T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 20 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Tabiî hukuk ve karşıtları

Tabiî Hukuk'un temel ilkelerini Kâbe'nin bugün de bulunduğu noktada ilk tebliğ eden Adem Peygamber'dir. Barbarlık, "Güçlü'nün Kanunu" demektir. Tabiî Hukuk; "Hakk"ı "Güçlü'nün keyfi" anlayışından arıtmıştır. O dönemde "din", Adem'in tebliğ ettiği Evrensel Ahlâk ve Tabiî Hukuk ilkelerinden ayrı değildi. Din deyince Adem'in tebliği akla gelirdi. Daha sonra, Adem'in bina ettiği ilk Kâbe binası önemini yitirip, daha ötelerde, insanları tekrar bu öğretiye yapancılaştırmak ve "medeniyet" görünümü altında güçlünün zorbalığını, eşitsizliği, köleliği sürdürebilmek için "Baal vs." gibi bâtıl, sahte ilâhlar icat edildi. Nuh Peygamber'in tebliğine uymama ve Tûfan'dan sonra da ilâhi tebliğin ulaştığı yerlerde Tabiî Hukuk'un "insanlık onurunda mutlak eşitlik ilkesi"ni kabul edenlerle "Tek Tanrı yoktur, kavim tanrıları vardır, benim tanrım seninkine üstündür, şu halde sen de benim kavmimin kölesi olmalısın!" çatışması bir süre sonra yine ortaya çıktı. İbrahim Peygamber Adem'in ilk "Birleşmiş Milletler" mabedini tekrar bina etti. (Beyt-ul-Atıyk). Kudüs'de de aynı Tabiî Hukuk ve Evrensel Ahlâk'ın bir ikinci ocağını kurdu. Fakat Dünya; kendilerine irade serbestliği verilen insanların bir imtihan âlemi olduğu için "yabancılaştırma" faaliyetleri de devam etti. Ulu Peygamberlerden olan Musa'dan sonra, Davud ve Süleyman Peygamberler de bütün insanlığa örnek olması için Kudüs merkezli bir "Hukuk Devleti" örneğini insanlığa sundular. Kur'an-ı Kerim'de "Neml" (Karınca) suresi'nden öğreniyoruz ki, Süleyman Medeniyeti'nde, diğer bir deyişle tek gerçek dinin İbrahim'den sonraki adı olan İslâm Medeniyeti'nde, insanlar şöyle dursun, karıncalara da şu güven verilmişti: "Süleyman Peygamber'in askerleri, Süleyman'ın ahlâkındadırlar. Karıncayı ezmemek için dikkat ederler. Fakat ordu çok kalabalık olarak sefere çıkınca önlerini göremedikleri için bizi ezebilirler. Şu halde ey karıncalar yuvalarınıza girin!"

İşte İdeal Hukuk Devleti budur. Süleyman, bu örnek Devleti insanlığa göstermiştir. Fakat "yabancılaşma" ve "kökleştirme" Süleyman'dan sonra derhal yeni bir kılıkla ortaya çıkmakta gecikmemiştir. Nasıl yeni bir görünüm ile? Süleyman öncesi bâtılı ile Süleyman sonrası bâtılı arasında şu fark vardır: Süleyman'dan önce, bâtıl bir ilah yontuluyor ve Allah'a karşı bunun tebliği, çığırtkanlığı yapılıyordu: "Görmediğinize nasıl tapınırsınız? Oysa bakın bu korkunç alâmeti gözlerinizle görüyorsunuz, buna tapınmazsanız bu öcü sizi mahveder, benden söylemesi!" Süleyman'dan sonra, Bâtıl; Süleyman örneği ile savaşabilmek için, Sûret-i Hak'dan görünme yolunu keşfetti. (Bâtıl hemişe bâtıl-u beyhûdedir veli / Müşkil budur ki sûret-i Hakk'dan zuhûr ede!)

Bu ne demektir? Kısaca söylersek Bâtıl, artık yeni bir bâtıl tanrı icadına kalkışmayıp, önce Allah'ı "kavmileştirme" gayreti ile işe başladı. Allah artık belirli bir kavmin Tanrısı idi ve dolayısı ile bu kavim seçkin kavim idi. Bâtıl'ın bu yeni görünümünün örgütlenmiş biçimine de İlâhî Vahiy'de Yeryüzü Canavarı (Dâbbe-t-ul-Arz) adı verildi. (Sebe Suresi, 14) ilk kez Süleyman Paygamber'in irtihalinden sonra ortaya çıkan ve bu güzel örneği insanlıktan gizleyen, Allah!... haşa bir Kavmin Tanrısı, Süleyman'ı da kavmi gibi önder halinde gösteren Yeryüzü Canavarı; ikinci safhada, yeni bir görünüm ile, insanlığa çok feci boyutlarda zarar verecek, çünkü artık şöyle diyecektir: -Aslında tek Tanrı üstün kavmin Tanrısı olduğuna göre, bu üstün Kavim Tanrı'nın kendisi demektir. Bu üstün kavimden olan milli önderler, üstün kavim bilincini korumak için, tek üstün kavmin üstün niteliklerini soyutlama yolu ile alarak, "Sen ben yokuz, biz varız / Hem oğan, hem kullarız / Biz demek bir demektir / Sen, ben O'na taparız!" yöntemi ile üstün ırk'ın simgesi olarak Tanrı'yı -hâşâ- yaratmıştır!"

Kur-an-ı Kerim'de Neml Suresi'nin 82. âyetinde, "Dâbbet-ul-arz insanlığı sokacak, dolayacak, büyük zarar verecektir" haberi verildiği halde, bu âyetin "harekelenmesi"nde insanlık yanıltılarak, "Dâbbe-t-ul Arz bir Allah sözcüsü olarak gösterilmiştir. (Örnek olarak Merhum Hamîdullah'ın meâline bakılabilir)

Musa, Davud ve Süleyman, kavmi önderler değil, bütün insanlığa sunulan tek Tebliğ'in "Zikrün lil-âlemin"in temsilcileridir. Biz Hakk'ı tanırsak, bâtılın suret-i Hakk'dan zuhür eden görünümlerine de aldanmayız. Medeniyet de "Hukuk Devleti" örneğine, "Civitas", "Medine" örneğine sahip olmakla ulaşılan bir seviyedir. Dâbbe-t-ul Arz'ın "medeniyet"i olmaz. Şu halde "medeniyetler savaşı" dedikleri de "bâtılın Hakk'a karşı savaşı" olsa gerektir. Aman dikkat! Bizler de suret-i Hak'dan zuhur eden bâtıllara kapılmayalım!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi