T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 10 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

Türk Korku Sineması'nda ilk 'İslâmî bakış'

Yönetmen Hasan Karacadağ'ın ilk uzun metrajlı çalışması "Dabbe" bugün gösterime giriyor. Sonunda bizim de 'iyilik ve kötülüğün savaşımı' olgusuna Doğu mistisizmi ve İslâm penceresinden bakan şık bir korku filmimiz oldu, fena mı? Bence, filmde başlangıç için her şey gayet yeterli...

HAFTANIN FİLMİ
Dabbet'ül Arz
Bir Hasan Karacadağ korkusu
2005 / Türkiye Yapımı
Yönetmen: Hasan Karacadağ
Senaryo: Hasan Karacadağ
Oyuncular: Ümit Acar, Kaan Girgin, Serdar Özer, Ebru Aykaç, Süha Tok, Serhat Yiğit, Zeynep Hasdal Çolakoğlu, Fulya Candemir, Sabri Tekinalp, Murat Seviş
Süresi: 100 dakika
Yapımcı: J-Plan Prodüksiyon
Dağıtıcı: Özen Film
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'
18 yaşından küçükler ve korku filmlerinden aşırı etkilenen
izleyiciler için sakıncalıdır.

2005 yılının sonlarına doğru ABD kentleri zincirleme gelişen bir intihar furyasına sahne olur. Ülkenin her tarafında, birbirinden bağımsız insanlar tüyler ürpertici yöntemlerle kendilerini öldürmektedir. Çok kısa bir süre sonra bu olayların benzerleri Türkiye'de de yaşanmaya başlar. İlk intihar İzmir'in Selçuk ilçesinde gerçekleşir. Tarık isimli kendi hâlinde bir genç, internete girdiği uzun gecelerin ardından ansızın dünyayla bütün ilişkisini kesmiş ve kısa bir süre sonra da korkunç bir biçimde intihar etmiştir. Selçuk Emniyet Amirliği yetkilileri Tarık'ın intiharını özel incelemeye alır ve bu amaçla en yakın arkadaşları olan Hande, Cem ve Sema'yı sorgularlar. Bunlardan Hande, olayın ardından yaptığı bazı dinî ve bilimsel araştırmaları Komiser Süleyman'la paylaşacaktır. Ona göre, dünyadaki bütün bu vahşi ölümleri "Dabbet'ül Arz" isimli bir varlık gerçekleştirmektedir. Sözkonusu varlık da bunun için iki araç kullanmaktadır. Dünyaya bir örümcek ağı gibi yayılan 'internet' ve insanlarla aynı mekânda, ancak farklı bir boyutta yaşayan 'cinler'... Kıyametin son belirtisi "Dabbe" artık perdeyi aralamış, hareket noktası olarak da uygarlıkların beşiği Türkiye'yi seçmiştir.

Türk sineması, en kısır olduğu türlerden biri olan "korku" alanında şimdiye kadar oldukça az sayıda ürün verdi. Ki bunlar da genelde bol "haç"lı, "vampir"li, "hayalet"li, "kötü ruh"lu öykülerle dolu batı mitolojisinden beslenen ve bu yönleriyle bizim kültürümüzde âdeta birer yama gibi duran düzeysiz örneklerdi. Ancak, Hasan Karacadağ'ın ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi "Dabbe", kötücül güçler ve kıyamet üzerine ilk kez Müslümanca bir söylemi beyazperdeye taşıyor. (Gerçi, hakkını yemeyelim, önceki yılın yapımlarından "Büyü" de benzer bir çaba içindeydi; ancak anılan film, öyküsünü anlatış tarzı itibarıyla bize özgü bir yapımdan ziyade Hollywood sinemasında örnekleri sürüsüne bereket olan gençlik gerilimlerini daha fazla andırıyordu.)

Hem bir ulusal sinema örneği oluşu, hem de kendi türü içindeki bu ayrıcalıklı duruşuyla "Dabbe"yi hiç tereddütsüz "haftanın filmi" kategorisinde ele aldık ve biz de ona sütunlarımızda ayrıcalıklı bir yer tanıdık.

'Kadim bir korku'ya çağdaş kanıtlar

"Dabbe", Kuran-ı Kerim'de Neml Sûresi 82. âyette geçen ve 1300 yıldan uzun bir zamandır da İslâm âlimlerinin ne olduğu hakkında ortak bir zeminde buluşmadıkları gizemli bir varlık. Eldeki sınırlı verilere göre, kıyamet iyice yaklaştığında ortaya çıkacak olan bu varlık topraktan doğacak, herkese aynı anda etki edecek, onlarla konuşacak ve yeryüzünde şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir şiddet uygulayacak. İşte, film de bu varlığın interneti ele geçirerek sinsi ve insana hızla bulaşan bir virüs olabileceği iddiasını işliyor. Yönetmen, tezini desteklemek için önümüze bir dizi kanıt da sürmekte. Bunlardan ilki, "Dabbe" kelimesinin -tıpkı internet adreslerindeki "www" (worldwide web) kısaltması gibi- köken olarak "örümcek ağı gibi yayılan şey" anlamına gelmesi. Ayrıca, bilgisayar ve internet teknolojisinin yüzde yüz topraktan üretilen silisyum-silikonla olan yakın ilişkisinden yola çıkılarak "Dabbe'nin topraktan doğması"na atıfta bulunuluyor. Yine, internette aynı anda binlerce kişinin ortak adreslerde buluşup konuşabilmesi ise "Dabbe'nin herkese aynı anda etki edebilmesi"nin bir kanıtı olarak sunulmakta.

Bunlar, bir "korku filmi" tasarısı söz konusu olduğunda tıkanıp kalan Türk senaryo sektörü için hiç de yabana atılacak mantıksal bağlantılar değil. Hele de vaktiyle İncil'deki -Deccal'in 666 sayısını taşıyan bir varlık olacağını anlatan- bir kaç cümleden hareketle "The Omen" (Kehanet) serisinin nasıl doğduğunu ve ne denli başarılı olduğunu hatırlayınca, mistik konular üzerine bu tür kafa yormalar çok daha anlamlı hâle geliyor.

Yönetmen Hasan Karacadağ'ın uzun süre Japonya'da kaldığını ve 1998 yılında da bu ülkedeki Nippon Eizo-Juku Yüksekokulu'nun sinema yönetmenliği bölümünü bitirdiğini; ayrıca hem Türkiye'de hem de Japonya'da bir çok kısa film, belgesel, TV filmi ve dizisi yönettiğini öğrendik. 50'den fazla uluslararası film festivaline katıldığı bildirilen sanatçı, buralardan önemli ödüller de almış. Kendisiyle yaptığımız kısa telefon görüşmesinde, bu ilk uzun metrajlı filmin konusuna ilişkin olarak yaklaşık olarak şunları söyledi:

"Japonya'da bulunduğum süre içinde, inanların kendi kültürleriyle olan organik ilişkisini ve bu ilişkinin sinemayı ilgilendiren tarafını inceleme fırsatı buldum. Bu konuda henüz net bir sonuca ulaşamamakla birlikte, yapacağım bir korku filmi olsa bile, kendi kültürümden malzemeleri kullandığım zaman nasıl veriler elde ettiğimi gördüm ve sinemaya bir daha aşık oldum. İlk uzun metrajlı çalışmam Dabbe'nin evrensel korku sinemasına yeni bir takım varyasyonlar getirebileceği inancını taşıyorum."

