Fuad Bey, sonunda Bağdat'a dönmeye karar vermiştir. Çünkü eğer savaş patlak verirse kendi insanlarının yanında olmayı istemiştir. Vittoria ve Attilio onunla Roma'da buluşurlar.

Aradan zaman geçer ve Attilio Bağdat'a dönmüş olan ünlü şairden üzücü bir telefon alır. Biyografiyi bitirebilmek için onunla birlikte Bağdat'a giden Vittoria, ilk Amerikan saldırısında başından yaralanmıştır ve ölümün eşiğindedir. Attilio sevdiği kadına ulaşmak için bir dakika bile tereddüt etmez. İnatçılığı ve şansı sayesinde aynı gün Irak'a varmayı başarır. Fuad Bey, onu büyük aşkı Vittoria'nın herşeyden habersiz ve bilinçsizce ölümü beklediği hastaneye ulaştırır. Doktorlar savaşın mahvettiği koşullarda çaresizlik içinde çırpınmaktadır; hastanede ne ilaç ne de gerekli tıbbi malzeme vardır. Delişmen Attilio, umutsuzluğu asla kabul etmeyen tavrı ile saldırı altındaki şehirde ilaç aramaya girişir. Çünkü aşk ölümsüzdür ve Vittoria ölmemelidir.

Fransız sinemasının karizmatik oyuncusu Jean Reno, "Kaplan ve Kar"da yurdundan uzak düşmüş Iraklı bir şair olarak karşımıza çıkıyor.
Yıllarca komedi filmlerinde boy gösterip bir çeşit İtalyan Kemal Sunal'ı olarak ün yaptıktan sonra 1997'de kendi yazıp yönettiği "Hayat Güzeldir" ile gerektiğinde ağırbaşlı konulara da dalabileceğini cümle âleme gösteren ve bu duygusal filmiyle milyonları can evinden vuran aktör-yönetmen Roberto Benigni'den, yine son derece kişisel ve tutku yüklü bir çalışma.

GÜLDÜRMESİNİ DE AĞLATMASINI DA BİLİYOR

1999 yılında, anılan filmle en iyi erkek oyuncu Oscarı'nı aldığında heyecandan canlı yayında sıraların üzerine çıkmasıyla hatırladığımız bu taşkın adam, kabul etmek gerekir ki komedi ile trajediyi birbirinin içinde büyük başarıyla eritebildiği Allah vergisi bir sinemasal yeteneğe sahip. İtalyan sinemasından "sevgiyi, ancak o sevgi için gerçek anlamda emek verenin hak edeceğini" dile getiren, bu yönüyle de bizim sinemamızın unutulmaz "Selvi Boylum Al Yazmalım"ına benzettiğim, bütün gerçek romantiklerin ve bu arada da karşı cinsle ilişkilerinde öze değil daha çok biçime takılıp kalanların mutlaka izlemesi gereken çağdaş bir masal...

HAFTANIN DİĞER İKİ 'YENİ'Sİ
1- DREAMER
(Sevgili ithalatçı, bu filmin Türkçe adı nerede?)

Yönetmen: Rupert Wainwright
Oyuncular: Kurt Russel, Dakota Fanning, Kris Kristofferson
Duygusal
** 1/2

Kızına duyduğu sevgi nedeniyle, sakatlanan bir yarış atının hayatını kurtarmak ve bu umut vaat eden kısrağı eski ihtişamlı günlerine geri döndürmek için neredeyse her şeyini feda eden bir babanın öyküsü...

Bir zamanların başarılı at terbiyecilerinden biri olan Ben Crane, bu yeteneğini artık koşu meraklısı kodamanları zengin etmek için kullanmaktadır. "Sonya" ise kariyerini mahveden kırık bir bacak yüzünden pistlerden zamansız biçimde çekilmiş çok güzel bir kısraktır. Sahibi tarafından ticarî açıdan artık bir "ölü" olarak kabul edilen şanssız hayvan, kazaya kadar ona bakmış olan Ben'e işten çıkarılma kâğıtlarıyla birlikte "tazminat" olarak verilir. İşini kaybetmesinin yanısıra ailevî sorularla da boğuşan kahramanımızın babasıyla ikili ilişkileri yıllar öncesinde kopmutur. Ancak küçük kızı Cale'in azmi sayesinde giderek onunla yakınlaşacak ve bu iki hasar görmüş ruh, görünüşte imkânsız bir amaç için bir araya gelecektir: Breeder's Cup Classic koşusunu kazanmak. Yaşlı adam, oğlu ve torunu bir yandan yaralı bir ata yardım ederken, diğer yandan da ailevî ilişkilerindeki daha derin yaraları iyileştirmektedirler.

Kaliteli bir oyuncu kadrosuna sahip, zarif, duygusal ve özellikle de çocuk izleyiciler için son derece uygun bir film. Öyküsünde yer alan "zedelenmiş baba-oğul ilişkisi" boyutu itibarıyla da "Babam ve Oğlum"un bir tür Amerikan versiyonu. Ancak, bu filme bayıla bayıla verdiğim üç yıldızın yarım dilimini, Metro-Pinema yetkililerinden ibret-i âlem olsun diye aynen geri alıyorum. Film ithalatçılarımız ne düşünürler bilemem, ama bizler -Türkiye'de yaşayan insanlar olarak- inadına Türkçe konuşmaya, Türkçe yazmaya ve Türkçe düşünmeye devam edeceğiz. Basın bülteninde bile adının "hayâlperest" anlamına geldiğini belirttiğiniz bir filmi Türkiye Cumhuriyeti'nde neden Türkçe bir adla gösterime sokmaya gerek duymuyorsunuz? Eğer ben bu sayfayı Türkçe hazırlıyorsam, siz de filmleriniz için Türkçe afişler, broşürler ve basın bültenleri hazırlamaya mecbursunuz. Bu sözüm, yalnızca anılan filmin ithalatçılarına değil, aynı zamanda Türkiye'deki diğer bütün ithalatçı ve dağıtıcılaradır. Warner Bros da birkaç hafta önce "Kiss Kiss Bang Bang" gibi bir abukluğa imza atmış, onu da "Öp ve Öldür" diye düzeltmiştik. Bu filmin adı da "Dreamer" falan değil, "Hayâlperest"...

* * *

2- SİS
(The Fog)

Yönetmen: Rupert Wainwright
Oyuncular: Tom Welling, Maggie Grace, Rade Sherbedgia, Selma Blair
Korku-Gerilim
*1/2

Antonio Bay kasabasında yoğun bir sisin ardına gizlenmiş olarak ortaya çıkan ürkütücü ve kötü güç, kasaba sakinleri arasında dehşet saçmaya başlar. Çok geçmeden bu gizemli varlıkların 1871'de aynı bölgede seyahat eden bir geminin hunharca öldürülmüş mürettebatı ve yolcularının ruhları olduğu anlaşılacaktır. Öfkeli ruhlar, geçmişte kendilerini katleden dört katilin soyundan gelen kasabalıların peşindedirler. İlk şoku atlatan bölge halkı, sis bastırdığında ortaya çıkan bu acımasız avcıları durdurmak için harekete geçer.

Korku-gerilim ustası John Carpenter'in küçük bütçeli ama hatıralarımızda yine de belli bir iz bırakmış olan 1980 yapımı filminin modern teknolojiden medet umularak gerçekleştirilen yeniden çevrimi. Filmin jeneriğinden öyle anlaşılıyor ki Carpenter üstadımız en verimli döneminden kalma bu öyküyü ikinci kez beyazperdeye uyarlamaya kalkışan genç ekibi yalnız bırakmamış ve yeni versiyonda hem senaryoyu yazıp hem de yapımcılıklardan birini üstlenmiş. Bu tür bir vefa gösterisi ve ağabeyce sahiplenme duygusu iyi hoş da, vaktiyle Carpenter'ın elinde bile bin bir güçlükle gerilim öyküsüne dönüşmüş olan "Sis" gibi zorlama bir malzemeyi çok matah bir malmış gibi ikinci kez beyazperdeye uyarlamanın ne âlemi var, onu pek anlayamadım doğrusu. Sanırım Batılı izleyiciler de benim gibi düşünüyor olmalılar ki film hem ABD hem de Avrupa'da gişede iki seksen uzandı. Hollywood'un son yıllarda gerçekten de ciddi biçimde konu krizi yaşadığını gösteren, esaslı bir zaman, para ve emek kaybı. Canınız hafta sonunda ille de biraz gerilmek istiyorsa...

YÜREĞİMİZİ DELİP GEÇEN FİLMLER
'Seni eve götürmeye geldim Nick'

1970'li yılların başı. ABD'nin Pennsylvania eyaletinde, nüfusunun önemli bir bölümünü Ortodoks-Rus göçmenlerin oluşturduğu küçük bir endüstri kasabası. Bu kasabadaki demir-çelik tesislerinde çalışan üç arkadaş, hükûmetin Vietnam Savaşı için gençlere yaptığı askere yazılma çağrısına uyar ve hakkında o güne kadar hiç bir şey bilmedikleri, binlerce kilometre uzaklardaki bu küçük ülkeye savaşmaya giderler. Her türlü insanî değerin ayaklar altına alındığı kanlı Vietnam deneyimi, boş zamanlarında Pennsylvania dağlarında geyik avlamaya çıkan bu kendi hâlindeki üç adamın ve onların varlığına bel bağlamış olan yakınlarının hayatlarını bir daha düzelmemek üzere mahvedecektir.

"Arkadaş" sözcüğü, "insanın sırtını hiç korkmadan, tereddütsüz şekilde yaslayabileceği yer" anlamındaki "arka" kökünden türemiştir. Ve 1978 yapımı "Avcı" da sinema tarihinde hiç kuşkusuz "arkadaşlık üzerine yapılmış en etkileyici film" olarak o gün bugündür sinemaseverlerin gönüllerinde bütün ihtişamıyla yaşıyor.

Vaktiyle bir çok film eleştirmeni öykünün bu boyutunu görmezden gelerek, filmdeki Vietnam Savaşı arka fonundan hareketle "Avcı"yı Amerikan milliyetçiliği yapmakla, dahası özgürlük mücadelesi veren Vietnam halkına karşı ırkçı bir tutum sergilemekle suçlamıştı. Ancak, bu destansı başyapıta gerçek anlamda hakkını verebilmiş izleyiciler için, öyküsünün bir bölümü Vietnam'da geçen "Avcı"nın asıl derdinin savaştaki haklı ve haksız tarafları tesbit etmek olmadığı ayan beyan ortada. Yönetmen Michael Cimino'nun yoğun bir entelektüel emeğin ürünü olan bu filmi karşısında yüzeyi aşıp daha altlara doğru inebilen her türlü sağduyulu değerlendirme, titiz sinemaseverleri istisnasız her seferinde "arkadaşlığın değeri" ana vurgusuna götürüyor. Yoksa, "savaş" bu öyküde işin gösterişli bir bahanesi olarak yer almakta, hepsi o kadar...

Askere gidecek olan üç genç adam (DeNiro, Walken, Savage) ve kasabadaki yakın dostları (Cazale, Dzundza, Aspegren) cepheye hareket etmeden önce son kez biraraya gelip bağıra çağıra eğlenirken, aynı zamanda toplandıkları kafeteryanın da işletmecisi olan John (Dzundza) aniden piyanonun başına oturur ve hüzünlü bir parça çalmaya başlar. O ana kadar var güçleriyle şamata yapmakta olan kahramanlarımız bir anda durgunlaşır ve teker teker uzaklara dalıp giderler. John'un klavyedeki parmakları melodiyi bitirdiğinde, görüntü henüz ondan kopmamışken derin bir sessizlik olur ve izleyiciler olarak yavaş yavaş cepheden gelen bomba, makineli tüfek, helikopter seslerini duymaya başlarız. Sinema tarihindeki en müthiş zamansal sıçramalardan birine kaynaklık eden büyüleyici bir andır bu...

"Avcı", aynı zamanda adına "Rus ruleti" denilen ürkünç ve ölümcül Asya oyununu da uluslararası topluma bütün dehşetiyle tanıtan film olarak ün kazanmıştır. Kahramanlarımız, Vietnam'da yaşadıkları serüvenin birinci perdesinde bu oyunu cesurca oynamayı öğrenirler. Rus ruleti kişinin ruh ve akıl sağlığını öylesine zorlayan bir oyundur ki insan ölüm korkusunun en üst sınırına ulaşıp onu bir kez aştıktan sonra artık asla korkmamakta, dahası ölümle alay ederek yaşamayı vazgeçilmez bir tutkuya dönüştürmektedir.

Türkçe Adı: "Avcı"
Orijinal Adı: "The Deer Hunter"
Yapım Yılı: 1978
Ülke: ABD yapımı
Süre: 182 Dakika (Kesintisiz Versiyon)
Yönetmen: Michael Cimino
Senaryo: (Michael Cimino, Deric Washburn, Louis Garfinkle ve Quinn K. Redeker'in ortak öyküsünden) Deric Washburn
Müzik: Stanley Myers
Görüntü Yönetimi: Vilmos Zsigmond
Kurgu: Peter Zinner
Oyuncular: Robert DeNiro, Christopher Walken, John Savage, Meryl Streep, John Cazale, George Dzundza, Chuck Aspegren, Rutanya Alda
Uluslararası İzleyici Yargısı: 8.1 / 10 (Kaynak: Internet Movie Database)

Bu ayrılmaz üçlüden Steven (Savage) Vietnam'dan eve ilk dönen ekip üyesidir. Aldığı erken terhisin nedeni ise ordunun merhameti değil, savaşta iki bacağını birden yitirmiş olmasıdır. Ardından Michael (DeNiro) da terhis olarak Pennsylvania'ya gelir; ancak onun aklı hâlâ cephedeyken izini kaybettiği Nick (Walken)'tedir. Nitekim, Saygon batakhanelerinde profesyonel bir Rus ruletçisine dönüştüğünü haber aldığı çocukluk arkadaşını kurtarmak üzere, 20 bin kilometre uzaktaki Vietnam'a gözünü bile kırpmadan geri dönecektir. Sabırlı bir aramanın ardından, onu insan hayatıyla müşterek bahis oynanan iğrenç bir kumarhanede bulmayı başarır. Ancak, kullandığı uyuşturucuların etkisiyle artık tamamen "uçmuş" durumdaki Nick bütün çabasına rağmen Michael'ı tanıyamaz. Kader, cephede yaşadıkları acı deneyimden yıllar sonra, onları şimdi bir kez daha Rus ruleti masasında karşı karşıya getirmiştir. Michael, kanlı oyun başlamadan önce, "Sisli dağları hatırlıyor musun Nick? Ya geyikleri?" diye mırıldanır umutsuzca, "Hani, tek kurşunla vururduk geyikleri. İşte, yeniden o dağlara döneceğiz. Buraya seni almaya geldim. Birlikte eve gitmek için..."

Yalvarırcasına sarfedilen bu sözleri boş gözlerle dinleyen Nick, içinde tek bir kurşun olan silahını kafasına dayayıp tetiği çektiğinde, Michael için de Vietnam Savaşı aslında daha yeni bitmektedir.

YENİ ŞAFAK / SİNE-BULMACA

'Keyzer Söze diye birini tanıyor musun?'

Bu hafta sizlerden, polisiye sinema tarihinde şimdiye kadar yazılmış en zekice senaryolardan birine sahip olan; oyunculuk ve yönetim kalitesi açısından tek kelimeyle muhteşem bir filmi hatırlamanızı isteyeceğiz.

San Pedro rıhtımındaki bir gemide gerçekleşen patlamayı araştırmak üzere olay yerine gelen New York polisi, burada yaşanan korkunç mafya hesaplaşmasından geriye, içinde nakit 91 milyon dolar bulunan bir minibüs, çevreye saçılmış durumda 27 cansız beden, yaralı ve can çekişmekte olan bir Macar kaçakçı ile yürürken tek ayağı aksayan ufak tefek bir adam kaldığını görür. Bütün öykü, daha önce küçük çaplı suçlara bulaşmış eski bir sabıkalı olan Verbal Kint adlı bu ürkek topalın, gemide ve ondan daha öncesinde neler olup bittiğini anlatması üzerine gelişen uzun bir "flash-back"tir.

Emniyet'teki sorgusunda Müfettiş Dave Kujan'a rıhtımdaki çatışmada ölen ekip arkadaşlarının orada bulunuş amacını, bu kanlı hesaplaşmayı gerçekleştiren mafya organizasyonunu ve daha önce karıştıkları olayları bütün ayrıntılarıyla anlatan Verbal, ortaklarını yok eden eli kanlı ekibin liderinin ise efsanevî "Keyzer Söze" olduğunu söyler. Adı polis tarafından da iyi bilinen, ancak şimdiye kadar izine bir türlü rastlanılamayan bu kişi, babası Türk annesi Alman ise olan, acıma duygusundan tamamen arınmış bir gangsterdir. Öyle ki Verbal onun adını bile anarken korkudan tir tir titremektedir. Ya da biz öyle olduğunu zannederiz. Ta ki filmin son beş dakikasına kadar...

Finalde kahramanımızın dudaklarından dökülen cümle, günümüzde artık adını polisiye başyapıtlar arasına yazdırmış olan bu müthiş öykünün de âdeta bir özeti niteliğindedir: "Şeytan'ın en büyük numarası, bütün dünyayı aslında var olmadığına inandırmakmış."

Bu unutulmaz filmin orijinal adı, yönetmeni ve en az dört oyuncusunun adlarını 26 Ocak 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) gönderen üç okurumuz, bilgisayarımızın doğru cevaplar arasından rasgele yapacağı bir seçimle Yeni Şafak'tan Amerikalı yönetmen Michael Mann'ın 1995 tarihli polisiye başyapıtı "Heat"ın (Büyük Hesaplaşma) birer DVD'sini kazanacaktır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
13 Aralık 2005 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: The Omen (1976) (Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Kehanet")
- Yönetmeni: Richard Donner
- Başrol Oyuncuları: Gregory Peck, Lee Remick, David Warner, Billie Whitelaw

Yarışmamıza yurt çapında toplam 215 katılım gerçekleşti ve bunlardan 187 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılara rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
19 Ocak 2006 saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Erol Çöm / Konya
- Ekrem Vural / Kahramanmaraş
- Ayşen Demir / Mersin

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Ran", 1985 / Oyuncular: Tatsuya Nakadai, Akira Terao / Yönetmen: Akira Kurosawa) adreslerine taahhütlü postayla gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"

Önemli not: "Sine-Bulmaca"da bugüne kadar pek çok okurumuzun sorulara doğru cevap vermiş olmakla birlikte ad-soyadları ve açık adreslerini mesajlarına eklemeyi unuttukları görülmektedir. Yeni Şafak Sinema Servisi, bu durumdaki katılımcıları elektronik posta mesajlarıyla uyarmakla birlikte, sonuçta eksik cevapların oranı tek tek uyarmakla baş edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Lütfen cevaplarınızı, ekli bilgilerin hiçbirini atlamadan gönderiniz.

SİNE-ANSİKLOPEDİ
DEVAMLILIK YAZMANI (CONTINIUTY GIRL): "Devamlılık hataları", sinema dünyasının gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerinin bile filmlerinde tam olarak üstesinden gelemedikleri ve zaman zaman da çok acımasız biçimde tuzağına düştükleri son derece yaygın bir teknik sorundur. Öyle ki dikkatli izleyiciler, doğru düzgün birer sanat yönetmeni bulunmayan düşük bütçeli filmlerde olduğu gibi, "Terminator-2", "Star Wars", "Matrix" ya da "Titanic" türünden, çekimlerinde binlerce kişinin görev yaptığı dev bütçeli yapımlarda bile sık sık devamlılık hatalarıyla karşılaşabilmektedirler.

