T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
S İ N E M A 17 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

SİNEMA
Ali Murat GÜVEN

'Sinemanın öncüleri', nihayet sinema perdesinde...

Ezel Akay'ın reklâm sektörünün kalite standartlarında çektiği "Hacivat ve Karagöz"ü, ulusal kültürümüzün bu iki ölümsüz simgesine gecikmiş bir saygı duruşu niteliğinde...

HAFTANIN FİLMİ
Hacivat ile Karagöz Neden Öldürüldü?
2005 / Türkiye Yapımı
Yönetmen: Ezel Akay
Senaryo: Levent Kazak, Ezel Akay
Görüntü Yönetmeni: Hayk Kirakosyan
Set / Dekor Tasarımı: Hakan Yarkın
Kostüm Tasarımı: Naz Erayda
Oyuncular: Haluk Bilginer, Beyazıt Öztürk, Şebnem Dönmez, Güven Kıraç, Levent Kazak, Ayşe Tolga, Ayşen Gruda, Altay Özbek, Hasan Ali Mete, Serdar Gökhan, Ragıp Savaş
Yapımcı: IFR
Dağıtıcı: Kenda Film
3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer' 3 Yıldız: 'Hayatınızdan bir kaç saat vermeye değer'

Dünyanın en önemli kültür ve sanat etkinliklerine ev sahipliği yapan Londra'da, bu şehri ziyaret eden beyazperde tutkunlarının âdeta gözbebeğine dönüşmüş olan, son derece zengin koleksiyonlara sahip bir "sinema müzesi vardır. Eğer sinemayla ortalamanın üzerinde bir gönül bağı kurmuşsanız, "Museum of Moving Images" (Hareket Eden Resimler Müzesi) adını taşıyan bu mekânda sinema tarihinde dönüm noktası oluşturmuş ne kadar film ve bunlara ilişkin anı eşyası varsa hepsini -camların ardından da olsa- dünya gözüyle uzun uzun inceleyebilirsiniz.

Bundan bir kaç yıl önce gezme fırsatını bulduğum bu ünlü müzede, beni kendi adıma en fazla duygulandıran teşhir malzemesi, "Sinemanın Kökenleri" adlı bölümde karşıma çıkan, Türkiye'den özel olarak getirtilmiş bir çift "Hacivat ve Karagöz" kuklasıydı. Vitrinin ardına bizim sevimli kahramanlarımızın deve derisinden yapılma kaliteli birer figürünü yerleştiren müze yetkilileri, hemen altlarına da "Geleneksel Türk gölge oyunu karakterleri" şeklinde bir not düşmüşlerdi.

Her ne kadar, bize ait olan bütün kültürel simgeleri inanılmaz bir utanmazlıkla sahiplenen Yunanistan, Atina'da düzenlenen son yaz olimpiyatlarının açılış töreninde -adları bile Türkçe olan- bu iki kafadarı da gayet pişkin tavırlarla "Yunanlı" olarak tanıtmış olsa da bereket versin ki dünya Karagöz ve Hacivat'ı hâlâ "Türk" olarak tanıyor. Londra'daki sinema müzesinde sergilenen figürler ve altlarındaki ibare de -eğer Yunanlılar kaşla göz arasında bu konuda bir girişimde bulunmazsa- sözkonusu gerçeğin bir kanıtı olarak orada yıllar boyu durmaya devam edecek.

İşte, en başta bu nedenden dolayı, "Karagöz ve Hacivat Neden Öldürüldü"nün yönetmeni Ezel Akay'ı bütün kalbimle kutluyorum. Türkiye'nin ayıbı olarak gördüğüm bir ihmâle cesurca el atarak, ulusal güldürü sanatımızın milâdı sayılan bu iki tarihÎ kişiliği epeyce gecikmiş de olsa sinema perdesine yansıtarak ölümsüzleştirmeyi başardı. Film, içerdiği zengin görselliğin yanısıra, iki kafadarın bizim kültürümüze ait birer simge olduğunun altını kalın çizgilerle işaretleyen öyküsüyle, Karagöz ve Hacivat hakkında Yunanistan'ın yıllardır sinsice sürdürdüğü spekülasyonlara da sağlam bir son nokta koyuyor. Böylelikle, Karagöz"ü "Karagosi", "Hacivat'ı da "Hacivati" yaparak aklı sıra helenleştirdiklerini sanan kimi Yunanlı faşoların önüne sürüp onlarla makara yapabileceğimiz sağlam bir sinemasal argümanımız oldu.

İki çenebazın kısa süren dostluğu

"Karagöz ve Hacivat neden öldürüldü?", 14. yüzyılın Bursa'sında geçiyor. Bursa o dönemde, Anadolu'nun doğusunu tehdit eden Moğol saldırılarından kaçıp bölgeye sığınan, değişik uluslara mensup insanlarla dolu kozmopolit bir şehir görünümündedir. Ve kader, "taşın sırrı" olarak nitelendirdiği "beton"u karmasını bilen Türkmen amele Hacivat ile devletlerarası mektupları taşıyan uyanık kurye Karagöz'ü Bursa'da biraraya getirir. Kıvrak zekaları ve yaptıkları güldürücü konuşmalarla kısa sürede kentte düzenlenen eğlencelerin vazgeçilmez şovmenlerine dönüşen ikilinin beraberliği ne yazık ki sadece bir ay sürecektir. Statüsüne bakmaksızın her kesimden insana yönelttikleri keskin hicivlerle ortalığı kırıp geçiren bu iki sıradışı adam, şöhreti gitgide yayılan şovlarını kendi siyasî gelecekleri açısından birer tehdit olarak gören çevrelerin türlü entrikaları sonucunda ölüme gönderilirler.

Başarılı bir sanat yönetimi

Diğer bütün olumlu niteliklerinin yanında salt dekor ve kostüm çalışmasıyla bile son derece başarılı ve takdire değer bir filmle karşı karşıyayız.. Türk sinemasının belki de en başarısız olduğu tür konumundaki "tarihî film"de böylesine özenli bir dekor, kostüm ve renk kullanımına doğrusu kendi adıma ilk kez rastladığımı belirtmeliyim. Filmin yalnızca 4 milyon YTL olan toplam bütçesinin tarihî filmlerin çekimini öteden beri son derece masraflı kılan bütün bu hengameyi sırtlayabildiğine inanmak gerçekten de zor. Ancak, reklâm filmi kökenli bir yönetmen olduğundan olsa gerek son yıllarda ardarda "şekerleme tadında ve renklerinde" filmler yapan Akay, bu bütçeye Hollywood'daki en az 20 milyon dolarlık bir harcamanın elde edebileceği kadar güzellik sığdırmayı başarmış. Işık ve renk tercihleri, kostümler, takılar gerçekten çok etkileyici. Boyundan büyük beklentilere girmeden izlenebilecek hafif ve eğlendirici (aslında, mizahın siyasîlerle kıldan ince kılıçtan keskin ilişkisi bağlamında oldukça da düşündürücü) bir tarihî filmde bulunması gereken bütün malzeme tastamam yerli yerinde. Film için hazırlanan özgün müzikler de öykünün ruhuna son derece uymuş.

Türk sinema ve tiyatrosunun son yirmi yılda yetiştirdiği en iyi oyuncular arasında yer alan Haluk Bilginer, o her zamanki müthiş enerjisiyle, oyunculuk alanında kendisinin çömezi durumundaki Beyazıt Öztürk'ü de ateşliyor. Gayet keyifli bir Hacivat-Karagöz'e dönüşmüş olan bu ikilinin ardındaki diğer oyuncular da vasatın üzerinde oyunlar çıkarıyorlar. Özellikle Güven Kıraç oldukça formda. Ancak filmin oyuncu kadrosu açısından en büyük sürprizi, bir zamanlar bol kılıçlı kahramanlık filmlerinde izlediğimiz karizmatik oyuncu Serdar Gökhan'ın bu öyküde yardımcı bir rolde karşımıza çıkması. Gökhan'ın bu tür filmlerle artık iyice özdeşleşen fiziği, hiç konuşmayıp sadece sert sert baksa bile perdeyi başarıyla doldurmasına yetiyor. Kanımca, sinemamızda atlı sahnelere en çok yakışan bir kaç aktörden biri o...

Türk sineması adına gerçekten de çok bereketli bir dönem yaşıyoruz. Bir hafta Türk korku filmleri, öteki hafta komedi, bir diğer hafta ise trajedi... Neredeyse her hafta çizginin üstüne çıkmayı başarmış bir Türk filmini tanıtma olanağı buluyorum sizlere. Böylesine anlamlı bir tarihî kırılma noktasında bu sayfayı hazırlayan kişi olmak da beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

Vaktiyle çektiği sevimli bir meşrubat reklâmıyla hafızalarımıza "On yüz bin milyon baloncuk yuttum" sloganını kazıyan Ezel Akay'ın, o sektörde kazandığı deneyimler eşliğinde yüksek bir estetik düzey gözeterek kotardığı bu son filmini de fırsat bulursanız izleyin derim. Her yaştan sinemaseverler için gayet keyifli bir hafta sonu seyirliği...

YENİ ŞAFAK / SİNE-BULMACA

'Sinema sevgisi'ne adanmış destansı bir öykü

Ünlü İtalyan film yapımcısı Salvatore, Roma'da para ve şöhrete doyduğu debdebeli bir hayat sürerken, kendisi için artık çok uzaklarda kalmış köyünden gelen sürpriz bir telefon mesajıyla sarsılır. Telefonla arayan kişi, halen köyde yaşayan yaşlı annesidir ve ona "eski bir dostunun öldüğü" haberini verir. Köyün sinemasının emektar makinisti Alfredo artık "yok"tur.

Bu hafta "Sine-Bulmaca"da sizlerden, her ânıyla sinema sevgisine adanmış bir başyapıtı hatırlamanızı isteyeceğiz. Kazandığı ödüller ve elde ettiği büyük gişe başarısıyla İtalyan sinemasının 80'lerin sonunda içine girdiği derin krizden çıkmasını sağlayan, yanısıra da kendisine dünyanın her köşesinde sadık hayranlar toplayan bu ünlü film, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Güney İtalya'daki bir köyde yaşayan küçük bir çocuk ile köyün derme çatma sinema salonunun yaşlı makinisti arasındaki destansı dostluğu aktarıyordu bizlere. Bütün hayatı makine dairesinde geçmiş olan kahramanımız, sinemaya içten içe merak duyan küçük dostuna filmcilik adına bildiği her ne varsa tek tek öğretiyor ve böylelikle onun gelecekte uluslararası çapta bir yapımcı olmasına giden yolun taşlarını döşüyordu.

Merkezine Alfredo ile Salvatore'nin dostluğunu alırken aynı anda bir dizi önemli yan öyküyü de müthiş bir yetkinlikle anlatan film, her türlü abartıdan uzak duygusallığıyla, gerçek bir sinema tutkunu için hüngür hüngür ağlanmadan bitirilmesi zor bir iki buçuk saat sunuyor izleyicilerine...

Kendisine bir gelecek inşâ etmek üzere Roma'ya gidişinden bu yana köyüne bir daha hiç uğramayan, artık 40'larına varmış kahramanımız, olanca alçakgönüllülüğü içinde ona pırıltılı bir mesleğin anahtarını sunan yaşlı dostunun ölüm haberini aldığında doğup büyüdüğü topraklara hiç tereddütsüz geri dönecek ve hayatını temelinden değiştiren bu yaşlı adamın cenazesinde, geride kalan bir avuç eski dostla birlikte hüzün dolu hatıraları yâdedecektir.

Bu filmin orijinal İtalyanca adını; ayrıca yönetmenin, en az iki başrol oyuncusunun ve müziklerini yapan bestecinin adlarını 23 Şubat 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) gönderen üç okurumuz, bilgisayarımızın doğru cevaplar arasından rasgele yapacağı bir seçimle, yönetmenliğini Sergio Leone'nin gerçekleştirdiği, başrollerini ise Clint Eastwood, Eli Wallach ve Lee Van Cleef'in üstlendiği "İyi, Kötü, Çirkin" filminin birer DVD'sini kazanacaklardır.


GEÇEN HAFTANIN CEVAPLARI
10 Şubat 2006 Cuma günü sorduğumuz sorunun doğru cevapları şöyle:

- Filmin Orijinal Adı: Papillon (1973) (Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Kelebek")
- Yönetmeni: Franklin J. Schaffner
- Başrol Oyuncuları: Steve McQueen, Dustin Hoffman
- Özgün Müzik Bestecisi: Jerry Goldsmith

Yarışmamıza yurt çapında toplam 325 katılım gerçekleşti ve bunlardan 284 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
16 Şubat 2006 Perşembe Saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:

- Gamze Atagül / Eskişehir
- Süleyman Pişkin / Edirne
- Ayşe Bürke Kolukısa / Hatay

Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Rezervuar Köpekleri", 1992 / Oyuncular: Harvey Keitel, Tim Roth, Steve Buscemi, Michael Madsen, Chris Penn / Yönetmen: Quentin Tarantino) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir.

Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"

Önemli Not: Son haftalarda "Sine-Bulmaca"ya yurt dışında yaşayan okurlarımızın da katılmaya başladığını gözlemlemekteyiz. Ancak bu katılımları -gönderilen cevaplar doğru bile olsa- elemek zorunda kalıyoruz. Şöyle ki;

DVD teknolojisini yakından takip eden okurlarımızın da iyi bildiği üzere, günümüzde dünyada farklı coğrafî bölgeler için beş değişik kayıt/okuma formatı bulunuyor. Bunlar, "Bölge-1", "Bölge-2", "Bölge-3", "Bölge-4" ve "Bölge-5".

Bizim bu yarışmada ödül olarak dağıttığımız DVD filmler doğrudan doğruya Türkiye pazarı için üretilmiş olup, "Bölge 2" kodlu ve PAL renk sistemine sahiptir. Dolayısıyla, yarışmamıza -sözgelimi- ABD'den katılan bir okurumuza, aynı filmin onun işine yarayabilecek olan "Bölge-1" kodlu ve NTSC renk sistemli bir kopyasını bulup gönderme şansımız yok. O yüzden, "Sine-Bulmaca" katılımlarını şimdilik yurt içi adreslerle sınırlamış durumdayız. Bu konuda pratik bir çözüm geliştirdiğimizde, her hafta giderek daha yoğun bir katılıma sahne olan yarışmamızı hem ödüllerin sayısı itibarıyla zenginleştirecek, hem de ülke sınırlaması olmaksızın bütün başvuruları değerlendirmeye alacağız. Sözkonusu çalışmamız tamamlanana kadar, gurbetteki okurlarımızdan bir süre daha anlayış bekliyoruz.


Söyleşi: "Dünya Sineması'nda Türkiye ve Türk İmajı"

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.'nin düzenlediği kültür etkinlikleri kapsamında, bu akşam (17 Şubat 2006 Cuma) saat 18.30'da Taksim Atatürk Kitaplığı'nda "Dünya Sinemasında Türkiye ve Türk İmajı" başlıklı bir söyleşi gerçekleştireceğim. Öykülerinde bir biçimde Türkiye ve Türk kahramanlara yer veren yabancı filmler, uzun yıllardan beri derinlemesine ilgilendiğim bir alan, dahası sinema tarihinde bu tür yapıtları araştırıp bulmak benim için artık bir tür hobiye dönüşmüş durumda. Şimdiye kadar topladığım verilerden hareketle, konuklarımızla sinemanın uluslararası propaganda boyutu üzerine sıcak bir ortamda sohbet edeceğiz. İstanbul'da yaşayan ve zaman bulabilecek okurlarımızı da bu etkinliğe beklerim.


  • Ali Murat Güven: Allah cezasını versin bu 'reyting'in...


      DİĞER YAZILAR
  • Sinema Sayfası - 10 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 3 Şubat 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 27 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 20 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 13 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 6 Ocak 2006 Cuma
  • Sinema Sayfası - 30 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 23 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 16 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 9 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 2 Aralık 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 25 Kasım 2005 Cuma
  • Sinema Sayfası - 18 Kasım 2005 Cuma
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi