|

Yusuf ve Kardeşleri

00:00 - 2/04/2012 Pazartesi
Güncelleme: 03:27 - 2/04/2012 Pazartesi
Yeni Şafak
Yusuf ve Kardeşleri
Yusuf ve Kardeşleri
Thomas Mann
Ölülerin Sessizliğine Dair

Ay ışığı altında, alçak tepeli bölgede "meyve bahçesi" adını taşıyan dağın eteklerinde çadırlarını uyumak için kurarlarken Yusuf, ihtiyarın oğullarından Kedma'ya "Beni nereye götürüyorsunuz?" diye sordu.

Kedma onu baştan aşağıya süzdü.

"Senin kafan iyi galiba" dedi; aslında "iyiyi" değil, "budala", "utanmaz", "acayip" gibi diğer başka şeyleri kastettiğini gösterircesine başını salladı. "Seni nereye mi götürüyoruz? Seni, biz bir yere mi götürüyoruz? Biz seni kesinlikle bir yere götürmüyoruz! Sen tesadüfen bizimle berabersin, çünkü babam seni sert heriflerden satın aldı ve biz nereye gidiyorsak sen de bizimle geliyorsun. Buna kesinlikle 'götürmek' denilemez.

"Öyle mi? Öyle olsun" dedi Yusuf. "Ben sizinle giderken, acaba Tanrı beni nereye götürüyor?" demek istemiştim sadece.

"Sen insanı, güldüren ve hep öyle kalacak olan haşarı bir çocuksun" diye karşılık verdi Ma'onitli genç, "senin, kendini olayların merkezine koyan tavırların var; insan buna şaşırsın mı kızsın mı bilemiyor. Yoksa sen, senin Tanrının seni yanına almak istediğini, herhangi bir yere varmak için seyahat ettiğimizi mi düşünüyorsun, ha?"

"Böyle bir şey hiç aklımdan geçmedi" diye karşılık verdi Yusuf. "Sizlerin benim efendilerim olarak kendi bildiğiniz gibi ve amaçlarınız doğrultusunda aklınıza koyduğunuz yöne doğru seyahat ettiğinizi elbette biliyorum; benim sorumda, kesinlikle onurunuzu ve şöhretinizi rencide etme niyetim yok. Ama bak, dünyada pek çok merkez var, her yaratık için bir merkez ve her merkezin etrafında ona özgü bir çember bulunur. Sen benden sadece bir arşın uzaktasın, ama senin etrafında bir yörünge bulunuyor, onun merkezinde ben değil sen varsın. Ben ise kendi yörüngemin merkezindeyim. Bunun için senden veya benden bakılınca, her ikisi de mevcuttur, diyorlar. Çünkü bizim yörüngelerimiz birbirinden pek uzakta değil, birbirleriyle temas etmezler, aksine Tanrı onları birbirinin içine iyice yaklaştırdı ve eşleştirdi, bu durumda siz İsmaililer tamamen kendinize has bir şekilde yolculuk yapıyorsunuz ve kendi aklınızdan geçen yöne gidiyorsunuz, ama bu eşleşme nedeniyle sizler beni hedefime ulaştıran bir alet ve araçsınız. İşte bunun için, beni nereye götürüyorsunuz diye sormuştum."

Kedma çaktığı kazıktan başını kaldırıp "Bak sen hele" dedi ve onu baştan aşağı süzmeye devam etti. "Demek böyle şeyler düşünüyorsun. Dilin de Mısır kedileri gibi uzun. Bunu babama, bizim ihtiyara söyleyeceğim, ne kadar ukalaca davrandığını ve böylesine yüksek bir bilgeliğe burnunu nasıl soktuğunu, senin bir yörüngen olduğunu ve bizlerin de senin sevk edicin olarak belirlenmiş olduğumuzu anlatacağım. Dikkatli ol, yoksa ona söylerim."

"Söyle haydi" diye karşılık verdi Yusuf. "Bunun kimseye zararı dokunmaz. Baban beni satarak ticaret yapmayı aklından geçiriyorsa karşısına çıkan ilk müşteriye pazarlıkla çok ucuza satmak istemez umarım. Çünkü senin benimle ilgili açıklamaların onu hayretler içinde bırakacaktır."

"Burada gevezelik mi yapıyoruz yoksa çadır mı kuruyoruz?" dedi Kedma. Ona bir yeri gösterip yardımcı olmasını istedi. Ama bu arada şunları söyledi:

"Bizim nereye gittiğimizi öğrenmek istediğinden çok soru soruyorsun ama buna cevap veremem; çünkü cevabını bilmiyorum, bilseydim bilgi verirdim. Bunu ancak babam, bizim ihtiyar bilir, çünkü her şey onun kafasının içindedir, bunu da ileride göreceğiz. Şu kadarı belli, senin sert efendilerin olan çobanların bize önerdiklerini uygulayacağız ve ülkenin içerilerine girmeyeceğiz, su ayrımında kalmayacağız, aksine denize doğru gidecek ve sahil şeridini kullanacağız, oradan aşağıya doğru günlerce ilerleyip Filistinlilerin toprağına varacağız, ticaret yapılan şehirlere ve korsanların kalelerine uğrayacağız. Belki de seni orada bir kadırgaya kürek mahkûmu olarak satabilir."

"Bunu arzu etmem" dedi Yusuf.

"Burada senin arzu edip etmeyişin söz konusu olamaz. Bu, ihtiyarın kafasında planladığı şekilde olur. Sonuç olarak bu seyahatin nereye gittiğini ve nereye varacağını belki de o kendisi bile bilmiyordur. Ama o bizlerin, kendisinin bunu daha önceden çok ayrıntılı olarak bildiğini bilmemizi ister, bizler de buna uygun bir tavır takınırız -Efer, Mibsam, Kedar ve ben... Ben birlikte çadır kurduğumuz için bunları anlatıyorum, yoksa bunları sana anlatmak gibi bir niyetim yoktu. Bizim ihtiyarın seni hemen erguvan rengi kaftan ve sedir ağacı yağıyla değiş tokuş yapmasmı istemezdim doğrusu, aslında senin bir süre daha bizimle kalmanı ve bu yol boyunca, insanların dünya yörüngeleri ve bunların eşleşme konumları hakkında senin görüşlerini dinlemeyi isterdim."

"Ne zaman istersen" diye cevap verdi Yusuf. "Sizler benim efendilerimsiniz, beni yirmi gümüş mangıra satın aldınız, ayrıca dil döküp şakalaştınız. Ticari hayatta böyle teklifler olur ve insanların dünya yörüngeleri hakkındaki bilgilere bazı şeyler daha ekleyebilirim. Tanrının sayılar içinde gizlediği mucizevi sırlar var ve insanın bunları düzene koymasında yarar var, ayrıca salınım diye bir şey var, köpek yıldızı senesi ve hayatın yenilenmesi..."

"Ama şimdi sırası değil" dedi Kedma. "Şu anda çadırın kesinlikle kurulması gerekiyor, çünkü bizim ihtiyar, babam yorgun ve tabii ben de. Korkarım senin ağzından çıkacak sözleri bugün dinleyemeyeceğim. Açlıktan dolayı kendini hâlâ kötü hissediyor musun, urganla bağladıkları yerlerin hâlâ sızlıyor mu?"

"Hemen hemen geçti" diye karşılık verdi Yusuf. "Kuyunun içinde zaten sadece üç gün geçirmiştim ve sizlerin bana verdiğiniz yağı vücuduma sürdüm, bu benim uzuvlarıma çok iyi geldi. Sağlığım yerinde, kölenizin değerini ve becerilerini olumsuz etkileyecek hiçbir şeyi yok."

Gerçekten o kendisini iyice temizleme ve yağlanma fırsatı bulmuştu ve sahipleri ona bir önlük ve soğuk saatler için beyaz, buruşuk kapüşonlu bir pelerin vermişlerdi, tıpkı kervanın başını çeken iri fırlak dudaklı çocuğunki gibi. "İnsanın kendisini yeniden doğmuş gibi hissetmesi" şeklindeki tabire uygun bir konuma gelmişti, dünyanın yaratılışından beri insanoğluna nasip olan şey, belki de kendisine isabet etmişti -çünkü o gerçekten yeniden dünyaya gelmemiş miydi? Onu geçmişten ayıran bir uçurum ve derin bir kesit vardı, bu mezardı onun için. O genç yaşta öldüğü için, kuyunun öte tarafında onun hayati güçleri hızla ve kolayca yeniden oluşmuştu; onun yaşamakta olduğu varlığıyla daha önceki, yani kuyuya atılmakla sonuçlanan hayatı arasında kesin olarak ayırt edilecek bir sınırdı ve kendisini artık eski Yusuf olarak telakki ettirecek hiçbir olay kalmamıştı; yani artık yeni bir Yusuf olarak takdir edilmesine mâni olacak bir şey de yoktu. Ölü ve ölmüş olmakla anlatılmak istenen şey: Bozulup değişmeyecek bir durumda bulunmak, geriye hiçbir işaret ve selam verememek, o âna kadar yaşadığı ömürle hiçbir şekilde en sakin ve sessiz bir iletişim ve ilişki kurmaya müsaade etmemek konumu ifade ediyor demektir. Ayrıca bunun anlamı: İzin verilmeden şu âna kadar yaşanan ömür karşısında unutulmuş ve hiçbir şey söyleyemeyecek konuma gelmiş olmak ve suskunluğu içinde bulunduğu bu sürgün konumdan, herhangi bir şekilde, bir işaretle kurtuluş olanağının bulunmadığı bir hâl demek de oluyor -işte Yusuf bu hâldeydi ve ölüydü; yıkanarak kuyudaki tozları üzerinden attıktan sonra bu yağı vücuduna sürmesiyle yeniden doğmuştu; yani ölen bir insana son yıkanışında sürülen ve öteki tarafta yeni bir yaşama başlamasını sağlayan yağ sürmeyle kendisinin yaptığı bu yağlanma arasında hiçbir fark yoktu.

Bu görüşe özellikle önem vereceğiz, çünkü şu ân ve daha sonrası için bu son derece zorunluluk arz ediyor; Yusuf tarafından burada reddedilen bu iddia, onun hikâyelerini incelediğimizde sık sık üzerine atılan bir iddia olarak görülür: Soru şudur, tabii bu bir iddiadır, içinde bulunduğu kuyudan, sefil bir duruma düşen Yakup ile iletişim kurmak ve ona yaşadığını bildirmek için mi, bütün güçlerini toplayıp bu düşünceleri de planlayarak mı dışarı çıkmıştı? Zaten bunun için fırsat hemen ele geçmişti, zamanla bir fırsat daha ortaya çıkmış ve hayal kırıklığına düşen babaya bu hakikat malum edilmişti, böylece son derece utandırıcı bir konuma kadar gelmiş olan baba bu durumdan akıl almaz bir şekilde vazgeçmişti; bu haberi algılamak için, oğluna daha rahat ve kolay bir olanak sağlamıştı.

Bu iddia, gerçekte yapılabilecek olanla, içinde hissettiği olabilirliği birbirine karıştırıyor ve karanlık olan üç günü bakış ve değerlendirme dışı bırakıyor. Bu üç gün, onun yeniden canlanmasını önceden hazırlamıştı. Bu günler, feci acılar içinde, o güne kadarki hayatının ölümcül yanlışlarını idrak etmesini sağladı ve bu hayata geri dönme arzusundan vazgeçirtti; kardeşlerinin onun kesinlikle öldüğüne inanmalarını sağladı; ayrıca kararından ve niyetinden vazgeçmemesi gerektiği konusunda onu daha da güçlendirdi; bunlar kendi hür iradesiyle değil, aksine iradesi dışında ama mantıklı bir gereksinimle, tıpkı bir ölünün suskunluğundaki gibi oluşmuştu. Bu konumda olan birisinin sevgisini ifade edemeyip susması, sevgisinin olmamasından değil, buna mecbur olduğu içindir; yoksa Yusuf babasına karşı böylesine acımasız bir şekilde susmazdı. Hatta bu durum onu fazlasıyla üzüyordu ve orada kalışı uzadıkça, üzüntüsü de o kadar artıyordu, buna inanmak gerek - onun her tarafını örten bu ölü toprağından daha hafif bir üzüntü değildi bu. Babasının acısına katılıyordu, çünkü babasının onu kendi canından daha çok sevdiğini biliyordu; doğal olarak o da babasına şükranla ve sevgiyle bağlıydı; bu sevgi ve şükran duygusunu kuyunun dibine de yüreğinde taşıyarak getirmişti; bunlar ona güç veriyordu ve bunun akıl almaz boş adımlar şeklinde algılanmasını sağlıyordu. Bizim kendi kaderimizle ilgili bir acının başka birisince paylaşılması, bize yabancı ve uzak olan acılar içindeki bir insanınkiyle son derece farklı ve daha soğuktur. Yusuf çok feci şeyler yaşamıştı ve çok acımasız dersler almıştı -bu onun Yakup'a merhamet etmesini kolaylaştırmıştı, hatta birbiriyle bağlı oldukları bilinci, babasının feryadını, böyle gerektiği için meydana gelen bir olay olarak değerlendirilmesine yol açtı. Babasının almak zorunda kaldığı kanlı belge, söylenen yalanın cezalandırılmasına engel oldu. Yakup'un, hayvanın kanını zorunlu olarak ve hiç itiraz etmeden Yusuf'un kanıymış gibi algılamak zorunda kalışı, Yusuf'a bağlanıyordu; böylece Yakup'un gözlerinde "bu benim kanım" ile "bu benim kanım anlamına gelir" arasındaki farkı canlandırabiliyordu. Yakup onu ölmüş kabul etmişti; çünkü bu belge tartışma kabul etmezdi -peki, Yusuf bu durumda ölmüş müydü yoksa ölmemiş miydi?

Yusuf bu konumdaydı. Babasına karşı sesini duyuramayacaktı; çünkü onun elinde bir kanıt vardı. Onu ölüler diyarı almıştı -veya daha da ötesi: Belki de almış görünüyordu, çünkü Yusuf oraya gitmek için henüz yola çıkmıştı; onu satın alan Midianlıların lideri bu yeri fark etmişti ve o bunu az sonra öğrenecekti.

Bey İçin

Ba'almahar adındaki bir köle Yusuf'a "Bey seni istiyor" dedi; Yusuf sıcak taşlar üstünde bazlama pişirmekle meşguldü.(...)Yusuf, "gitmeden önce bazlamayı iyice pişirmem gerekiyor. Pişirdiğim bu çok özel bazlamayı Bey'in tatması için giderken yanımda götüreyim. Sakin ol, bekle biraz!"

Yusuf kölenin sürekli seslenmeleri altında bazlamayı iyice pişirdi, topukları üzerinde doğruldu ve şöyle söyledi: "Geliyorum."

Ba'almahar ona refakat etti; ihtiyarın yolculuk çadırında, minderin üstünde oturduğunu, alçak kapıdan gördü. "Çağırdığınızı duydum ve geldim" dedi Yusuf ve onu selamladı. İhtiyar kaybolmakta olan akşam kızıllığına bakarak selama başıyla karşılık verdi ve sonra bir elini yan taraftan kaldırdı ve Ba'almahar'ın kendisini doğrultması için işaret eti.

"İşittiğime göre" diye sözlerine başladı, "sen bu dünyanın merkezi olduğunu söylemişsin, öyle mi?" Yusuf gülümseyerek başını evet anlamında salladı.

"Bununla ne demek istemiş olabilirim" diye cevap verdi. "Bunu gevezelik olsun diye söylemiş olabilirim? Bu haberi yalan yanlış hemen siz Efendime yetiştirmişler. Bakalım. Evet, dünyanın birçok merkezi olduğunu, bunların insanların sayılarıyla doğru orantılı ve o kadar çok olduğunu söyledim. Dünyada her insan bir merkezdir, dedim."

"Bu da aynı kapıya çıkar" dedi ihtiyar. "Şu hâlde senin çok ilginç bir şey söylediğin doğru. Böyle bir şeyi ben ömrümde duymadım, bütün dünyayı dolaştım ve görüyorum ki sen bir kâfirsin, imansız yaramaz bir çocuksun, tıpkı senin benden önceki efendilerinin bana anlattıkları gibi. Her ahmak ve zavallı, bu kalabalık dünyada kendisini dünyanın merkezi zannedecek olursa, bu işin sonu nereye varır, ne yapılır bu kadar çok merkezle? Senin kuyunun dibine atılmış olman, gördüğüm kadarıyla boşuna değilmiş, seni haklı olarak oraya atmışlar, oradaki kuyu da dünyanın kutsal merkezi miydi?"

Yusuf, "onun üstüne bir göz yerleştirerek, beni onun içinde çürütmeyerek, sizleri bu yolun üstüne göndererek ve beni kurtarmaya vesile kılarak Tanrı o kuyuyu kutsamıştı" diye cevap verdi. (Yusuf ve Kardeşleri IV. Cilt, s 7-14)



12 yıl önce