T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
İ Z D Ü Ş Ü M 9 TEMMUZ 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
  Favorilere Ekle
  Giriş sayfası yap

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Abdullah MURADOĞLU

Bir avuç naftalin müzeyi mahvetti

Merhum İbrahim Hakkı Konyalı 1960'larda Askeri Müze'deki çok kıymetli eserlerin nasıl mahvedildiğine ilişkin şok edici iddiaları gündeme getirmişti.

İSTANBUL-Bir süreden beri müzelerimizle ilgili iddiaları izliyoruz. En son Kültür ve Turizm Bakanlığı 30'un üstündeki müze için soruşturma başlattı. Tarihi ve kültürel varlıklarımızı koruma konusundaki zaaflarımızı saymaya gerek yok. Bugün Paris'in yılda aldığı turist, Türkiye'nin yılda aldığı turist sayısının hayli üstünde. Biz ise yıllardır tarihi ve kültürel varlıklarımızın heba edildiğini söyleyip duruyoruz. Osmanlı dönemine ait yüzbinlerce arşiv belgesinin hurda parasına Bulgarlara satıldığını herkes hatırlar. Milyonlarca belgenin kağıt fabrikasına gönderildiğini de biliyoruz. Kayıplarımız arşiv belgeleriyle sınırlı değil, binlerce paha biçilmez el yazması ve binlerce çok kıymetli obje de elimizden çıktı.

SUÇLULAR ÖRTBAS EDİLDİ

Bundan 40 yıl önce de merhum İbrahim Hakkı Konyalı, Askeri Müze'ye ait eserlerin mahvedildiğini gündeme getirmiş, 'Hayat Dergisi' haftalarca süren kampanya başlatmıştı. Kampanya "Türk Milleti Askeri Müzesini ihtişam içinde görmek istiyor" başlıklıydı. İstanbul'un fethinden sonra harp silahlarının toplandığı "Cebehane" olarak düzenlenen Aya İrini Kilisesi 1726'da "Dar-ül Esliha" adını aldı. 1846'da modern anlamda müzeye dönüştürülerek Müze-i Hümayun oldu. Eserler 1949'da Maçka Silahhanesi depolarına gönderildi. Eserler 1959'da Harbiye Mektebi jimnastik salonunda sergilendi. 1966'dan itibaren restore edilen eski Harbiye binasının Askeri Müze olarak kullanılmasına kararı verildi. Ama müzedeki eserlerin kaderi acı vericiydi. 1931'de 40 vagon arşiv belgesinin Bulgarlara satıldığını ifşa eden Konyalı, bu kez Askeri Müze için ağlıyordu. "Müzedeki Tarihi Eserler Nasıl Mahvoldu?" sorusuna şöyle cevap veriyordu: "Bu suçlamayı evvelce de yaptım. Beklerdim ki, devlet mallarının heder edilmesine göz yumanlar, kendilerinin halk önünde en ağır şekilde itham edilmelerine karşı savunsunlar. Beni en azından mahkemeye versinler. Böyle medeni cesaret gösteren olmadı. İhbarları koğuşturmakla vazifeli olanlar da olaylara parmak basmadı. Hatta örtbas edilme yoluna gidildi."

BİR AVUÇ NAFTALİNİ ESİRGEDİLER

Konyalı'ya göre Aya İrini Kilisesindeki Askeri Müze, sırf Türk tarihini yok etmek amacı ile "rutubet çokluğu" bahanesiyle kiliseden çıkarılmıştı. Oysa rutubet, Topkapı Sarayı müzesindeki rutubetten daha azdı. Yavuz'un Kahire ve Tebriz önlerinde, Kanuni'nin Budin'de ve Viyana önlerinde kurulan, serdar-ı ekremlerin muhtelif savaşlarda kullandıkları her biri cihan değer muhteşem çadırlar, bir avuç naftalin esirgendiği için güveler tarafından didik didik edilmiş, rutubetlerde çürütülmüştü. "Birçok raporlarıma, ısrarlı tavsiyelerime rağmen bunları son zamanlara kadar bir avuç naftalin attıramamıştım" diyen Konyalı, çok kıymetli bazı parçaların müzeye satılmak üzere iken, bu parçaların müzeye ait olduğunun ortaya çıktığını kaydediyordu. Konyalı, sırra kadem basan kişiler hakkında soruşturma bile açılmadığından yakınıyordu. Konyalı'ya göre Bizansperestler Aya İrini'yi, eski sahibi Askeri Müze İdaresi'ne vermeyince eserleri, Maçka Silahhanesi'nin bodrumlarına atıldı. Konyalı şöyle devam ediyordu: "İki milyon lira sarfedilerek Silahhane müzeye çevrildi. İlk sene iç kısmı yapılmıştı. Bu sıra Silahhane Teknik Üniversiteye verildi. Yapılan kısımlar yıkıldı. Bodrumdaki pırlanta değerindeki eserlerin üstüne yağmur suları aktı, buralar sarnıç haline geldi. Sandıklar suların üstünde yüzdü. Sonra da dışarıya atıldı. Bakımsızlıktan ve ihmalden 7 GMS kamyonu ile Maçka Silahhanesi'nden Harbiye bahçesine nakledilen 200 ton tarihi kalkan, miğfer, kolçak, dizçek, zırh bir çukura gömüldü. Müze bekçileri birgün kumaş objelerini havalandırmak için dışarı çıkardılar, içeri alırlarken sigara düşürdüler. Birçok kıymetli eser kül oldu. Vaktiyle Viyana'da yaptırılan dünyanın en kıymetli koleksiyonu Yeniçeri Mankenleri yok edildi."

MÜZE ARŞİVİ İMHA EDİLDİ

Müzenin çok kıymetli yazmaların da bulunduğu zengin bir kütüphanesi olduğunu hatırlatan Konyalı şöyle devam ediyordu: "Son senelerde Kütüphanenin eski harfli defteri yok olduğu için bu yazmalardan hiçbiri kalmadı. Müzedeki eserlerin tarihlerini aydınlatan vesikalardan başka tarihi kalelerin eski defterleri var idi. Ben ve mütehasssıslar 40 seneden beri faydalanıyorduk. Askeri Müze müdürlüğü beni bu arşivin tasnifini yapacak heyete başkan seçti. Tasnife 28 Eylül 1961'de başladık, hayli ilerledik. Bir türlü çalışmak istemeyen heyet yazıcısı ve üyeleri devam etmedikleri için iş sona ermedi, tutulan defter de yok edildi gitti. Sonra ne akla hizmetse, müze arşivinin imhasına karar verildi. Bütün evrak ambardan sandıklarla çıkarılıp yağmurlar altına atıldı. Bunların muhafazasına çok çalıştım. Üstlerini örterken içlerine kötü maksatlarla konulduğunu sandığım müzenin üç kıymetli objesini buldum, depo müdürüne teslim ettim. Birgün İzmit Kağıt fabrikasının otomobillerine çuvallarla arşiv yükletildiğini gördüm, müze müdürüne, 'Aman ne yapıyorsunuz? Cinayet işleniyor. Bunlar tarihi evraklar, arşiv vesikalarıdır' dedim. Aldığım cevap, 'Bu kağıtlar, defterler ne işe yarayacak?' oldu. Evrak İzmit yolunu tuttu. Arşiv Umum Müdürü Mithad Sertoğlu'na koştum, faciayı haber verdim. Başbakanlık faaliyete geçti. Kağıt Fabrikasına gidilmiş, geri gelince, mesut olunacağı tahmin edilen bu fevkalade kıymetli objeler yok edildi. Teşebbüsüm üzerine İzmit'ten artakalan vesikalar geldi. Benim de dahil olduğum heyet çuvalları açtı, gelen kağıt gidenden kilo itibariyle hayli azdı..

SONER YALÇIN ÖZBEK ŞEYHLERİNİ DE KARIŞTIRMIŞ

İngiliz elçisi Henry Layard
İki hafta önceki yazımda Soner Yalçın'ın "Beyaz Türklerin Büyük Sırrı" kitabında Arusi Şeyhi Aziz Çınar'ın Abdurrahim Zapsu'nun kayınpederi olduğu bilgisinin -küçük bir matematiksel bakışla- yanlış olduğunu kaydetmiştim. Yalçın, Özbek tekkelerini de karıştırmış. Bu konularda kalem oynatan biri olarak, yanlışları düzeltmek yine bana düştü. Üsküdar'daki Özbekler Tekkesi'nin şeyhi İbrahim Edhem Efendi'nin torunu Türkiye'nin Washington eski Büyükelçisi Münir Ertegün idi. Oğlu Ahmet Ertegün ise ABD'de ünlü bir müzik yapımcısı. Bu tekke, Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu'ya adam kaçıran Karakol Örgütü'nün üslerinden biriydi. Yalçın'ın İngiliz Elçisi Henry Layard'a ajanlık yaptığını söylediği Süleyman Efendi'nin, Üsküdar'daki Tekkenin Şeyhleriyle sıhri hiçbir yakınlığı yok. Süleyman Efendi, Sultanahmet civarındaki Buhara Tekkesi'nin şeyhiydi. Layard ise 1840'larda Adıyaman ve Musul'da kazılar yapan bir arkeolog idi. İştigal alanı içinde etnik kültür çalışmaları yapmak da vardı. Sonra da elçi oldu.

ABDULHAMİT'TEN ŞEYHE ÖVGÜ

Süleyman Efendi, Sultan II. Abdulhamit'in en güvendiği isimlerden biriydi. Şeyh, Orta Asya ve Hindistan'daki Osmanlı faaliyetlerinin en nüfuzlu isimlerindendi. Yalçın, kaynak gösterdiği Prof. Azmi Özcan'ın Nisan 1992 tarihli 'Toplumsal Tarih'teki makalesini bile okumamış. Okusaydı, Şeyhin Abdulhamit'in bilgisi dahilinde İngiliz Elçisi Henry Layard'a yanlış, yanıltıcı, mübalağalı bilgi verdiği ihtimalini dikkate alırdı. Prof. Özcan, "Pan-İslamizm: Osmanlı Devleti, Hindistan Müslümanları ve İngiltere" kitabında da bu ihtimali vurgular. Güçlü bir istihbarat ağına sahip olan Abdulhamit anılarında Süleyman Efendi'den şöyle söz eder:

"Buharalı Şeyh Süleyman Efendinin Rusya'daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim. Bunun, İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan Umumî Valileri oradaki Müslümanların Osmanlı Devletiyle yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinilmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimizi bir nebze kolaylamış oluyorlardı."

Bu bilgiler ışığında Şeyh Süleyman'ın İngilizlere mi yoksa Osmanlı'ya mı hizmet ettiği yorumunu okurlara havale ediyorum.


  • Abdullah Muradoğlu: Esperanto'dan önce Baleybelen vardı

      DİĞER YAZILAR
  • Ecevit 1977'de 'Solda Birlik'i geri çevirmişti
  • Patrik Bartholomeos kahvecilik yapmış
  • Yeniçeriler 180 yıl önce son kez kazan kaldırmıştı
  • 1978'de 'Genç Subaylar' ortalığı fena karıştırdı
  • Berlinli gençlerin gözü Türkiye'de
  • 'Parlamento yangını' Hitler'in işine yaradı
  • Casus Lavrens'in Tecavüz yalanı
  • 'Deniz Gezmiş'lerin idamında CHP'lilerin de payı var
  • Allah, 'Müslüman Türkiye' sözümden geri döndürmesin
  • 'Kırmızı Kitap' Soğuk Savaş'ın mirasıydı
  • 31Mart'ın mürtecileri arasında kimler vardı?
  • CHP'liler Atatürk'ün Mareşaline kin kustular
  • Payitaht Bursa'da Osmanlı coşkusu
  • Fişlemelerle geçti beyhude ömrümüz
  • MASON İHTİLALCİLER Çırağan Sarayı'nı bastı
  • Başı belaya giren üstad-ı azam Paşakay, Enver Paşa ailesinden
  • 1977'de Şemdinli'yi andıran iddialar bir paşayı yerinden etti
  • Atatürk Osmanlı mirasını gözetiyordu
  • Ecevit, Yaser Arafat'ı Başbakanlık'ta karşılarken Baykal Enerji Bakanı'ydı
  • Sultan İkinci Abdulhamit, Hz. Peygamber'e hakaret edilince aslan gibi kükredi
  • 55 yıl önce CHP'nin mal varlığına el kondu
  • 1926'daki eylem Türkçe namaz içindi
  • Demirel rejimi yıkacakmış!
  • Org. Faruk Gürler kahrından öldü
  • Atatürk ve silah arkadaşlarının arasına girdiler
  • Atatürk 1923'te islami tesettürü savunuyordu
  • Dünkü zihniyet devam ediyor
  • Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi