|

Abdülaziz suikastinde İngiliz kumpası

Klasik biçimiyle ilk askeri darbe 1876'da Sultan Abdülaziz'in devrilmesiydi. Darbe sonrası Sultan'ın 'intihar süsü verilen' ölümü bir bakıma tipik bir 'fail-i meçhul cinayet' idi. Kanlı eylemle ilgili II. Abdülhamid soruşturma açtırdığında İngiliz Konsolosluğu'na sığınan Mithat Paşa, dava sonunda idama mahkum oldu ancak yine İngiltere'nin girişimleriyle karar infaz edilmedi Aslında fail-i meçhul cinayet yok, sadece 'faillerini çoğumuzun bilmediği' cinayetler var. Devlet görevlileri tarafından karartıldığı için aydınlatılamayan cinayetlerdir bunlar. Sultan Abdülaziz'in katledilişi de kamuoyuna uzun süre 'intihar' olarak sunuldu; cinayet 'fail-i meçhul' bırakıldı. Ancak kumpasın gerisinde karşımıza çıkanlar hep benzer 'gölgeler'di

Abdullah Muradoğlu
00:00 - 15/11/2011 Salı
Güncelleme: 23:12 - 14/11/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Abdülaziz suikastinde İngiliz kumpası
Abdülaziz suikastinde İngiliz kumpası

“Susurluk Davası” sanıklarından eski polis Ayhan Çarkın'ın 1990'lardaki 'fail-i meçhul cinayetler'e ilişkin itirafları kamuoyununda sarsıntı meydana getirdi. Milletin ihtiyaçları çerçevesinde 'sivil anayasa' yapılmasının gündemimize girdiği dönemde gelen itiraflar, 'Yeni Türkiye'de 'faili meçhul cinayetler' diye bir kavramın artık hayatımızda yer almaması gerektiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu itiraflar demokrasi tarihimizin karanlık sayfalarına daha bilinçli yaklaşmamızı da zorunlu kılıyor.

Meşrutiyet öncesi ve sonrasında işlenen fail-i meçhul cinayetlerle ilgili detaylara baktığımızda aşina olduğumuz görüntülerle karşılaşıyoruz. Örtbas edilen dosyalar, korunan sanıklar, mahkemelere baskı yapılarak serbest bırakılan katiller, mahkemelere getirtilemeyen zanlılar, konuşmasın diye ortadan kaldırılan tetikçiler, örgüt içi infazlar, perde arkasında kalan azmettiriciler, haraç, banka yolsuzlukları, cinayet çeteleri ve kabadayılar arasındaki ilişkiler, provokasyonlar, darbeler, darbe girişimleri, vs.. Türkiye 1960'lı yıllarla 2000'li yıllar arasında da benzer görüntülere sahne olmuştu.

Aslında fail-i meçhul cinayet yok, sadece 'faillerini çoğumuzun bilmediği' cinayetler var. Failleri bulmakla görevlendirilmiş kişilerce karartıldığı için aydınlatılamayan cinayetlerdir bunlar. “Faili meçhul cinayetler” tabiri bazı devlet birimlerince desteklenen cinayetler anlamına da geliyor. Bu yüzden Prof. Tarık Zafer Tunaya, Meşrutiyet dönemindeki siyasi cinayetleri 'Resmi Tabanca' olarak niteleyecektir. Yazı dizimizin üst başlığını da bu yüzden 'Resmi Tabanca' olarak koymayı uygun bulduk.

Her hikaye gibi bizim hikayemizin de bir başlangıca ihtiyacı var, bu da bizi sonraki pek çok gelişmeye tesir ettiği için Sultan Abdülaziz'in intihar mı yoksa cinayet mi olduğu konusunda ciddi kuşkular bulunan ölümüne kadar götürüyor. Abdülaziz'in 1876'da darbeyle indirilmesi ve arkasından intihar süsü verilen ölümü 2000'li yıllara uzanan bir bidatın önünü açtı. O halde hikayemizi 1876'dan başlatabiliriz.

27 MAYIS'IN BABASI

Mithat Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Harp Okulu Kumandanı Süleyman Paşa Sultan Abdülaziz'i indirip yerine Şehzade Beşinci Murad'ı getirmek için aralarında anlaşmışlardı. 'Rus dostu' olmakla suçlanan Sadrazam Mahmut Nedim Paşa'yı azlettirmek için medrese talebelerini sokağa dökenler de bunlardı. Paşa'yı öldürmek için fedailer bile hazırlamışlardı. Bu olaylardan sonuç da almışlardı. Rüştü Paşa 'Sadrazam', Hasan Hayrullah Efendi 'Şeyhülislam', Bursa Valisi Hüseyin Avni Paşa 'Serasker', Ahmet Paşa 'Kapudan-ı Derya', Mithat Paşa da 'Şura-yı Devlet Reisi' olmuştu. İngiliz destekli cunta için yeterli değildi bu, asıl amaç Abdülaziz'i indirmekti. Cuntacılar Abdülaziz'in Mahmut Nedim Paşa'yı tekrar Sadrazam yapacağını haber almışlardı. Bu yüzden ellerini çabuk tutmak konusunda anlaşmaya varmışlardı.

Darbe başarıyla gerçekleştirildi, Abdülaziz indirildi, yerine akıl hastası, alkol müptelası V. Murad geçirildi. Bu darbe, sonraki darbelerin de -27 Mayıs dahil- anasıdır. Bir hafta kadar sonra Abdülaziz, Feriye Köşkü'nde ölü bulundu. Resmi açıklamaya göre iki kolunun damarlarını keserek intihar etmişti. Abdülaziz'in ölümüyle Sultan V. Murad'ın ruh sağlığı daha da bozulmuş, devlet idaresi cuntanın eline kalmıştı. Sadrazam Rüşdü Paşa da, Mithat Paşa da kendi borularını öttürüyorlardı. Rüşdü Paşa 'Padişah gibi', Mithat Paşa ise 'Padişahın birinci ortağı' gibi hareket ediyordu. İngiliz sefareti Mithat Paşa'yı tuttuğu için Rüşdü Paşa bu ortaklığa sadece tahammül ediyordu. Hastalığı daha fazla saklanamadığı için Sultan Murad'ı azlettiler, yerine Şehzade Abdülhamit'i geçirdiler.

iŞLERi SiLAHLA HALLEDERLERDi

Darbecilerin Sultan Abdülazizi devirme gerekçeleri devlete yeni bir nizam vermek ve Anayasa ilan etmekti. Ne ki Anayasa'nın hazırlanması sırasında Rüştü Paşa ve Mithat Paşa arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Rüşdü Paşa, Sultan Abdülhamit'ten Mithat Paşa'nın yazılmasında ısrar ettiği bazı maddeleri çıkarmasını istemişti. Abdülhamit reddedince Rüşdü Paşa istifa etti ve yerine Mithat Paşa sadrazam oldu.

Cuntacılar birbirilerine de güvenmiyorlardı. Mesela Mithat Paşa ve Harp Okulu Komutanı Süleyman Paşa bir araya geldiklerinde 'ne olur ne olmaz' diyerek masaya tabancalarını koyuyorlardı. Bir keresinde Mithat Paşa masaya kocaman bir revolver koymuştu ve Süleyman Paşa bunun üzerine “Canım, bu kocaman revolver ne oluyor? Onun böyle küçükleri de iş görür” diyerek cepte taşıdığı bir tabancasını gösteriyordu. Böyle adamlardı cuntacılar; silahla iş görmeyi seviyorlardı.

KENDi KURDUĞU TUZAĞA DÜŞTÜ

Gücünü abartarak kullanmaya başlayan Sadrazam Mithat Paşa, Sultan Abdülhamit'e karşı ağır davranıyordu. Mithat Paşa, anayasaya kendi sonunu hazırlayan bir maddeyi elleriyle koydurmuştu. Bu maddeye göre Sultan, mahkeme kararına gerek duymadan sürgün kararı verebilecekti. Sultan Abdülhamit de öyle yaptı ve Mithad Paşa'yı azlederek Avrupa'ya sürgün etti. Paşa'nın Sadrazamlığı iki ay bile sürmemişti. Darbecilerin zannettiği gibi zayıf bir adam değildi Abdülhamit. Eline fırsat geçtiğinde darbecileri birer birer tasfiye etmişti. Mithat Paşa'nın yurtdışında olmasından endişe ettiğinden ötürü Girit'te ikamet etmesini sağladı, önce Suriye'ye, sonra da İzmir'e vali yaptı.

Mithat Paşa İzmir Valisi iken Abdülaziz'in ölümüyle ilgili soruşturma başlatıldı. Mithat Paşa İngiliz Konsolosluğu'na sığınmak istedi. Ancak Konsolosluk kapalıydı. Paşa bu kez Fransız Konsolosluğu'na sığındı. Fransızlar himaye etmek istemedikleri için Mithat Paşa teslim oldu. Sanıklar Yıldız Sarayı'nın bahçesinde kurulan 'Çadır Köşkü Mahkemesi'nde yargılanmaya başladılar. Mithat Paşa 1859'da Sultan Abdülmecit'i devirerek yerine Şehzade Abdülaziz'i geçirmek isteyenlerin yargılandığı Kuleli Vakası'nda sorgu hakimiydi. Kader işte, bu kez kendisi sanık idi.

OTOPSİ RAPORU GÖSTERMELiK

Abdülaziz'in iki kolunun damarlarını tırnak çakısıyla keserek intihar etmesiyle ilgili bir soruşturma yapılmamıştı. Sultan'ın intihar ettiğine dair hazırlanan otopsi raporları halkın kuşkularını gidermemişti. Otopsi raporu hazırlayanlar arasında İngiliz Elçiliği'nin doktorları da vardı. Prof. Enver Ziya Karal'ın naklettiğine göre doktor muayeneleri sadece kol ve bilek kısmıyla sınırlı kalmıştı. Dönemin Harbiye Nazırı Serasker Hüseyin Avni Paşa da, “Bu cenaze, Ahmet Ağa, Mehmet Ağa değildir, bir Padişahdır. Onun her tarafını açtırıp size gösteremem” diyerek umumi bir muayene yapılmasına mani olmuştu.

HAPiSTE YAZILAN TAKRiRLER

İstanbul Üniversitesi eski rektörlerinden merhum Prof. Cem'i Demiroğlu'nun dedesi olan Mabeynci Fahri(Şeren) Bey hapisteyken kaleme aldığı 'İbretnüma' isimli anılarında Abdülaziz'in intihar ettiği görüşünü savunmuştu. Kitapta Abdülaziz'i öldürmekle suçlanan cellatlardan Pehlivan Mustafa, Cezayirli Mustafa ve Boyabatlı Hacı Mehmet'in olayla ilgili açıklamaları yer alıyor. Her üçü de yazdıkları bu takrirlerde işkence altında ifade verdiklerini iddia etmişlerdi.

Prof. Bekir Sıktı Baykal da 'İbretnüma'nın önsözünde şu çıkarımlarda bulunmuştu: “Pehlivan Mustafa ile arkadaşları aslında basit ve cahil insanlardır. Kendileri çoktan beri V. Murad'ın hizmetinde bulunmuştur. Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra vükela tarafından devrik hükümdarın şahsi hizmetine tayin olunmuşlar ve ölüm olayından bir gün önce yeni görevlerine başlamak üzere Feriye Köşkü'ne gönderilmişlerdi.”

Baykal önemli bir dipnot da düşer:

“Bu nitelikteki insanların bir Padişahın şahsi hizmetine tayin olunmaları ve kendilerine yüzer altın gibi yüksek aylık vaad olunması, Yıldız Mahkemesi'nde davacının en kuvvetli delilini teşkil etmiştir. Gerçekten de çok şüpheli görünen bu tayinlerin açıklanması, vesika yokluğu dolayısıyla mümkün değildir.”

Abdülaziz'in intihar ettiğini savunanların çürütemediği hususlar cinayetin püf noktasıydı... İbn'ül-Emin Mahmut Kemal'in yorumu ise ilginçti: “Sultan Abdülaziz katlettirilmiş ise katlettiren Hüseyin Avni Paşa'dır. İntihar etmiş ise müsebbibi ve diğer tabirler manevi katili yine Hüseyin Avni Paşa'dır.”


Mithat Paşa'yı Kim öldürdü?

Mithat Paşa ve Damat Mahmut Paşa 1884'te Taif Kalesi'nde boğdurularak öldürüldüler. Resmi açıklamalara göre hastalıktan vefat etmiştiler. Kimse Paşaların da hastalıktan öldüklerine inanmadı. Tarihçiler her iki Paşanın öldürüldüğünde mutabıklar, ihtilaf kimin öldürttüğü konusundadır. Mithat Paşa'nın İngilizler tarafından kaçırılacağı yönünde şayialar vardı. Abdülhamit, mahkumların kaçırılmasını önlemek amacıyla tedbirlerin artırılmasını istemişti. Bu tedbirleri kaledeki güvenlik birimlerinin Mithat Paşa'nın öldürülmesi gerektiği şeklinde algıladıkları iddia edilmiştir. Mithat Paşa'nın eski bir husumetten ötürü Mekke Şeriflerinden Abdülmuttalip tarafından katlettirildiğini düşünenler de var. Kimine göre Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa'nın parmağı vardı. Sultan Abdülhamit ise olayda dahli olduğu iddialarını şiddetle reddetmişti. Abdülhamit'in idam cezalarını yerine getirmek konusunda çok hassas idi. 33 yıllık saltanatı sırasında uygulanan idam cezalarının sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Yine de Mithat Paşa yanlılarına göre bu işte dahli vardı.


Sultandan geriye kanlı mintanı kaldı

Bilekleri kesilerek katledilen Sultan Abdülaziz'e ait kanlı giysiler, cinayetten tam 131 yıl sonra, 2007'de ortaya çıkmıştı. Topkapı Sarayı'nın depolarında yapılan düzenlemeler sırasında bulunan kanlı mintan, Abdülaziz'in son anlarını adeta gözler önüne seriyor. Üstteki fotoğraf ise öldürülmeden henüz birkaç gün önce Osmanlı sultanına reva görülen muameleyi göstermesi bakımından önemli. Saray fotoğrafçılarından Vasilaki Kargopulo'nun çektiği fotoğrafta, saray hademelerinin padişahın arkasındaki laubali duruşları ve dirseklerini onun omzuna saygısızca dayamaları dikkat çekiyor. Abdülaziz'in gözlerinde ise korku dolu bir endişe hakim.


Eniştesinin öcünü aldı!

Sultan Abdülaziz'in kayınbiraderi Yüzbaşı Çerkes Hasan intikam hissiyle Mithat Paşa'nın konağını bastı. Bakanlar Kurulu toplantı halindeydi. Harbiye Bakanı Hüseyin Avni Paşa'yı ve Dışişleri Bakanı Raşid Paşa'yı öldüren Çerkes Hasan, Kapudan-ı Derya Ahmet Paşa'yı da ağır yaraladı. Bilanço 5 ölü, 10 yaralıydı. Mithat Paşa ve Sadrazam Rüştü Paşa canlarını zor kurtarmışlardı. Saldırı İstanbul'da şok etkisi yaptı. Ahmet Cevdet Paşa'nın “Tezakir”inde naklettiğine göre bu vakadan sonra Bakanlar hem yanlarında silah ve yakın koruma bulundurmaya başlamışlardı. Bu vakadan önce pek çok memur, Abdülaziz'in devrilmesinde rol oynayanların mevkice yükselmelerine imrenerek “keşke bizim de ucundan kıyısından bu işte adımız anılacak kadar bir payımız olsaydı” diyorlardı. Ahmet Cevdet Paşa, konak baskınından sonra bunlardan birine rastladığında “Nasıl beyefendi ucundan kıyısından bir hisse ister misiniz” diye sormuş ve muhatabından “Aman Allah saklasın, söyleme” cevabı almıştı.


DARBECiLER YARGILANDI

Abdülaziz suikastının görüldüğü Çadırköşkü Mahkemesi'nde (Yıldız Mahkemesi) Mithat Paşa, Damat Mahmud Celaleddin Paşa, Damat Nuri Paşa, Binbaşı Necip, Namık Paşazade Ali Bey, Mabeynci Fahri Bey, Pehlivan Mustafa, Cezayirli Mustafa ve Boyabatlı Hacı Mehmet Yıldız idam cezasına, Kaymakam İzzet Bey ile Seyyid Bey onar yıl kürek hapsine mahkum edildiler. İngiltere hükümetinin tavassutuyla Mithat Paşa'nın ve diğerlerinin idam cezaları ömür boyu hapse çevirildi. Mahkumlar Arabistan'daki Taif Kalesi'ne gönderildi. Davada adı geçen Mütercim Rüşdü Paşa ise hasta ve yaşlı olduğu için duruşmaya çıkartılmadı. Zaten birkaç ay sonra da Manisa'daki çiftliğinde öldü.


Gördüklerini sakın kimseye anlatma, başımıza bela getirir!

Ressam Naciye Neyyal Hanım'ın hatıralarında naklettiğine göre Feriye Köşkü'ndeki bir hizmetçi kız üç dört adamın Sultan Abdülaziz'in odasına girmeye çalışırken görmüştü. Adamlar kızcağızı bağırmaması için korkutup susturmuşlardı. Hizmetçi gözyaşları içinde Sermet Kalfa'ya koşmuştu. Abdülaziz'in annesinin kalfası Sermet Kadın ise “Sus, sakın bunu kimsenin yanında ağzına alma, başımıza bela getirirsin” demişti. Kalfa, az vakit sonra Abdülazizi odasında ölü bulduklarını söylemişti. Olaya tanık olan bir kız çocuğu daha vardı. Gördükleri karşısında büyük şok yaşayan kız, Abdülaziz'in on yaşındaki kızı Nazime Sultan idi.

Lofçalı Müşir Derviş İbrahim Paşa'nın oğlu Ali Halid Paşa'yla evlenen Nazime Sultan Saltanatın kaldırılmasından sonra Lübnan'a yerleşmişti.Yeğeni Nazlı Kocatuna, Beyrut'un meşhur ailelerinden Sulh'ların geliniydi. Nazime Sultan gördüklerini Nazlı Hanım'ın eşi Adil Sulh'a anlatmıştı.

Sulh'un oğlu Munah da bu bilgileri tarihçi Halid Ziyade'ye iletmişti. Bu bilgiler 1991'de “el-Hayat” gazetesinde yayımlanmıştı(Bak: Ömer Faruk Yılmaz, Yedikıta Kültür ve Tarih Dergisi, Ekim 2011) Nazime Sultan'ın anlattığına göre olay şöyle gerçekleşmişti: Abdülaziz sarayın salonlarından birinde otururken pehlivan gibi yedi sekiz adam içeriye girerek üzerine çullanmışlardı. Abdülaziz'i sırtüstü yere yatırmışlar, ikisi sağ koluna, ikisi sağ ayağına, diğer ikisi de sol ayağına oturmuşlardı. İçlerinden biri ustura ile Sultanın kolunun atardamarlarını kesmişti. Nazime Sultan, babasının son halini şu sözlerle anlatıyordu: “Çok kan kaybedinceye kadar üzerinden inmediler. Babam bu hal üzere ruhunu teslim etti. Sonra onu pencerelerden birinin perdesine sardılar. Girişte olan karakola götürdüler. Mithat Paşa da orada idi.”


YARIN: HARBİYE MEKTEPLERİNDE 'GİZLİ KOMİTELER' DEVRİ BAŞLIYOR


12 yıl önce
default-profile-img