T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 20 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Koray DÜZGÖREN

Yargının gücü neye ve kime yeter?

Türkiye'de kağıt üzerinde yargının gücü tartışılmaz. Belli kurallara uyulduğu takdirde yargının gücünün uzanamayacağı bir kişi ya da makam yoktur. Bu ülkede hemen herkesin yargıyla bir işi, bir ilişkisi vardır.

Bir toplumun bütün meselelerini yargı eliyle, mahkemeler aracılığı ile halletmeye çalışması aslında pek de sağlıklı bir durum sayılmaz.

Nitekim, meselelerimiz bu yolla halledilemiyor. Yargıdan, yargının kararlarından memnun olan yok gibi. Yargıya karşı bir güvensizlik söz konusu. Yargı mekanizması yeterince adil ve kamu vicdanını tatmin edici kararlar alamıyor. Nedenleri var kuşkusuz. Konumuz o değil.

Hem yargıyı hayatımızın her alanında, en önemsiz meselelerimizin çözümünde bile vazgeçemeyeceğimiz bir kurum haline getirmişiz, hem de böylesine önem verdiğimiz bir kurumu kağıt üzerinde önemsermiş gibi yapıp uygulamada bir kenera bırakmışız. İşlerimizi başka yollardan halletmek, eğer olanağımız varsa bize daha çekici ve daha pratik geliyor..

Yargının içinde bulunduğu durumu en gerçekçi biçimde yargının tepesindeki yüksek yargıçlar anlatıyor. Biz de öyle öğreniyoruz. Jğrendiğimiz bilgilerden biri de şu: Yargının hem olanakları kısıtlı, hem de gücü öyle abartıldığı kadar değil.

Aslında yetkileri, gücü var ama, yargı bu gücünü idareden, bürokrasiden alıyor. Aslında idarenin, bürokrasinin bir uzantısı gibi çalışıyorsa yetkileri korkutucu. Parti kapatabiliyor, inançları gereği başını bağlayan genç kızların hayatlarını karartabilen kararlar alabiliyor. Hatta, Batı'da gülünüp geçilen ve para cezası ile yetinilen 'yetkililere yumurta atma' eylemi nedeniyle insanlar tutuklanıp cezaevine yollanabiliyor.

İstenirse kanun maddeleri, bir yazarı senelerce mahkeme kapılarında süründürebilecek hatta içeri atabilecek şekilde yorumlanabiliyor. Tabii bu da adamına göre oluyor. Eğer yumurtalar, idarenin, bürokrasinin değerlerini savunan, vatan millet sevgisiyle dolu insanlar tarafından, vatan millet düşmanlarına karşı atılmışsa yargımız olağanüstü toleranslı olabiliyor. Değilse acımasız.

Dediğimiz gibi memleketimizde yargı, gücünü duruma göre kullanıyor. O durumda bürokrasinin eğilimine ve belli meseleler karşısında takındığı tavırlarla yakından ilgili. Bu noktada, "Peki kanunlar, hukukun temel ilkeleri ve Türkiye'nin imzalayıp kabul ettiği uluslararası anlaşmalar ve diğer hukuki metinler ne oluyor?" diye sormayın.

Lafı uzatmayalım. Mesela yargı, şu günlerde yeni bir sınavla karşı karşıya. Yargı Kulp ilçesinde bulunan bir toplu mezarla ilgili olarak bu mezarın sorumlularının bulunması için harekete geçebilecek mi? Yoksa 11 yıl yaptığı gibi meseleyi yine görmezden gelip işi uluslararası kuruluşlara, yargı organlarına mı havale edecek?

2004 yılında Diyarbakır'ın Kulp ilçesine bağlı Alaca Köyü'nde bulunan toplu mezarda ortaya çıkan kemiklerin, 1993'te bölgedeki askeri operasyon sırasında kaybolan aynı köyden 11 kişiden ikisine ait olduğu nihayet kesinleşti.

Adli Tıp Kurumu'nun bir yılda hazırlayabildiği rapor üzerine, ister istemez katliamı kimin yaptığı sorusu gündeme geldi. Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi CHP'li Mesut Değer, sorumluların hukuken tespit edilmesi gerektiğini söyledi. 11 yıl önce gözaltına alınıp öldürüldüğü anlaşılan köylülerin çoğunun yaşlı, evli ve çok çocuk sahibi olmaları da dikkate alındığında, PKK ile örgütsel irtibatlarının söz konusu olmadığı raporda belirtiliyor. Rapora göre olay, general Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Komando Dağ Taburu'nun operasyonu sırasında gerçekleşti.

Şemdin Sakık'a yapılan bir operasyon sırasında bu kişilerin gözaltına alındıktan sonra kayboldukları kanaatine varıldı. Köylülerin gözaltında kayboldukları AİHM'nin Türkiye'yi mahkum eden kararıyla kesinleşmişti. DNA testine göre, bulunan kemiklerden bazılarının kimlikleri de kesinleşti. Adli Tıp raporunun tespitleri doğrultusunda savcılığın yeni bir dava açarak, yargı kanalıyla bu olayın sorumlularını ortaya çıkarıp, hukuken tespit etmesi beklenmez mi? Bu memlekette yargının gücü sadece güçsüzlere ve rejimin düşmanı sayılanlara mı işliyor, yoksa herkes ve her kurum kanunlar karşısında eşit mi, göreceğiz.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi