|

Çok şey bilen tetikçiyi ortadan kaldırdılar

Gazeteci Zeki Bey'in katili Çerkes Ahmet 1915'te başka cinayetlerden yakalandı ancak Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın talimatıyla serbest bırakıldı. Cemal Paşa fikir değiştirince Çerkes Ahmet İstanbul'da yakalanıp Şam'a gönderildi ve “Sonradan pek zararlı olacaktır” denilerek idam edildi. Böylece bir tetikçi feda edildi. Meşrutiyet döneminde faili meçhul cinayetlere karıştıkları öne sürülen bazı isimler 1926'da Atatürk'e suikast davasında yargılandı. Eski vali, emniyet müdürü ve bazı bakanların yer aldığı sanıklar, bu suçlardan yargılanmadı. Ancak sadakatlerinden emin olunamayan eski komitacılar vücutça ortadan kaldırıldı

Abdullah Muradoğlu
00:00 - 21/11/2011 Pazartesi
Güncelleme: 02:48 - 21/11/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Çok şey bilen tetikçiyi  ortadan kaldırdılar
Çok şey bilen tetikçiyi ortadan kaldırdılar

Faili meçhul cinayetlere karışan kimi tetikçiler azmettirenler için tehlike arzettiklerinde şu ya da bu şekilde harcanırlar. Gazeteci Zeki Bey'in katillerinden Çerkes Ahmet'in başına gelenler bunun en bariz örneği. 15 yıl hapse mahkum edilen Çerkes Ahmet Birinci Dünya Savaşı başlarında salıverilmişti.

Çerkes Ahmet Diyarbakır'da Ermeni tehciri sırasındaki bazı cinayetlerde rol oynamış ve hakkındaki şikayetlerin artmasından ötürü Halep'e kaçmıştı. 4. Ordu Kumandanı ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Şam'da Kurmay Başkanı olan Ali Fuat Erden anılarında ilginç bilgilere yer vermişti. Buna göre 1915'te Halep Valisi'nden Cemal Paşa'ya şöyle bir telgraf gelmişti:

“Bugün çeteci Halil ve Ahmet Beyler beni ziyaret ettiler. Diyarıbekir mıntıkasında taktil (katletme) işlerinin bittiğini, Suriye'de de aynı işleri yapmak için geldiklerini, emre hazır olduklarını söylediler. Kendilerini tevkif ettirdim. Emr-i devletinize muntazırım”.

Cemal Paşa, Halep Valisi'ne “Bunları tahliye ediniz” cevabı verdi. Ali Fuat Bey ise Cemal Paşa'yı iki çetecinin tutuklanarak Divan-ı Harb'e verilmesi hususunda ikna etmeye çalışmıştı. Erden Paşa şöyle devam ediyordu:

“Cemal Paşa kabul etmedi. Ben ısrar ettim. Avgusta Viktorya Sarayı'nın Doğu Ürdün ufuklarına bakan salonunda idik. Akşam oluyordu. Akşamın loşluğunda Ordu Kumandanıyla Erkanıharbiye Reisi arasında dramatik bir konuşma cereyan ediyordu. Ali Fuad'ın sesi gittikçe yükseliyor, Cemal Paşa'nın sesi gittikçe yavaşlıyordu. Cemal Paşa çekinmekte ve çekingenlik göstermekte idi... Ve 'Fuad Bey! Yapamam yapamam' diyordu. Ordu Kumandanını ikna edemedim.”

AVCILAR AV OLMUŞTU!

Cemal Paşa kısa bir süre sonra fikir değiştirerek Halep Valisi'nden iki çetecinin tevkif edilerek Şam'a gönderilmesini istedi. Oysa bu sırada serbest bırakılan iki çeteci ortalıktan savuşmuştu.

Ali Fuat Erden Paşa devamını şöyle anlatıyor:

“Cemal Paşa bunların tevkif edilmeleri için Adana Valisi'ne yazdı. Fakat telgraf yetişmedi. Çeteciler 4. Ordu mıntıkasından çıktılar. Cemal Paşa Konya Valisi'ne, Eskişehir Valisi'ne yazdı. Yine yetişmedi. Cemal Paşa ile iki çeteci arasında bir yarış olmuştu ve bu yarışı çeteciler kazanmışlar, İstanbul'a ulaşmışlardı. Cemal Paşa, fikir ve niyetini bir kere sezdirdikten, çeteciler de bunu anladıktan sonra artık peşlerini bırakamazdı. İstanbul'a yazdı. Galiba İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi de -belki de şu düşünceyle- bu adamlardan kurtulmak istedi: 'Cellatlara ve katillere karşı minnet borcu ağırdır. Onlar kendilerine ihtiyaç duyduklarını belirtenlere ve kendilerini kullananlara tahakküm etmek isterler. Kirli işlerde kullanılan vasıtalar ihtiyaç ve kullanım zamanında lüzumludurlar; fakat kullanıldıktan sonra baş üstünde taşınmayıp ortadan kaldırılmaları gerektir (tuvalet kağıtları gibi).' Halil ve Ahmet, en nihayet, İstanbul Merkez Kumandanlığı tarafından tutuklu olarak Şam'a gönderildiler ve Şam Divan-ı Harb-i Örfisi'ne teslim edildiler. Divan-ı Harb, komitenin bu azılı cellatlarını yargılamaktan adeta çekindi. Divanıharb, bu işi ciddiye almıyor, kendisini tecrübe için düzenlenmiş bir oyun sanıyordu. Çetecilerin şahsi eşyaları arasında kan lekeli beşi birarada altınlar bulunmuştu. Divanıharb en nihayet kararını verdi. Karar mazbatası orduya gönderilmek üzere iken Cemal Paşa'nın İstanbul'a gitmesi icap etti. Paşa hareket edeceği gün, resmi damgalı boş bir kağıda imzasını attı. Hüküm mazbatası gelince emir bu kağıda yazılacak ve tebliğ edilecekti. Öyle yapıldı. Cellatlar asıldılar.”

“ORTADAN KALDIRILMASI GEREKİR”

Ziya Şakir ise 1944'te yayımladığı “Yakın tarihimizin üç büyük adamı: Talat, Enver, Cemal Paşalar” isimli kitabında Cemal Paşa ve Talat Paşa arasındaki bazı yazışmalara da yer vermiştir.

Cemal Paşa'nın Talat Paşa'ya çektiği telgraf şöyleydi:

“Çerkes Ahmet ve arkadaşı Halil geldiler. Halil'in üstünde 1500 liradan fazla para çıktığı halde, Çerkes Ahmet'in 8 liradan başka parası yoktu. Bundan anlıyorum ki Ahmet çapulculuk ve soygunculuk yapmamış. Bu hale ve Çerkes Ahmet'in bu cinayetleri Diyarbakır Valisi Reşit Bey'in emriyle yapmış olduğuna tamamen inandığıma göre, yine Ahmet'in ortadan kaldırılmasına sizce kesin gereklilik görülüyor mu? Yoksa Halil ile yetineyim mi? Cevabın yarın akşama kadar verilmesini rica ederim.”

Talat Paşa'nın cevabı, “Herhalde ortadan kaldırılması gerekir. Sonradan pek zararlı olacaktır” şeklindeydi. Bunun üzerine Cemal Paşa “(Bizzat çözülecektir) Çerkes Ahmet'in idamına hükmolundu. Yarın sabah Şam'da gereği yapılacaktır” cevabı vermişti.

Gereği yapılmıştı, çok şey bilen bir fedai, feda edilmişti.


Komitacıları arkadaşları yargılayarak astılar

1926'daki “Atatürk'e Suikast Davası”nda bazı sanıklar Meşrutiyet döneminde faili meçhul cinayetlere karışmakla suçlandılar. Ancak sanıklar bu cinayetlerden sorgulanmadılar. Mesela “İstiklal Mahkemesi” savcılarından Necip Ali, sanıklardan İzmit Mebusu Şükrü için şu sözleri söyleyecekti:

“Münekkit ve muannit bir genç olmaktan başka hiçbir kusuru olmayan zavallı Ahmet Samim'in, Hasan Fehmi Bey'in, Zeki Bey'in öldürülmesinde yegane amil ve saik Şükrü Bey'dir. Fakat mürur-i zamana tabi olmuş ve müteaddit af'lara mazhar olmuş, hasiyet-i cürmiyelerini kaybetmiş olan bu meselelerden dolayı kendisine bir sual sorulmamasını rica ederim.”

İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Çetinkaya da Ankara Hükümeti döneminde Ankara Valiliği yapan sanıklardan Abdülkadir Bey'i “eski suikastçi” diyerek suçladı. Abdülkadir Bey, “Öyle bir esasta bendeniz şimdiye kadar çalışmadım. Misalini gösterirseniz kabul ederim. Bendenizin hakkında böyle bir zehab hasıl olmuştur, bilmem ki neden” diyecekti. Reis ise “Zehab değil hakikattir bütün memleket biliyor, arkadan kolay kolay atarsınız fakat cepheye gelince kaçarsınız” cevabını verdi. Abdülkadir Bey, “Sorulursa taayyün eder” deyince Reis bu kez “Hacet yok. Şimdi onları muhakeme etmiyoruz, senin ne yapmak istediklerinin hepsi bizce, dünyaca malum olmuştur. Kim olduğunu sormaya ne hacet” şeklinde karşılık verecekti. Abdülkadir Bey,“Bir vakit zat-ı alinizin de en samimi arkadaşı idim” dediğinde Reis Bey'den “Fakat ben hiçbir vakit senin gibi kör alet olmadım” cevabını alacaktı. Eski cürümleri kurcalamak istemeyen Reis konuyu değiştirecekti. Mahkemede eski cinayetler “zaman aşımı”na uğradığı gerekçesiyle irdelenmeden geçiştirilecektir.

Atatürke suikast davasından aranan Abdülkadir Bey, Bulgaristan'a kaçmaya çalışırken Kırklareli/Midye'de yakalanmıştı. Mahkeme Reisinin “Neden firar ettiniz” sorusuna ise daha önce hiç mahkeme önüne çıkmadığını belirterek, “Hükümet tarafından bana bir infial mevcut olduğuna zahibim. Onun için benim hakkımda fevkalade bir hal vaki olur mütalaasıyla, korkusuyla çekilmişimdir” diye cevap verecekti. (Bak: 1-Selma Ilıkan-Faruk Ilıkan, Ankara İstiklal Mahkemesi Resmi Zabıtlar. 2-Azmi Nihat Erman, İzmir Suikasti ve İstiklal Mahkemeleri).

Bir zamanların en kudretli şahsiyetleri eski arkadaşları tarafından aşağılanarak sorgulanıyorlardı.

Gazetelerde eski Maarif Nazırı Şükrü Bey'in Serez'de mutasarrıf iken çete kurduğu, şehrin ileri gelenlerini haraca bağladığı, kendi başına buyruk icraatlarıyla İttihat-Terakki'nin Umumi Merkezi'ni dahi rahatsız ettiği yazılacaktı. Cumhuriyetin ilanından birkaç ay önce Trabzon Valiliği'ne getirilen Şükrü Bey bilahare “Halk Fırkası” listesinden İzmit Mebusu seçilmişti.

İddialara göre; Ahmet Samim'i, Hasan Fehmi'yi, Zeki Bey'i Şükrü Bey'e bağlı tetikçiler öldürmüşlerdi. Tetikçiler cinayetleri işledikten sonra Serez'e dönerek izlerini kaybettiriyorlardı. Çetenin tetikçileri ilk kez “Zeki Bey vakası”nda ifşa olmuştu. Sarı Efe Edip de Serez'de jandarma kumandanıyken çeteyle ilişki kurmuştu. Abdülkadir Bey ile Albay Baytar Rasim de çetenin üyeleriydi. Bu iddiaları, “İzmir Suikasti” davasını izleyen Ali Naci Karacan “Akşam” gazetesinde dile getirmişti. Karacan'a göre bu bilgiler güvenilir kaynaklardan gelmişti.

Meşruiyet öncesi ve sonrasında pek çok suikaste iştirak ettikleri yahut bu fiillerin azmettiricileri oldukları ileri sürülen İsmail Canbulat, Sarı Efe Edip, Abdülkadir, Baytar Rasim, Cavit ve Şükrü Bey'ler Atatürk'e suikast davasında idama mahkum edileceklerdi. Sadakatlerinden emin olunamayan eski komitacılar mahkeme kararıyla vücutça ortadan kaldırılıyordu. Durum, bir açıdan da budur.


Suikastçi Bab-ı Ali baskınında vuruldu

1908'de Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey'i vuran Mustafa Necip, 1913'te Harbiye Nazırı Nazım Paşa'nın öldürüldüğü “Bab-ı Ali baskını”nda çıkan çatışmada vurulmuştu. Sadrazam Kamil Paşa'nın yaveri Nafiz Bey ölmeden önce silahını ateşleyerek Necip'i öldürmüştü. Gazeteci Hasan Fehmi'yi de Necip'in öldürdüğü söylenmiştir.

Selanik'te Nazım Bey'e suikast girişimi sırasında kazayla yaralanan İsmail Canbulat da İttihat-Terakki döneminde Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi ve kısa bir süre de Dahiliye Nazırı olmuştu. 1923'te İstanbul Milletvekilli seçilen Canbulat, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın da kurucuları arasındaydı. Canbulat, 1926'da Atatürk'e suikast davasında yargılanarak idam edildi.

Ali Fuat Erden Paşa anılarında “Rahmetli Canbulat” başlıklı bir bölümde şunları söyleyecektir:

“Cemal Paşa, Cebel-i Lübnan mutasarrıflığına Canbulat Bey'i getirmeyi arzu etmişti. Ben itiraz ettim: 'Eli kanlı!' dedim (kendisini tevkif etmeye gelen inzibat çavuşunu tabanca ile vurmuştu). Cemal Paşa bir an sustu ve ardından 'Hepimizin eli kanlı!' dedi. Canbulat Bey, Mutasarrıf olmadı fakat Dahiliye Nazırı oldu. Canbulat asılırken bulundum. Güzel öldü. Soğukkanlılığını ölünceye kadar muhafaza etti. Sehpaya çıkarken altın gözlüğü yere düştü. 'Gözlüğümü gözüme koyunuz' dedi. Kimliğini tamamlayan gözlüğü olmaksızın ölmek istememişti. Gözlüğü getirdiler ve taktılar. Jandarma Kumandanı, 'İnzibat çavuşunu öldürmenin cezası!' dedi; Canbulat duydu fakat bir şey söylemedi. Yargılama sırasında İstiklal Mahkemesi Reisi “Kel Ali” lakaplı Ali Çetinkaya idi. Canbulat, İttihat ve Terakki'nin Selanik'teki fedai bölüğündeydi. Yüzbaşı Ali Çetinkaya da Cemiyetin Manastır'daki fedai bölüğündeydi. İkisi de Milli Mücadele'de mebus olmuştu. 1926'da biri sanık, diğeri ise astığı astık kestiği kestik bir mahkemenin reisiydi.


İmzası tek kurşun kafasına

Yakup Cemil, İkinci Meşrutiyet dönemindeki faili meçhul cinayetlerde adı en fazla zikredilen fedailerden biriydi. “Tek kurşun, kafaya”, Yakup Cemil'in imzasıydı. 1913'teki Bab-ı Ali baskınında Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı gözünü kırpmadan öldürmüştü. Kontrol edilmesi çok zor biriydi. 1916'da ise Bab-ı Ali baskınına benzer biçimde hükümeti devirmeye teşebbüs ettiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Yakup Cemil'in namlusu bu kez kendi arkadaşlarına doğrulmuştu ama ateşlemeye fırsat bulamadı. Komployu haber alan Talat Paşa, Enver Paşa'yı ikna ederek Yakup Cemil'i, İzmitli Mümtaz'ı ve bazı arkadaşlarını tutuklattı. Yakup Cemil askeri mahkemede idama mahkum edildi. Enver Paşa'nın kendisini affetmesini bekleyen Yakup Cemil, Talat Paşa'nın elini çabuk tutması sonucunda kurşuna dizildi.

Bir hususu daha hatırlatmam gerekiyor. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Enver, Cemal ve Talat Paşalar arasında bir iktidar savaşı sözkonusuydu. Mesela Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya otomobiliyle giderken ateş edilmişti. Otomobilin ön camına isabet eden kurşun hedefini bulamadı. Bazı kaynaklara göre bu tertibin arkasında İsmail Canbulat vardı.


YARIN: MUSTAFA SUPHİ VE 14 ARKADAŞINI TRABZON AÇIKLARINDA İMHA ETTİLER


12 yıl önce