Profesyonel alana henüz yeni adım atmış bir sinemacımızın, kendisini etkileme ihtimâli çok yüksek olan "Amerikan korku ekolü"nden çok da fazla etkilenmeden gerilim öykülerinin kaynağını kendi kültüründe araması gerçekten de hoş ve takdire şayan bir çaba. Ancak elbette ki "yerellik" önemli bir erdem olmakla birlikte, bir filmi tek başına ayakta tutmaya yetmiyor. Bu filmde de bütün o ilk çıkışlarda görmeye alıştığımız türden bazı zaaflar sözkonusu. Ancak, Karacadağ'ın hamurunda sinema duygusu olması, bu zaafların büyük bir bölümünün "öz"den ziyade 'biçimsel alan'la sınırlı kalmasını sağlamış. Kimi yerlerde aksayan oyunculuklar ve eksiklikleri olan bir senaryoya karşılık, ortada kesinlikle "umutsuz bir sinema" yok.

Ah 35 mm, vah 35 mm!

Çekimleri İzmir'in Selçuk ilçesinde toplam 21 günde gerçekleştirilen filmin ön hazırlıkları ise üç ay sürmüş. Filmin genelinde hâkim olan üst açılı çekimler, izleyiciye "kahramanlar yukarıdan birileri tarafından gözetleniyormuş" duygusu vermeyi amaçlıyor.

Bana göre, "Dabbe"nin en ciddi teknik eksikliği, geleneksel 35 mm ekipmanla değil, dijital kamerayla video banda çekilmiş ve o kaynaktan 35 mm filme transfer edilmiş olması. Film şeridi ve video bandın -teknolojideki bütün gelişmelere karşın- kalite açısından kıyas kabul edebilmesi hâlâ mümkün değil. Hele de filmin çekim fotoğraflarında Panasonic'in (HD / high definiton / yüksek çözünürlüklü versiyonu bile olsa) tüm dünyada ancak şöyle böyle kabul görebilmiş DVC-PRO formatında bir kamerasının kullanıldığını görmem, üzüntümü bir kat daha artırdı. Kişisel filmcilik çalışmalarında bu can sıkıcı formatta birkaç kez çalışmış biri olarak, filmdeki o "abartılı video tadı"nın nedenini çok daha kolay anladım. Kodak'ın sinema filmi üretim bölümü başkanı Tom Willis, önceki yıl kendisiyle yapılan bir söyleşide son derece kendinden emin bir tavırla, "Videodan sinema olmaz" diyordu. Bu, gerçekten de köküne kadar doğru bir saptama. Kameranız, ışığınız ve özel efektleriniz ne kadar iyi olursa olsun, video kameranın saptadığı görüntülerle beyazperdede görsel açıdan tatminkâr bir sinema duygusu oluşmuyor, yalnızca bir takım görüntüler "belgelenmiş" oluyor. Yoksa, görüntülerde "film sıcaklığı" denen o duyguyu yakalayabilmek imkânsız. Bu yüzdendir ki son dönemlerde batı ülkelerinde video kamerayla çekilen filmlerin jeneriğinde görüntü yönetmenleri için "director of cinematography" değil, "director of videography" ifadesi kullanılmaya başlandı.

Öte yandan, 35 mm bazlı çalışmanın ne denli masraflı olduğunu bilmeyecek kadar da konuya uzak değilim. Ancak, keşke Karacadağ Türk sinemasına bu denli özgün bir öykü ve aynı özgünlükte bir sinemasal bakış açısı getirdiği ilk uzun metrajında biraz daha zorlanıp bir yerlerden sponsor falan bulsaymış da şu işi 35 mm (hadi, en azından süper 16 mm) kotarsaymış diye içten içe hayıflandım doğrusu. Çünkü, hoşgörü katsayısı yüksek Türk izleyicisini bir yana bırakırsak, filmin, birazcık bakımlı bir öğrenci tez filmini andıran bu ortalama görsel düzeyiyle dış ülkelerde satış açısından çok da başarılı olabilmesi pek mümkün gelmedi bana.

Bu gibi teknik yetersizliklerine, senaryosundaki ufak tefek boşluklara ve kimi oyuncularında gözlenen teatralliğe karşın, Türk sinemasında eksikliği hissedilen bir türü ve ona ilişkin özgün bir bakış açısını beyazperdeye taşımasıyla yine de ciddiye alınması gereken bir film "Dabbe". Sonunda bizim de iyilik ve kötülüğün savaşımı olgusuna Doğu mistisizmi ve İslâm penceresinden bakan şık bir korku filmimiz oldu, fena mı? Üstelik, profesyonel sinemaya ilk adımını atan bir sanatçı için oldukça tatminkâr bir başarı yüzdesiyle, izleyicisini yeterince korkutmayı da düşündürmeyi de başarıyor.

Fırsat bulursanız izlemeye çalışın ve bu genç yönetmenimizi çıktığı uzun yolda yalnız bırakmayın derim.

YENİ ŞAFAK / SİNE-BULMACA

'Senin kanatlarını kopartacağım ve bir daha uçamayacaksın!'

"Cezaevi filmleri", öteden beri sinemanın en popüler alt türleri arasında yer alıyor. Öyle ki sinema tarihinden çok sevdiğiniz filmleri şöyle ardarda aklınızdan geçirmeye kalkışsanız, bunlar arasında en az bir tane cezaevi filminin bulunduğunu görmek hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Kimbilir, söz konusu ilginin kaynağında, insanın en değerli varlığı olan özgürlüğünü yitirmesiyle ortaya çıkan yoğun trajedi bulunuyor belki de...

Bu haftaki "sine-bulmaca" köşemizde de bu kategoride bir filmi hatırlamanızı isteyeceğiz sizlerden... 1930'ların Paris'inde, işlemediği bir cinayetten dolayı Karayipler'deki kuş uçmaz kervan geçmez bir sömürge adasında kürek cezasına çarptırılan genç bir adamın, en temel insan haklarının bile ayaklar altına alındığı bu cehennemî yerden defalarca kaçmaya teşebbüs edişi, gerçekleştirdiği bir çok sonuçsuz denemenin ardından da en sonunda özgürlüğünü söke söke geri alışını anlatan destansı bir film bu...

Yönetmen koltuğunda, bu tür büyük filmlere çok yakışan (ve artık hayatta olmayan) büyük bir Amerikalı usta, başrollerde ise sinema tarihinin en iyi erkek oyuncularından ikisi var ve her ikisi de tek kelimeyle "döktürüyorlar". Hele de öykünün odağındaki kahramanı canlandıran oyuncunun sahip olduğu doğal karizma ve kısa süren kariyeri boyunca beyazperdede saçtığı ışık, kendisinin erken ölümünden sonra bir daha başka hiç bir meslektaşı tarafından yakalanamadı. Tabiî, bu arada filme ayrı bir renk katan ve öyküsüyle özdeşleşen o ünlü akordiyonlu melodiyi de unutmamak gerekiyor.

Bu filmde serüvenleri aktarılan Fransız kürek mahkûmu gerçekten de yaşamış bir kişiydi. Son büyük kaçışının ardından, hayatını -kendisini sabıkasına rağmen vatandaşlığa kabul eden- Venezuela'da sürdürdü ve yıllarca en çok satan kitaplar listesinde yer alan anılarını bu ülkedeki huzur dolu günlerinde kaleme aldı. Kitabın ve ondan uyarlanan filmin adı da bu kişinin göğsünde bulunan bir dövmeden geliyor. Başarısız kaçışlarından birinin ardından cezalandırılmak için çıkarıldığı mahkemede yargıcın kendisine söylediği şu cümle, filmde yer almamakla birlikte, vaktiyle kitabı okumuş olanların hâlâ hatıralarında yer almaktadır:

"Bakıyorum uçmak istiyorsun; ama bil ki bunu asla başaramayacaksın. Çünkü senin kanatlarını kopartacağım."

Kahramanımız, cezasının kesinleştirilmesinin ardından diğer mahkûmlarla birlikte bir gemiye doluşturulup Karayipler'e gönderildikten sonra, anavatanı Fransa'ya bir daha asla geri dönmedi. Kanatlarının, tepeden tırnağa yanlış işleyen bir yargı mekanizması tarafından kopartılmasına izin vermeyen bu yürekli adam, hayatını anlatan filmi izlemesi için yapımcılar tarafından Paris'te düzenlenen galaya davet edilmiş, ancak gösterime üç gün kala kanserden ölmüştü.

Bu görkemli filmin orijinal Fransızca adını; ayrıca yönetmenin, iki başrol oyuncusunun ve etkileyici müziklerini yapan ünlü bestecinin adlarını 16 Şubat 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) gönderen üç okurumuz, bilgisayarımızın doğru cevaplar arasından rasgele yapacağı bir seçimle, Quentin Tarantino'un yönettiği ve başrollerini Harvey Keitel, Tim Roth, Steve Buscemi, Chris Penn, Michael Madsen'in paylaştıkları "Rezervuar Köpekleri" filminin iki DVD'den oluşan özel birer koleksiyon kopyasını kazanacaktır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
3 Şubat 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: The French Connection (1971) (Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Kanunun Kuvveti")
- Yönetmeni: William Friedkin
- Başrol Oyuncuları: Gene Hackman, Roy Scheider, Fernando Ray, Tony Lo Bianco, Marcel Bozuffi, Frederic de Pacquale, Bill Hickman

Yarışmamıza yurt çapında toplam 174 katılım gerçekleşti ve bunlardan 86 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. İlginç bir biçimde, bu ünlü film yoğun olarak Gordon Parks'ın 1971 tarihli "Shaft"ı ve Barry Shear'ın 1972 tarihli "Across 110th Street"iyle karıştırıldı; bunun sonucunda da çok yüksek bir yanlış cevap yüzdesi ortaya çıktı.

Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
9 Şubat 2006 saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Berrin Yarız / İstanbul
- Esmanur Petek / Tokat
- Faruk Taktak / Şanlıurfa

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("I am Sam", 2001 / Oyuncular: Sean Penn, Michelle Pfeiffer / Yönetmen: Jessie Nelson) adreslerine taahhütlü postayla gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"


TRT'de yeni bir sinema programı: 'Unutulmaz Filmler'

'Unutulmaz Filmler'de 21 Şubat Salı gecesi John Huston'ın başyapıtı
"Malta Şahini" ekrana gelecek.
TRT-2'de kısa bir süre önce salı geceleri 'Unutulmaz Filmler' adlı yeni bir sinema programı yayımlanmaya başlandı. Yapımcılığını bu kurumun kıdemli prodüktörlerinden Kemal Eraslan'ın üstlendiği programın sunuculuğunu ise camiamızın en yetkin sinema yazarlarından olan kadim dostum İhsan Kabil gerçekleştiriyor. Programda gösterilen filmlerin tesbiti de yine Eraslan-Kabil ikilisine ait.

Bu uyumlu ikilinin daveti üzerine, bundan böyle her salı gecesi 'Unutulmaz Filmler' kuşağında ben de sevgili İhsan Kabil ile birlikte stüdyoda olacak ve gösterilecek filmleri, derlediğimiz ilginç anekdotlar eşliğinde sizlere tanıtmaya çalışacağız. Geçen salı gecesi Elia Kazan'ın 'Cennetin Doğusu' ile başladığımız bu yeni serüven nedeniyle oldukça hoş tepkiler aldık. Dilerim, ilerleyen günlerde de yüzümüz kara çıkmaz. Gelecek haftalarda bu kuşakta bir çok klasikleşmiş filmin sinemaseverlerin beğenisine sunulacağını hemen hatırlatalım.

'Unutulmaz Filmler' / Her salı / TRT-2 / 23.00


  • Ali Murat Güven: Savulun, 'homo kovboylar' geliyor!

      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi