T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 ŞUBAT 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Toplumsal bozukluğu protesto eden bir düş

İnsanın kemiğini sızlatacak türden maksimler söylemede Dostoyevski, Shakespeare'den hiç de geri kalmaz. Onun, geçerken söylenilmiş izlenimi bırakan öyle cümleleri var ki, her biri üzerine sayfalar dolusu inceleme inşa etsen sezadır. Aşağıya alıntılayacağım parça böyle bir cümle değil, cümlelerden yapılmış muhteşem bir tablo. Bu parçayı ilk kez kırk küsur yıl önce okuduğumda da heyecanlanmıştım. Derinden seyreden bir çarpıntı geçirmiştim. Karamazof Kardeşler'de, babasını öldürdüğü iddiasıyla bir köy evinde yakalanan Mitya, sorguya çekilirken, birden uyuklamaya başlar ve bir düş görür. Şimdi, aradan bunca yıl geçtikten sonra, benim için unutulmaz bir parça olan o düş tablosu, bu kez, Dostoyevski'den derlenen bir seçme parçalar kitabında yeniden karşıma çıktı. Kitabın adı: "Dostoyevski'den Ruha Dokunan Düşünceler". Ve işte o parça:

"Tuhaf bir düş gördü. Bir köylü, iki atlı üstü açık arabasıyla bozkırda gidiyordu, -ordudayken bir kez geçmişti buradan sanki- yol diz boyu çamurdu. Mitya üşüyordu, kasımın başlarıydı, sulusepken yağıyor, kar taneleri yere düşer düşmez eriyordu. Köylü hızla sürüyordu atları, kamçıyı pek hoş şaklatıyordu. Uzun, kumral bir sakalı vardı. Pek yaşlı sayılmazdı, elli yaşlarındaydı. Köylü işi, boz bir gocuk vardı üzerinde. Birden bir köy gözüküyor ilerde, evleri kara, kapkara bu köyün. Yarısı da yanmış, yalnız kömürleşmiş kalaslar ayakta duruyordu. Köyün tam girişinde bir sürü köylü kadın vardı. Hepsi de sıska, bitik kadınlardı bunların. Yüzleri toprak rengindeydi. En uçta uzun boylu, bir deri bir kemik, kırk yaşlarında gösteren, aslında belki de yirmi yaşında bir kadın ilişti gözüne. Upuzun bir yüzü vardı, yanakları içeri çöküktü. Kucağındaki bebek durmadan ağlıyordu. Göğüsleri öylesine kuruydu ki, bir damla sütü olamazdı... Bebek ağlıyor, kollarını uzatıyor, çırpınıyordu. Çıplak yumrukları soğuktan mosmordu.

Kadınların yanından arabacıyla hızla geçen Mitya:

-Niçin ağlıyor? diye soruyor. Niçin ağlıyor?

-Bebe işte, diyor arabacı, bebenin ağlamaktan başka ne işi olur ki... Mitya aptal gibi hâlâ:

-Peki ama ne diye ağlıyor? diye soruyor. Elleri niçin dışarıdaydı, niçin bir şeye sarmamışlar onu?

-Üşümüş bir kez bebe, üstündekiler donmuş, ısıtmıyor gayrı.

-Niçin üşümüş peki? Neden?

Mitya hâlâ anlamamış gibi bildiğini okuyor:

-Hayır, hayır sen şunu söyle bana: Yangından çıkmış bu anaların ne işi var burada, niçin yoksul bu insanlar, niçin mutsuz bu bebe, bozkır niçin çıplak? Niçin kucaklaşmıyor, neşeli şarkılar söylemiyor bu insanlar? Yoksulluktan niçin böyle kararmışlar, bebenin karnını niçin doyurmuyorlar?" (*) Şimdi, parçayı bir kez daha, ama bu sefer açıklamaları işin içine karıştırmadan okumanızı öneriyorum. (*) Dostoyevski'den Ruha Dokunan Düşünceler, hazırlayan: Esra Uluç, Carpe Diem Kitap Y. İst. 2005, s.32.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi