T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 ŞUBAT 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Fehmi KORU

Bizde olmaz (mı?)

"Türk basını yabancı diplomatların ve servislerin manipülasyonuna açık" sözü yüzünden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül aleyhine yazılmayan kalmadı. O da, sarf ettiği cümlenin üzerinden 24 saat geçti geçmedi, "Servis sözü aşırı kaçtı, o söz doğru değil" diyerek kastına açıklık getirdi. Bakalım, o sözden alınıp aleyhte yayın yapanlar tatmin olacaklar mı?

Devletin istihbarat bilgilerine sahip olmayan birinin medya ile yabancı diplomatlar ve istihbarat örgütleri güncel ilişkisi hakkında kesin bir fikir yürütmesi mümkün değildir. Bu bakımdan bir bölümünden zaten vazgeçilen iddiayı günümüzle ve ülkemizdeki gerçek kişilerle irtibatlamak işimiz değil. Ancak bakanın sözlerini yine de irdeleyebiliriz.

Dünyamız İkinci Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu hale geldiğinde, istihbarat örgütlerinin ilgi alanı da genişledi. Soğuk Savaş yıllarında CIA'nin hedef ülke kamuoylarını ABD çizgisine getirmek için ne büyük çaba gösterdiği mâlum; dünün bazı itibarlı isimlerinin CIA kaynaklı fonlardan yararlandırıldığı pek çok araştırmanın konusu. 'Parayı Verdi Düdüğü Çaldı' adıyla Türkçeye de çevrilen (Doğan Yayıncılık) kitapta Frances S. Saunders bu ilişkinin ne kadar yaygın olduğunu ispat ediyor. Kitabı okuyanlar, kanaat önderlerinin zihnini çelmek için CIA'nin hiçbir fırsatı kaçırmadığını ve bu amaçla yüklü bütçeler ayrıldığını isim isim öğreniyorlar. (Merak edenler için kitapta CIA'in fonladığı bildirilen bazı isimleri sıralayalım: Irving Kristol, Melvin Lasky, Isaiah Berlin, Daniel Bell, Hannah Arendt, Ignacio Silone, Arthur Koestler, Raymond Aron ve George Orwell).

KGB'nin de eli boş durmuyordu tabii ve Sovyetler Birliği'nin yıkılışından sonra ortaya dökülen belgelerden, bazı gazetelerin fonlandığı, bazı gazetecilerin masraflarının KGB tarafından ödendiği de anlaşılmıştı. O belgelerin Türkiye ile ilgili bazıları, şimdilerde Dışişleri Bakanı'na karşı "Gazetecilerin istihbarat örgütlerince manipüle edildiğini ispat et" kampanyası yürüten Milliyet gazetesinde tefrika edilmişti (1993).

"Bunlar eskiye ait bilgiler; şimdi durum farklı" demeye kalkışacaklara bir uyarı: Irak'a açılan savaş öncesinde ABD'nin hedef ülkelerde harcanmak üzere istihbarat örgütlerinin emrine yüklü bir meblâğ tahsis ettiği duyulmuştu. O paraların nerelere ve kimlere sarf edildiği henüz bilinmiyor; ama bir gün o bilgiler de ortalığa dökülecektir. İşgali altındaki Irak'ta, CIA ve MI5'ın, değişik aracılar eliyle, olumlu haber ve yorum karşılığı medyaya kaynak aktardığı şu yakınlarda ortaya çıkmamış mıydı?

Medya dünyanın her tarafında istihbarat örgütlerinin ilgi alanıdır ve imkânı bulunan her istihbarat örgütü hedef ülkelerdeki medya kuruluşları ile gazeteci ve yazarları etkilemek için olağanüstü çaba harcar. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyledir, yarının daha değişik olması için de ortada bir sebep bulunmuyor...

Bakanın sözlerine itiraz edenler "Bizde olmaz" kanaatinde olabilirler mi? Oysa, aklı başında hiç kimsenin böyle bir iddiada bulunmaması gerekir. İki sebepten: İstihbarat örgütleri bir ülkeyi ve o ülkenin medyasını hedef seçtiğinde sonuç almak için her yöntemi kullanır; medya içi eleştirilerden iyi bildiğimiz gibi, bizde de, ilkelerini esnetebilen bir medya ortamı var...

Dün, çok satan gazetelerden birinde, yeni bölümleri Doğan Grubu dışındaki bir kanalda yayınlanacak 'Kurtlar Vadisi' dizisiyle ilgili yaman bir değerlendirme çıktı. Okuyalım: "Bir gelişme daha dikkatinizi, çekiyor mu?.. Kanal D'de görünürken, filmi yere göğe koyamayan, bedava posterlerini dağıtan, harika yazılar yazan Doğan gurubu yazarlarından bir eleştiri bombardımanı başladı nerdeyse.. / Vay benim tarafsız medyam!.." (Hıncal Uluç, Sabah, 25 Şubat 2006).

Gerçekler bu iken Dışişleri Bakanı Gül'ün sözleri neden tepki çekti acaba? Tek ihtimal, kendi içinden gelen eleştirilere müsamahalı davranırken, bizim medyanın siyasîlerin târiz oklarına karşı tahammülsüz olmasıdır.

Yoksa kendini hükümetin alternatifi mi görüyor bizim medya?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi