T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 20 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Gazetecilerin "Akademi"de ne işi var?

İnternette yayında olan bir haber sitesinde karşıma çıktı: "Genelkurmay'ın ambargosu delindi".

İyi ki başlığı okumakla yetinmeyip devamını getirmişim. Çünkü başlıktan çıkardığım ilk sonuç, Genelkurmay'ın bazı gazete ve televizyon kanallarına koyduğu "ambargo"nun delindiği yolundaydı. Meğerse iş bambaşka imiş. Delindiği söylenen "ambargo"nun malûm ambargo ile ilgisi yokmuş.

Önümdeki haberde Harp Akademileri Yönetmeliği'nde yapılan değişikliğin bir sonucu olarak, Milli Güvenlik Akademisi'ne devam edecek sivil "müdavimler"in seçimi bundan böyle (eskiden olduğu gibi Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından değil) Devlet Personel Başkanlığı tarafından yerine getirilmeye başlandığından, bir "ilk" olarak "ambargo" delindiği ve bu yılki 45 sivil kursiyer arasına Zaman gazetesi ve STV televizyonundan iki ismin de katıldığı bildiriliyordu.

İstersiniz, vakit geçirmeden (ve sonra dönmek üzere) "ara tespitimizi" hemen yapabiliriz: Bir gazetecinin Milli Güvenlik Akademisi kursiyerleri arasında ne işi var? Söz konusu gazeteciler bütün kursları tamamladılar da bir bu mu eksik kaldı? Gazeteciler Harp Akademileri bünyesinde faaliyet gösteren Milli Güvenlik Akademesi'nde altı ay boyunca eğitim gördüklerinden sonra ülke ve dünya sorunlarına burada belledikleri bilgi ve fikir ışığında mı bakacaklar?

Niçin bu derece "kategorik" bir "yasak" getirdiğimi açıklamaya çalışayım:

Milli Güvenlik Akademisi'nin askerler dışında bazı sivilleri de "eğitimden" geçirerek, sivil bürokrasiyi de TSK'nın tarif ettiği bir "milli menfaat" anlayışına çekmeye çalışan bir kurum olduğu muhakkak. Ayrıca Akademi "Bakanlık Müsteşarı, Müşteşar Yardımcısı, Büyükelçi, Elçi, Elçilik Müşteşarı, Vali, Vali Yardımcısı..." başta olmak üzere mümkünse bütün yüksek bürokratları eğitimden geçirmekle yetinmemekte, "Özel Kesim'de, kamu kesiminin benzer düzeyde görev almaya aday yönetici durumunda olanlar"ı da "sivil müdavimler" arasına katarak ülkede yönetimde söz sahibi olanların tek bir "menfaat" etrafında kenetlenmelerini sağlamaya çalışmaktadır. "Müdavimlere Kazandırılacak Nitelikler" bahsinde sıralanan niteliklerin tamamı TSK'nın tarif ettiği "milli siyaset" çerçevesi içinde yer almaktadır.. Bu "nitelikler"den ilki ve sonuncusu şöyle kaleme alınmış:

"Devletin milli siyaseti ve ülke sorunları hakkında yeterli bilgiye sahip olmak, problem teşkil eden konu ve alanlarda makul ve mantıklı çözüm yolları hakkında fikir üretebilmektir. (1) / "Atatürkçü düşünce sistemini en ileri düzeyde öğrenmiş olmalıdır."(8).

Hadi diyelim ki Akademi ("Devletin milli siyaseti" gibi "öznesi" ya da "müellifi" açık olmadığı için demokrasilerde hoş karşılanmayan kavramlar kullanılsa da) devlet aygıtında önemli yerler işgal edenlere kendi belirlediği bir Türkiye ve dünya görüşünü benimsetmeye çalıştığı için eleştirilemez, çünkü "Devlettir ne yapsa yeridir." İyi ama bu "eğitime" gazetecilerin dahil edilmesi uygun mudur? (Soruyu her iki tarafa sorduğumu hatırlatmamam gerek yok herhalde!)

"Müdavimler" hakkında "Google"da biraz dolaşınca bana bayağı ilginç gelen bazı bilgilere de ulaştım. Mesela, ünlü dağcımız Nasuh Mahruki'nin "Bir Milli Güvenlik Akademisi Müdaviminin İzlenimleri" başlığı altında topladıkları. Tahmin ettiğiniz gibi "kursiyerlik" dönemine büyük bir övgü; eğitim öncesi ve sonrasının kazandırdıkları açısından karşılaştırması vs. Oysa ben bu satırları okurken şu soruyu soruyordum: "Bir dağcının Akademi'de ne işi var?" Dağcılığın "insanın kendisiyle yarış"ı olduğu söylenmiyor muydu bugüne kadar? Ayrıca Çalışma Bakanlığı'ndan bir müşavirin kaleme aldığı "Bir müdavimin günlüğü" de fena bir metin değildi. Müdavim (Yaşar Ateşsoy) günlüğünün ilk sayfalarından birine şu notu düşmüştü: "Okul Komutanı'na 'Komutanım' diye hitap edeceğiz. Diğer rütbeli öğretim üyelerine ve müdavimlere, rütbeleriyle hitap etmemiz (Albayım...gibi) mümkün."

Ne dersiniz, yakında "Gazeteci bir müdavimin günlüğü" gibi bir metinle de karşılaşır mıyız acaba? Belli olmaz; Zaman'da bir tefrika ya da STV'de bir belgesel filan.... Ne dersiniz?


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi