|

Yeryüzüne insanı halife yaptım

Kainatın sahibi Allah (CC), meleklerine hitap etti: “Ben yeryüzünde kendime halife olarak insanı yaratacağım!” Melekler sordu: “Ey Rab! İnsanoğlu yeryüzüne kan ve fesat yapacaktır. Niçin halifeliği masum kullarına vermiyorsun da insanoğluna layık görüyorsun?” Ve Hak buyurdu: “Onu yaratmak ve yeryüzüne halife kılmaktaki hikmetimi ben bilirim; siz bilemezsiniz!”

Mustafa Çalışan
00:00 - 31/10/2010 Pazar
Güncelleme: 23:50 - 30/10/2010 Cumartesi
Yeni Şafak
Yeryüzüne insanı halife yaptım
Yeryüzüne insanı halife yaptım

Kabe, Allahın, yeryüzüne, 'Masiva-dış dünya' çerçevesine attığı oka, hedef noktası… Kabe, 'Masiva-dış dünya' ile 'Mavera-öteler alemi' arasında, hendese tabiriyle fasıl. Birinin bittiği ve ötürünün başlamak üzere bulunduğu hudut çizgisi…

Kabenin manasını anlamakta, anlayışsızlığını anlamaktan ileriye geçemeyecek olan akıl, eğer anlamayı mutlak anlayışa doğru mahrem manalara bir nevi yaklaşmaktan ibaret bilecek olursa, büyük vakıayı İmam-ı Rabbani Hazretlerinden öğrensin… Sabahilerden sonra ümmetin en büyüğü, ikinci Binin yenileyicisi; ve kitabı, Kur'an ve Hadis müstesna, kitapların en üstünü bilinen İmam-ı Rabbani Hazretlerine göre Kabe, eşya ve maddenin tükenip ruh ve mananın başladığı ufuk noktası işaretidir. Bütün istikametler ona perçinlidir ve Kabe, bu dünyanın öteler bağlı serhad kapısıdır. İlahi marifete erme yolunda insani memuriyetin geçit noktasından da bir remz.. Yine İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ifadesiyle, bütün yönler onu kolladığı gibi, bütün madde alemi onun maddesinde, bütün mana alemi de onun manasında erime halindedir.

KABEYİ MELEKLER İNŞA ETTİ

İlk inşaasında melekler tarafından olduğunu kaydetmiştik. Allah meleklere hitap etti:

- Ben yeryüzünde kendime halife olarak insanı yaratacağım! Melekler, Allahın izin ve hikmetiyle sordular:

- Ey Rab! İnsanoğlu yeryüzüne kan ve fesat yapacaktır. Niçin halifeliği masum kullarına vermiyorsun da insanoğluna layık görüyorsun?

- Onu yaratmak ve yeryüzene halife kılmaktaki hikmetimi ben bilirim; siz bilemezsiniz!" buyurdu Allah…

Melekler karşı duruşlarından utandılar, acı duydular ve istiğfar ederek Arşı tavafa başladılar. Allah onlara acıdı ve Arş altında dört mücevher sütün üstünde bulunan 'Beyt-i Mamur; mamur ev' hizasında yeryüzünde bir mekan çizmelerini ve böylece insanoğluna bir tavaf merkezi göstermelerini emretti. Kabe bu surette ilk defa melekler tarafından kuruldu ve her unsuruyle zaten tavaf ve deveran halinde bulunan kainatın, insanlara mahsus tavaf zuhura geldi.

BEYT-İ MAMUR GÖĞE KALDIRILDI

İşte Kabe'nin son akıl gücüyle yaklaşılabilecek namütenahi derin manası! Hazret-i Adem cennette işlediği zelle (Peygamberlerin işlediği hatalara, ne suç, ne de günah denilebilir; onların hataları ancak zelle tabiriyle belirtilebilir; ve adi insanlara mahsus hata sıfat ve tabiriyle belirtilebilir; Peygamberler hakkında kullanılırsa küfre kadar varır) yüzünden dünyaya indirilince tek başına kaldı, meleklerin semalardaki tesbih ve tehlil seslerini işitemez oldu ve affı için hakka yalvardı. Ona, Mekke'ye gitmesi, orada meleklerce kurulan Kabe'nin bina ve etrafını tavaf etmesi ferman olundu. Adem Peygamber ilahi buyruğu yerine getirdi ve Arafat'tan başlayarak ilk haccı tamamladı. Adem Peygamberle yeryüzüne indirilen 'Beyt-i Mamur' ondan sonra göğe kaldırıldı, fakat temelleri ve manası olduğu gibi kaldı.

BOYU ARŞ'A UZANIYOR

Kabenin manasına, maddesiyle karışık bir nokta daha ilave edelim. Veli , 'Beytullah'ın karşısına geçmiş, aşık ve hayran, madde üzerinde ilahi tecelli mihrakını seyrediyor. İçindeki bir his:

- Acaba Kabe'nin boyu bu kadar mı?

Biri arkasından dürtüp mırıldanıyor ve hemen gözden kayboluyor:

- Başını kaldır da bak!

Veli, başını kaldırınca görüyor ki, Kabe Arş'a doğru sonsuz bir uzanışla yükselmekte.. Demek, dünyanın neresinden Kabe'ye yönelinse, arzın yuvarlaklığı sebebiyle Kabe'nin üstüne değil, bizzzat kendisine isabet edilecektir..

HAC NASIL OLMALI?

Evvela, manasına nüfus etmeye çalışmakla.. Bu manayı mekteplerde hocalar, camilerde imamlar, şehirlerde yayın vasıtaları, köylerde ihtiyarlar ve cemiyet meydanında bütün bu unsurlarla beraber gerçek aydınlar telkin ve talim edecektir. Görülüyor ki, her işde olduğu gibi bunda da , bilhassa bunda, ferdi inanışlarla içtimai nizam arasında uygunluk, şart.. Bu uygunluk olmadıkça, iş , ferdin kendi kendisini yetiştirmesine kalıyor ki, o da çok zor.. Haccın keyfiyetini anlatmakta, onun lugat manasını bilmek ilk adımdır. Hac, lugat manasıyla “Büyük bir işe muazzam bir davranışa niyet etmek” Yani büyük bir hamle, atılış, büyük bir oluşa adım atış… Mücerret ve umumi olarak ne derin, ne güzel bir tabir, bir mefhum ! Hac ruhunun belki yarısını kuşatıcı bir mana.

HER HACI NEFSİNE SORSUN

Şimdi her hacı nefsine sorsun: “Haccın lugat tabirindeki bu dış manayı biliyor ve onu bütün derinliğiyle içine sindirmiş bulunuyor muydun?” Asıl büyük davranışı manada, mananın kavranışında arayan bir keyfiyet… Bu kadarını anlamak, işin yarısını kavramaktır.

İHRAM
: Bir hacının en aşağı dört gün üzerinde kalacak olan ihram, Haccın ilk farzı olarak fevkalade nazik.. İhram , müminin bütün ömrü boyunca bir kere farz olarak içine gireceği bir tecerrüt zarfıdır ve o zarf içinde mareşal ve nefer, profesör ve kapıcı, aynı siliklikte müsavidir. Mezar ve kefen müsaviliği.. Hamam kılığı

eşitliği değil.. Bu kılık içinde dünya, mümine, bütün renkleri nakışları, hırsları, arzuları, öfkeleri, çatışmalarıyla yasaktır. Böylece ihram, 60 yıllık, 21 bin 900 günlük bir ömürde yalnız 4 gün, gözünden dünyayı silmek ve dünyadan silinmek davasının ruh mazrufuna geçirilmek bir zarf oluyor.

ARAFAT
: İhram anahtarının açtığı, açılması ikinci farz, kapı… Arafat ve oradaki vakfe…Allah huzurunda bir an duruş… Kendinden geçiş. Allahta eriyiş, kayboluş…
TAVAF
: Ve üçüncü farz olarak, buralarla ötelerin serhad noktası Kabe etrafında dolanış… İşte bütün manaların emrettiği hal, eda,tavır, görünüş içinde, kimseye, of değil, öf dedirtmeden muhteşem vakar, muazzam bir nezahet müheykel (heykelvari) bir nuraniyet içinde, kuş gibi hafif ve latif bir gidiş geliş, oturuş, kalkış, duruş, bekleyiş, süzülüş, akış…

Hac böyle olur; bu manaları hareketlere sindirmekle olur; yahut gördüğümüz gibi, hiçbir manaya nüfuz etmeksizin, nefsani kavramalarla oldu sanılır… Hac derecesinde, nefsin ve şeytanın bütün kanlı dişlerini göstererek faaliyete geçtiği resmi bir ibate şekli, kalbin nikabını yırtıcı ve her engel karşısında nefsi kışkırtıcı ve şahlandırıcı bir amel düşünülemez. Orada her türlü 'havatır, hatarat, kalbe inen menfi his ve vesveseler' çil yavruları gibi arkanızdan koşar, ilahi İmtihan şiddetlenir ve müminin bu muharebeden nasıl çıkacağı beklenir…


Varken YOK olmak

Kabe tavafı: Varken yok oluyorsunuz, yok iken var oluyorsunuz. Dünyaya niye geldiğinizi, neye geldiğimizi anlıyorsunuz. Kabe'ye bakarken sinir uçlarımın kaynak yerleri sızlıyor. Yörük değirmenlerde Dede Efendi dönüyor, dedelerim dönüyor, hiçbir hatamı affetmiyorum, hiçbir sevabımı göz ardı etmiyorum. Ümmet-i icabet olma şerefini ipek kadifeden bir kaftan gibi omuzlarımda taşıyorum. Vakıa Türklerle beraber dönüyor, dönüyorum. Ben hep buruda değil miydim, tavaftan ne zaman ayrıldım, ayrıldım mı? Hacer Annem burada değil miydi şimdi? Küçük İsmail neden ağlıyordu? Allah'ın sevgilisi, Hacer'ül-Esved'in köşesindeydi şimdi. Ben neredeydim? Hatırlamıyorum; dönüyorum, dönüyorum… Kabe, bir insan kadar, hatta bir insandan daha güzel. Dev bir kara elmasın yerden göğe düşen yıldırımlar gibi ışıklarını yolladığı masmavi bir gökte, ezelden beri ordaymış gibi yerli yerinde duran avuş içi kadar beyaz bulutlar.

KALP CİĞERE POMPALIYOR

Kabe dünyada Allah ile habibinin aşkını pompalayan dev bir kalp, insanlar Basra'dan, Lahor'dan ya da Buhara'dan, kalbe giden ana damarların içindeki alyuvarlar gibi, bir aşk ırmağına dalmış, buralara kadar gelmişler. Kalp (Kabe) ciğere (Medine) pomyalıyor onları, temizleniyor, aklanıp paklanıyor, nur'un ala nur olup, yine bir başka ana damarın akışına kendini bırakıp uzak diyarlara dönüyorlar..Kabe ile aramızda birkaç bina var. Cenab-ı Hakk ile aramızdaki madde engeli gibi. Hemen arkasında mutlak hakikat var, ama biz onu idrak etmemek için araya maddeyi sokup gerekli tedbirleri almışız. Kabe, hikayemizin kendisi ile başlayacağı ve kendisi ile biteceği bir kara delik. Onun yanında kendimi fevkalade kendim olarak buldum. Sanki bundan önce hiç yaşamadım, sanki bundan sonra hiç yaşamayacağım. Buradayım, benim ve başka hiçbir şey olmağa ihtiyacım yok. Kabe'nin hacılarla beraber, sadece kul olmak, kullarla kul olmanın lezzetini tatmak, aralarında yok olurken var olduğunu fark etmek. Kabe'de bizi aynı kolyeye dizili inciler gibi birbirimize yakın yapan ortak imanımız; gönül dilimiz. Kimse konuşmuyor ama herkes anlaşıyor. Hacca giderken değişen, dış dünyamda kat ettiğim kilometrelerden çok, iç dünyamda attığım dev adımlar; hac içimdeki cehennemden, içimdeki cennete yaptığım sefer. O günden beri, o cennetten hiç dışarı çıkmadım galiba…


Bir ölümcül ol varlığını duyan

Kişi önce 'Hacc ne demektir?' diye sormalı. Hacc, temelde kişinin Allah'a doğru yükselmesidir. Adem'in yaratılış felsefesinin sembolik bir göstergesidir. Biraz daha açıklayacak olursak, Hacc ibadeti pek çok şeylerin aynı anda gösterilmesidir, bir 'yaratılış gösterisi' bir 'tarih gösterisi' , 'birlik gösterisi', 'İslami düzen gösterisi' ve bir 'ümmet gösterisi'… Bu gösteride şu unsurlar var: Allah, sahnenin yöneticisidir. Gösterilen tema, rol alan kişilerin hareketleridir. Adem, İbrahim, Hacer ve Şeytan başlıca karakterlerdir. Sahneler, Mescid'ül-Harem, Haram bölge, Mes'a (Safa-Merve arası), Arafat, Meş'ar (Arafat'la Mina arasında hacıların gece kaldığı ve şeytan taşlamak için taş topladığı yer) ve Mina. Önemli semboller Kabe, Safa, Merve, Gündüz, Gece, Güneş ışığı, Güneşin batışı ve kurbandır. Kostüm ve makyaj, ihram ve Halk ve taksirdir. Son olarak da bu gösterideki rollerin tek oyuncusu kişidir; yani sen! Erken ve kadın, genç veya yaşlı, siyah veya beyaz, ne olursan ol, gösterinin en önemli özelliğisin. Kısaca sen, fert olarak 'gösteri'nin kahramanısın.

KIMILDAN EY İNSANOĞLU

Hacc bir kımıldamadır. Kişi Allah'a dönmeğe karar verir. Tüm benlik ve bencillik eğilimleri Mikat'ta gömülür. Kendi ölü bedenini görür, kendi mezarını ziyaret eder. Kişiye hayatının son noktası hatırlatılır. Bir taşın çevresinde daireler çizerek kükreyen bir ırmak gibi, Kabe'yi de oldukça heyacanlı bir insan kalabalığı sarar. Güneş sisteminde kendi yörüngelerinde yürüyen yıldızları andıran insanların ortasında tıpkı bir güneş gibidir Kabe. İnsanlar çevresinde daireler çizerek dönerler. Kabe, Allah'ın ölümsüzlüğünü ve sonsuzluğunu sembolize eder. Dönen daireler ise, yarattıklarının sürekli hareketlerini temsil eder. Tavaf süresince Kabe'ye giremez ve çevresinde herhangi bir yerde duramazsın. Kalabalığa katılmalı ve kalabalıkta kaybolmalısın. Tavaf eden insan çağlayanını içene dalmalısın.


İhtişamı zarfında değil ruhunda

Hac, tek kelimeyle muhteşem ibadet! İhtişamı, zarfında değil mazrufunda, yani taşıdığı ruh ve barındırdığı potansiyelde saklı. Eğer hac ibadeti kaybettiği ruhuna yeniden kavuşursa içerisinde taşıdığı potansiyel kendini açığa vuracak, bu insanlık için 'ba'su ba'del-mevt' (yeniden diriliş) muştusu olacaktır.

Hac, Kur'an'ın diliyle 'Allah'ın sembollerinden' oluşan bir ibadettir. Herkes bilir ki, her sembolün sembolize ettiği bir hakikat vardır. Taşıdığı hakikatleri bir yana itip sembollere sarılmak, önce insanı öldürüp sonra cesedine sarılmaya benzer. İşte hac ibadetini muhteşem kılan ruh ve potansiyelden kastımız de budur.

ŞUURSUZ İBADET BOŞTUR

Şuursuz ve ruhsuz ibadetlerimiz içi boş mektuba döndüler. Zarf vardı. Hatta pek albenili, cıcılı bıcılıydı. Ama mazruf yoktu. Oysa ki, zarf kıymetini içinde taşıdığı mesajdan alırdı. İçerisinde mektup bulunmayan bir zarf sadece boş bir zarf değil, kimi durumlarda gönderilene karşı bir hakaret anlamı da taşıdı. Yani, içerisi boş olarak gönderilen bir zarfın taşıdığı bir mesaj varsa da, bu olumsuz, sahibini mahcup eden bir masajdı. İşte içerisinde şuur bulunmayan bir ibadet de, içi boş bir zarfı andırıyordu. Sonuçta, mesaj yerine ulaşmadı. Namazı yeniden kazanmak gerek. Orucu, zekatı yeniden kazanmak gerek. Özellikle haccı yeniden kazanmak gerek.

Onları koklamak, tatmak, hissetmek, duymak, giymek ve yaşamak gerek. İşte o zaman şu Peygamber sözünün anlamını belki kavrayabiliriz: “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Birincisi, gözümün nuru namaz.”

Peki kıble bilinci olmadan namaz bilinci nasıl mümkün olabilir? Elbette olamaz. Kıble, yani coğrafya bilincini en güzel hac ibadeti uyandırılabilir. İbadetler içerisinde haccı, Peygamberler içerisinde Hz. Muhammed'a va semavi mesajlar içerisinde Kur'an'a benzetebiliriz. Nasıl ki Hz. Peygamber her peygamberin en güçlü özelliklerini kendine birleştiren bir şahsiyet, Kur'an da tüm vahiylerin özünü bünyesinde birleştiren bir özge ibadettir. Hac, tıpkı namaz gibi, belli zamanlarda ve belli mekanlarda yapılan rükünleriyle zaman şuuru ve mekan şuuru kazandırır.

Hac, hem namaz ve oruç gibi bedeni, hem zekat gibi mali, hem Cuma ve cihat gibi sosyal ve siyasi bir ibadettir. Bu üç boyutu böylesine vurgulu bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadettir. Hac, evrensel bir diriliş muştusudur. Hacı, Allah'la sözleşmesini yenilemiş insandır. Mekke kensidisini Hz. İbrahim'e nisbet eden herkesin ortak merkezidir. Kensinin Hz. İbrahim'e nisbet eden herkes onun inanç soyuna mensuptur. Hz. İbrahim ve İsmail'in duası, tıpkı miladi yedinci yüzyıl cahiliyesinde tuttuğu gibi, hac tekrar dirildiği zaman, 21. yüzyıl cahiliyyesinde de tutucaktır…


13 yıl önce