Animasyon filmcilik alanından bir devamlılık hatası: "Simpson Ailesi"ndeki bir karakterin kolunda bulunan saat, hemen ardından gelen ikinci planda ise -çizerinin dalgınlığı sonucunda- kayboluyor.
Sinema filmlerinin pek çoğunda, senaryodaki bölümler normal akış düzenine göre çekilmez. Film, ancak kurgulanıp seslendirildikten sonra öyküdeki sıralamaya göre mantıksal bir bütünlük kazanır. Yönetmenin liderliğindeki yapım ekibi, senaryoyu öncelikle "iç ve dış çekimler" olmak üzere iki ana bölüme ayırır; ardından da oyuncuların diğer meslekî rezervasyonları, iklim koşulları, teknik ve mâlî zorluklar gibi etkenleri gözönünde bulundurarak bu bölümlerin çekimlerini uygun bir takvime bağlar. Anılan yöntemle çalışılmasının amacı, filmi -yapımcının çekim için öngördüğü- zamanı verimli biçimde kullanarak, mümkün olan en kısa sürede tamamlamaktır.

Sektörden olmayanlar için tam bir kargaşa ve dağınıklık gibi görünen bu çalışma sisteminde, sıradan izleyicilere oldukça şaşırtıcı gelebilecek türden çekim kopuklukları da yaşanır. Sözgelimi, otomobilini bir binanın önüne park edip içeri giren bir aktör ya da aktristin açık ve kapalı mekânlarda yapılan bu iki çekiminin arasında haftalarca süre olabilir. Oysa bunlar daha sonra kurgu aşamasında birbirini yalnızca birkaç saniyelik farkla takip edecek olan iki komşu plandır.

İşte, sinema sektöründe "devamlılık yazmanı" (Batıda "continuty girl") olarak adlandırılan elemanların görevi de bu noktada başlar. Bir filmin kalabalık yapım ekibi içinde ilk anda oldukça mütevazı bir konuma sahipmiş gibi görünen devamlılık yazmanı, aslında o filmin teknik ve estetik kalitesini yücelten ya da batıran son derece kritik bir role sahiptir. Bu yönüyle de yönetmenin setteki en önemli yardımcılarından biridir.

Çekim takvimindeki planlamalar ya da akşam olup bütün ekip için paydos saatinin gelmesi nedeniyle birbirinden farklı günlerde çekilen bu tür ardışık planlarda çevredeki objelerin duruş pozisyonları, oyuncuların makyajı, giyimlerinin biçimi, yüzlerindeki herhangi bir leke, giyisilerindeki kir, saçlarının ve sakallarının uzunluğu gibi sonradan kurgu aşamasında devamlılık akışına zarar verebilecek her türlü görsel ayrıntı, devamlılık yazmanları tarafından özenle not alınır. Bazen sırf notlarla tanımlanması güç olabilecek kimi kopukluklar için hatırlatma amaçlı fotoğraf ve video görüntü çekildiği de olur. Sözgelimi, bir patlamadan kurtulmuş olan kahramanın üzerine ve yüzüne sinmiş olan is lekelerinin, ertesi günkü devam planları çekilirken vücudundaki aynı noktalara yeniden yapılması gerekecektir. Bu konuda gerekli özen gösterilmediği takdirde, dikkatli izleyiciler öykünün akışındaki görsel sıçramaları derhal farkederler. Bu da filmin sanat yönetimindeki yetersizliği ortaya koyan can sıkıcı bir olumsuzluktur.

Devamlılık yazmanı kadın ya da erkek olabilir. Usta bir devamlılık yazmanında aranılan en önemli nitelik, çok yüksek bir dikkat düzeyine sahip olmasıdır. Onun, setteki herkes dalıp gitmişken bile dikkat dağınıklığı sergilemeye hakkı yoktur; her çekilen planı öncesi ve sonrasıyla bir bütün olarak düşünmek, hataya düşmek üzere olduğunda da yönetmeni uyarmak zorundadır.

Batı sinemacılığında bu mesleğin "continuty girl" (devamlılık kızı) olarak anılmasının nedeni ise sözkonusu görevin setlerde genelde kadın çalışanlara emanet edilmesinden dolayıdır. Sinemada tıpkı "kurgu" gibi "devamlılık denetimi" de kadınların -yaratılışlarından gelen- gözlem yeteneklerinin ve gündelik hayatta ayrıntıya aşırı dikkat etmelerinin büyük yararlar sağladığı bir alandır.


  DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi