T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 2 TEMMUZ 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
  Favorilere Ekle
  Giriş sayfası yap

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Merak bu ya!

Söze "Herşeyin başı merak" diye başlasak yanlış yapmayız herhalde... Ama bu tespiti hemen şartlı hale getirmek şartıyla. Yani: Tamam herşeyin başı merak ama, mesele bu "merak"ın neye yöneldiğindedir.

İnsanoğlu bir şeyleri merak etmeseydi, adına "uygarlıklar tarihi" (dikkat ederseniz çoğulunu tercih ediyorum) dediğimiz tarihten söz etmek mümkün olur muydu? Hele de "uygarlıklar"ın yaşadığı önemli dönemeçlerde. "Merak" olmadan -ilk akla gelenleri sayacak olursak- Yunan, İslam, Rönesans ya da 18. yüzyıl Aydınlanmaları ortaya çıkar mıydı? "Merak ve felsefe" ya da "merak ve bilim" akla ilk gelen beraberlikler değil mi?

"Merak" sözcüğü eskiden "tecessüs" sözcüğü ile karşılanıyordu. Ancak İslamiyet söz konusu olduğunda "tecessüs" sözcüğünün hiç de makbul bir fiile işaret etmediğini görüyoruz. İslam ilahiyatçıları "tecessüs" sözcüğünün Kur'an da sadece bir kere geçtiğini (el-Hucurât.49/12) ve bu ayette de "Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın)" buyurulduğunu söylüyorlar. Yani bu sözcük bu çerçevede (bir ilahiyatçının sözleriyle) "Kötü bir maksada yönelik olarak gizli hususları araştırmak" anlamına geliyor. Yani bir bakıma içinde "gıybet"i de (dedikodu) barındırıyor.

Demek ki "Herşeyin başı merak" derken cümlenin arkasını bekleyip neyin merak konusu olduğunu da öğrenmeliyiz. Ve dolayısıyla "üzerimize vazife olmayan" hususları merak etmenin makbul bir alışkanlık olmadığını unutmamalıyız. Yanlış anlaşılmasın, sadece bir ayette buyurulduğu için değil; tamamen ladini bir etiğin icaplarına uyabilmek için aynı zamanda...

"Bu 'Giriş'ten sonra bakalım ne geliyor?" demişsinizdir muhakkak... Öyle ise başlayabiliriz, şu geliyor:

Soner Yalçın adını mutlaka duymuşsunuzdur. Bu gazeteci-yazarın son derece "meraklı" birisi olduğunu da biliyorsunuzdur. Merakını gidermek için epeyce kitap yayınladığını da. Ayrıca "Kurtlar Vadisi"nin "konsepti" de onun eseri. Yalçın'ın son kitabı şu günlerde yine "çok satanlar" listesini zorlamakta. Diğerleri gibi son kitabın merak konusu da ilginç: "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı-Efendi 2".

"Efendi"nin birinci kitabında "Beyaz Türklerin Büyük Sırrı" ortaya dökülmeye çalışılmıştı. Şimdi sıra "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı"na gelmiş. Birinci kitabın internet üzerinden satış yapan bir kitapçının sayfasındaki tanıtımı şöyle soru-cevaplarla başlıyor: "Sizin hiç idam edilmiş akrabanız var mı? Onların var! Hem de üç kişi!" / "Sizin akıl hastası olan akrabanız var mı? Peki intihar eden akrabanız? Onların var! Hem de sayıları şaşırtacak kadar çok!"...

Gördüğünüz gibi merak edilen ve cevap aranan konular yoldan gevirdiğiniz 100 insandan 99'unun aklına fikrine gelmeyecek türden şeyler... Bu 99 kişi "akıl hastası akrabası" olup olmadığı -tabii olarak- merak edebilir; ama aynı 99 kişinin "Onların" akıl hastası akrabası olup olmadığını merak etmesi; "merak"ın "tecessüs"e dönüşmesi burada başlıyor herhalde...

Yalçın'ın son kitabını (öncekiler gibi) okumadım ama hakkında yazılıp çizilenlerden anlaşıldığı kadarıyla, bu iz sürmede de "Sabetayistler" baş rolde galiba. "Sabetayistler"? İşte size bir kere daha "merak"ın "tecessüs"e dönüşmüş halini hatırlatan bir konu!

Oray Eğin'in son kitaba ilişkin Akşam gazetesinde yayımlanan yazısından anlıyoruz ki özellikle İstanbul'un adı bilenen bazı aileleri bu kez "Beyaz Müslümanlık"a ilişkin sırları açısından ele alınmış.

"Topbaşlar'ın iki gelininden Füsun Topbaş aslında Verdi ailesinin kızı. Füsun Topbaş'ın eşi Eymen Topbaş'ın ağabeyi Faruk Topbaş da Semiha Şakir'in kızı Ghade'yle evli. Bu evlilikten sosyetenin ünlü müzmin bekarı Dina Topbaş doğdu..." / "Cemi Kamhi'nin karısı Yasemin Kamhi'nin dedesi Halveti şeyhlerinden Sinan Erdebili. Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören'in eşi Revna, annesi Tülay Ulusoy, modacı Neslihan Yargıcı ise Yahya Efendi Dergahı'na bağlılar...." / "Şanar Yurdatapan'ın Abdurrahman Dilipak'la sosyal-aktivist birlikteliğinin de bir nedeni olabilir mi? Yurdatapan ailesinin büyükleri Naziki Dergahı'ndan...."

İşte size -pek meraklıysanız- üzerinde laflayacak bir sürü bağlantı...

Artık baştaki sorumuza dönebiliriz: Özellikle seçilmiş bazı insanların -dün ya da bugün- ne yaptıklarının değil de "aslında ne olduklarının" araştırılmasına-karıştırılmasına yönelik bir "merak"ın makbul bir şey olduğu söylenebilir mi? Diyelim ki Topbaşlar'ın iki gelininden Füsun Topbaş'ın "aslında Verdi ailesinin kızı" olduğunu ya da "İslamcı çevrelerin içindeki Sabetayistler"in kimler olduğunu -hem de tam liste!- öğrendik. Ne oldu şimdi yani? Merakımız giderildiği için artık başımızı yastığa daha bir huzur içinde mi koyacağız? Bunun adı gerçekten de "tecessüs"tür ve barındırdığı "tehlikeler" hatırlanarak şiddetle kaçınılması gerekir

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi