|

Tevafuklu Kur'an'ı yazdı

Bediüzzaman'ın önde gelen talebelerinden olan Hüsrev Altınbaşak, 1931'de Bediüzzaman ile tanıştıktan sonra bütün hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfetmiş bir hizmet adamıdır

Mustafa Çalışan
00:00 - 31/03/2010 Çarşamba
Güncelleme: 22:40 - 30/03/2010 Salı
Yeni Şafak
Tevafuklu  Kur'an'ı yazdı
Tevafuklu Kur'an'ı yazdı

Bediüzzaman'ın önde gelen talebelerinden olan Hüsrev Altınbaşak, Isparta'da dünyaya geldi. Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1931 yılında Bediüzzaman Hazretleri ile tanıştıktan sonra bütün hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfetti. Bediüzzaman ile birlikte Eskişehir, Denizli ve Afyon'da hapis yattı.

Pek güzel ve okunaklı hattı ile Risale-i Nur'ların yazılmasında büyük hizmetleri geçti. Risalelerin yazım ve neşri için yıllarca büyük bir dirayet, gayret ve cesaretle faaliyet gösteren muhteşem bir organizasyon içinde Üstadın “Gül Fabrikası” olarak isimlendirdiği ekibin başında idi. Bediüzzaman'ın en büyük gayelerinden biri olan tevafuklu Kur'ân'ı yazdı. Bediüzzaman'ın vefatından sonra da birçok kereler yargılanarak hapis yattı. Lâhikalarda kendisinin birçok mektubu bulunduğu gibi, Bediüzzaman da eserlerinin ve mektuplarının pek çok yerinde Hüsrev Altınbaşak'tan söz etmekte ve onu Risale-i Nur talebelerine nümune göstermektedir.

BEDİÜZZAMAN'IN GÖZÜNDE HÜSREV ALTINBAŞAK

“Ben size ilân ederim ki, Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir.”

“Risale-i Nur, Kur'ân'ın bir mucize-i mânevîsi olduğu gibi, Hüsrev'in kalemi de, Risale-i Nur'un pek kuvvetli bir kerameti olduğunu burada hergün tasdik ediyoruz.”

“Hem bu Hüsrev'in kalemi gibi fikri, kalbi de o nisbette harika diyebiliriz. Risale-i Nur'a karşı irtibatı ve iştiyakı ve kanaati gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütur vermiyor.”

“Risale-i Nur'un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te'lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.” (Emirdağ Lahikası 1, 139)

AHMED HÜSREV'DEN ÜSTAD'İNA

“Sevgili ve kıymetdar Üstadım!”

Mektubunuzun mütalaasından mütevellid teessüratım arasında, kalbime çok havatır hutur ediyordu. Her tarafı ve her hali kusur ve ayıbla dolu talebeniz, sevgili Üstadının ayaklarının altına varlığını sermişti. Belki her gün, bu şiddetten daha büyük bir şiddetle muamele görse ve hattâ Üstadı uğrunda, yüzbin hayatı olsa hepsini bile vermeye bilâ-tereddüd hazır olduğunu, surî (dıştan) değil, kalbî bir itirafla müheyyadır (hazırdır). Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlıkından bir hâmi (sahip ve koruyucu) istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlıklarla dolu olan defter-i a'malim tedkik edilse, bu hususta ne kadar tazarru' ve niyazım vardır ve ne kadar gözyaşlarım bulunacaktır. Kur'anî hizmet uğrunda, arzın sekenesi (halkı) kadar hayatım olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabul etmişim.

Ey sevgili Üstadım! Ey kıymetdar Hocam! Ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim! Ey aziz dellâl-ı Kur'an!

Izdırablarımın sürura inkılab etmekte olduğunu hissediyorum. Uzakta olanın kusuru görülmez, tokat yakında olana vurulur. Kalbim bu cümlelere (Hâzâ min fadli Rabbî) diyor. Fakat dimağımdan silinmeyen birşey varsa, o da aziz Üstadımın elemlerine iştirak etmek idi.

Muhterem mürşidim! Kimin haddi var ki, risalelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın veyahut bir cümlesini tenkid etsin veyahut bir kelimesine, hattâ bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.

Bilâ-istisna her ferd istihsan ederken, böyle bir şey yapmak için, bu cür'eti kimden alayım. Yok, sevgili Üstadım, müsterih olunuz; senelerden beri çekmekte olduğunuz, kal'abend cezasından pek şedid azabınıza, bir başka ve mühim elem katılmasına tarafdar olanlara bir parça meyletmek şöyle dursun, belki bu halin şiddetle ve belki fedaisi olarak aleyhte olduğuma, vicdanımın tasdiki kâfi bir şahiddir. Ahmed Hüsrev” (Barla Lahikası, 1930'ların başları)

AFYON MAHKEMESİ MÜDAFASINDAN

“İddia makamının Risale-i Nur'a hizmetinden dolayı Üstadımın mevhum suçuna beni iştirak ettirmesine mukabil derim ki: Ben Üstadımın gittiği meslekte ve Risale-i Nur'la âlem-i İslâma hususan bu vatana ve bu millete ettiği kudsî hizmetinde kendisine isnad edilen mevhum suçuna ruh u canımla iştirak ediyorum. Ve beni bu hizmet-i imaniyede muvaffak eden Cenâb-ı Hakka âhir ömrüme kadar şükredeceğim.”


Risale-i Nur'da kadın

Bediüzzaman Risalei Nur'da kadınları “şefkat kahramanları” diye tanımlıyor. Risalelerdeki kadın bahsinde “Hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı (gelişimi) ile; hem hayat-ı dünyeviyesini (dünyevi hayatını), hem hayat-ı ebediyesini (ebedi hayatını) onunla kurtarabilir” diyen Bediüzzaman, bir de uyarıda bulunuyor: “Fakat bazı fena cereyanlarla (akımlarla) o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i İstimâl edilir.”

“Şefkat kahramanları” kadınların ailevî rolünü anlatırken, annelik vazifesine dikkat çeken Bediüzzaman, annenin çocuğunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda edişini adres göstermektedir.

ÜSTAD'IN EVLİLİĞE BAKIŞI

Bediüzzaman'ın evliliğin gerekliliğine dair gösterdiği üç sebebi kısaca şöyle özetleniyor:

1. Ailenin ve neslin çoğalması (Kesret)

2. Çocuk sevgisinin tatmini

3. Kadının ve erkeğin fıtri ihtiyaçlarının karşılanması

Bu sebepler doğrultusunda evlenecek kişilerin de birbirine “küfüv” (denk) olması gerektiğini belirten Bediüzzaman, en mühim denkliğin “diyanet” (eşit derecede dindar olmak) olmak olduğunun altını çizer. Bediüzzaman, eşlerin birbirlerinin dinî hassasiyetlerini örnek alıp taklit etmeleri gerektiğini de şu satırlarla ifade eder:

Bahtiyardır (mutludur) o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi eşini) kaybetmemek için saliha zevcesini (karısını) taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin (dindar) görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünyevi saadeti) içinde saadeti uhreviyesini (ahiret saadetini) kazanır.”

Bediüzzaman'a göre karı kocanın birbirine yalnızca dünya hayatında yardımcı olacak geçici eşler değil, her iki cihanda da sevilen gerçek eş olduğunu, bu yüzden ihtiyarladıkça birbirlerine daha fazla muhabbet duymaları gerektiğini belirtiyor Bediüzzaman. Ahiret düşüncesi olmaksızın yaşanan karı koca ilişkisinin ise dünyada olmasa bile ahirette “ayrılıkla” sonuçlanacağını, böyle bir aile hayatının ise bozulmuş olacağını ısrarla belirtiyor.

Dünya hayatına dair her meselede olduğu gibi evlilik meselesinde de problemlere çare olarak İslam'ın terbiyesini gösteren Bediüzzaman, pek çok yaygın anlayışlara göre “yuvayı kuran/kurtaran kadındır” fikri yerine, yuvayı kurtaranın “karşılıklı ahiret inancı, dinî konularda birbirini taklit ve teşvik ve çiftlerin hem kendilerini hem de çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmesi” olduğunu ifade ediyor.


Said Nursi'nin Türkçe ibadet hakkındaki görüşü

SORU: Türkçe ezan ve Kur'an hakkındaki görüşünüz nedir?

CEVAP: “Ezan gibi ve tesbihat gibi ve her vakitte tekrar edilen Fatiha ve Sure-i İhlas gibi hakaiklerii başka lisan ile ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü menba-ı daimi olan elfaz-ı İlahiye ve Nebeviye kaybolduktan sonra, o daimi letaifin daimi hisseleri de kaybolur. Hem, her harfin laakal on sevabı zayi olması ve tercüme vasıtasıyla insanların tabiratı, ruha zulmet vermesi gibi

zararlı olur.. Elhasıl, zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı Kudsiye-i İlahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilmez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez.” Özetle; Ezan, Kur'an, Namaz İslamın vazgeçilmezleridir. Sembolleridir. Başka dillerde okunması İslam Şeriatına karşı koymaktır. Allah'ın emirlerini ve Peygamberin sünnetini ret ve terk etmek anlamına gelir ki, hiçbir şekilde kabul edilemez…


BABASINA HÜRMETİ VE ANNE-BABA HAKKI

Bediüzzaman, Van'da Tahir Paşa'nın konağında kaldığı yıllarda, bir gün basit kıyafetli bir köylünün kapıda kendisini beklediğini bildirirler. Hemen kapıya koşarak inan Said Nursi, bir merkep ile Nurs'tan kalkıp Van'a gelen babası Sofi Mirza Efendi'nin kapıda beklediğini görür. Hemen babasının elini öper ve içeri alır. Mirza Efendi oğluna:”Burada benim, senin baban olduğumu kimseye söyleme.” Diye tembihler. Babasını konağa alan Bediüzzaman, onu içeri, Vali ve diğer ileri gelenlerin bulunduğu salone getirir. Burada hemen girişteki eşiğe yakın bir yere oturan Sofi Mirze Efendi'yi , Bediüzzaman, oradakilere şöyle tanıtır: “Bu zat, benim babam Sofi Mirza Efendidir.” Babasını kapı ağzından alarak baş köşeye, Vali Tahir Paşa'nın yanına oturtur…

Said Nursi, anne ve baba hakkında çok önemli mesajlar vermektedir. Özetle şöyle der:

“Dünyada en yüksek hakikat peder ve validelerin evladlarına karşı şevkatleridir ve en ali hukuk dahi onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evladlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş her bir çocuk; o muhterem, sadık, fedekar dostlara halisane hürmet ve samimane hizmet ve rizalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. Amca ve hala peder hükmündedir, teyze ve dayı ana hükmündedir.

İşte o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vidansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına feda edenin ölümünü arzu etmek ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla..”



“ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!”

Tarihi 31 Mart Hadisesi meydana gelir. Ortalık toz dumandır. Şeriat isteyen ve o olaya ismi karışan 15 kadar hoca idam edilir.Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde mahkeme olunur.. Mahkeme Reisi Hurşit Paşa sorar: “- Sen de Şeriat istemişsin?” Bediüzzaman cevap verir: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa, feda etmeye hazırım. Zira Şeriat sebeb-i saadet ve gerçek adalet ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil!” Bediüzzaman'ın Divan-ı Harp'deki bir hayli uzun olan bu kahramanca müdafaası o zaman iki defa tab edililip (basılıp) neşredilmiştir (yayınlanmıştır). O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraat etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Beyazıd'tan ta Sultanahmet'e kadar arkasında kalabalık bir halk kitlesi mevcut olduğu halde “ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM! ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!” nidalarıyla ilerlemiştir..


ÜSTAD'DAN VECİZELER

“Herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lazım olmadığı gibi, herbir kafirin dahi bütün sıfat ve sanatları kafir olmaz lazım gelmez.”


“Cennet ucuz değildir, cehennem de lüzumsuz değildir.”





YARIN

  • MEHMET KUTLULAR'IN HİZMET ANLAYIŞI
  • YENİ ŞAFAK'TAN MEKTUP


  • 14 yıl önce