|

Mali disiplinde AB'ye örnek olduk

Türkiye ekonomisinin 2000’lerde sahnelediği başarının en dikkat çekici aktörleri arasında, kamu maliyesi geliyor. Bu dönemde bütçe açıklarının ve borç stokunun milli gelire oranları ciddi ölçüde düşürüldü. Maastricht kriterlerini benimseyen ancak gerçekleştiremeyen pek çok AB ülkesine, bu anlamda örnek olduk.

Yeni Şafak ve
04:00 - 28/04/2015 Salı
Güncelleme: 12:24 - 29/04/2015 Çarşamba
Yeni Şafak

Bundan önceki dosyalarımızda yer alan ihracat, enerji ve teknoloji konularını, cari açığımızdaki iyileşmenin sürdürülebilir olması için duyduğumuz ihtiyaçtan yola çıkarak işlemiştik. Öte yandan, makroekonomik istikrarın devamı için kontrol altında tutulması gereken bir diğer cephe ise, kamu maliyesi.


Zira ekonominin sağlıklı bir şekilde idame ettirilmesi için, kamuya ait gelir ile harcamaların ve borç yükünün doğru yönetilmesi kritik.



Malum, Türkiye ekonomisinin 2000'lerde sahnelediği başarının en dikkat çekici aktörleri arasında da, kamu maliyesi var. Nitekim bu dönemde bütçe açıklarının ve borç stokunun milli gelire oranlarının ciddi ölçüde indirgenerek Maastricht seviyelerinin altına -neredeyse yarılarına- düştüğüne şahit olduk. Maastricht kriterlerini benimseyen ancak gerçekleştiremeyen pek çok AB ülkesine, bu anlamda örnek olduk. Ve daha birçok diğer ülkeye de…



KAMU BORÇ YÜKÜ HAFİFLEDİ


Açıklanan mevcut 2014 verileri çerçevesinde de, OECD kapsamında en mali disiplinli ülkeler arasında geliyoruz. Brüt kamu borç stokumuzun milli gelire oranı yani kamu borç yükümüz, bu dönemde rekor kırarak %33'e geriledi. Bu ise, grafikte de görüldüğü üzere, grupta birkaç ülkeden sonra en düşük borç yüküne sahip olduğumuzu gösteriyor. Almanya %75, İngiltere %90, İtalya %132, Yunanistan %172 gibi borç oranlarına sahip.


Öte yandan, bütçe açıklarına bakarsak da, düşük açık ve dolayısıyla başarı anlamında en ön sıralarda yer alıyoruz. Zira mali disiplin uygulamalarımızın bir sonucu olarak, bütçe açığımızın GSYH'ye oranı 2014 yılında %1,3 ile yine düşük bir seviyede kaydedildi. Grupta diğer ülkelerde ise, daha yüksek seviyelerde ve %7'lere kadar varan oranlar göze çarpıyor.


Bu bağlamda, kendi serüvenimize kısaca bakacak olursak da; sadece birkaç çarpıcı rakam durumu özetler: Kamu borç yükündeki %33'lük düzeye, 2001 yılındaki %78'e yakın seviyelerden geldik. Bugün %1,3 olan bütçe açığı oranımız ise, %33 gibi ürkütücü bir seviyeden diplere çekildi.



VAATLER HESAPLANMAZSA


Böylesine bir mali disiplin yakalamak, çok ciddi bir başarı… Kolay olmadığını, zaten şu basit uluslararası rakamlar gayet net ortaya koyuyor. Bu arada, son global krizden hızla sıyrılabilmemizin arkasında da, ekonomideki bu disiplinin ciddi rol oynadığının altını çizelim.


Mali disiplini taviz vermeden sürdürebilmek, ekonomiyi önemli bir kırılganlıktan koruyor. Cezbedici popülist uygulamalardan uzak durmayı başarmak ise, her hükümet için gerçekten disiplin gerektiren bir durum. Adeta bir imtihan… Nitekim arkası dolu olmayan çekici vaatler kurgulamak zor değil.


Oysa bir vaadin hesaplanmayarak sunulması, zaten sorumsuzluğun ilk göstergesi ve daha en başından bir güvensizlik nedeni değil midir? Öte yandan bir hükümetin seçim döneminde dahi mali disipline devam etme kararlılığı göstermesi ise, menfaatleri bir yana bırakıp, geleceği sağlam temeller üzerine kurma niyetinin ispatı değil midir?



Türkiye, sürdürülemez popülist yaklaşımlarla değil, uzun vadede sıçramayı sağlayacak büyüme politikalarıyla kalkınacaktır. Önemli olan, sağlam bir yapıda “büyüyerek" kapsayıcı olmayı başarmak ve dar gelir grubu başta olmak üzere toplumun her kesiminin refahını bu yolla artırmaktır. Sahip olduğumuz mali disiplinin, hem bugünün hem de yarının Türkiye'sini düşünüyor olmanın en güzel göstergesi olduğunu unutmayalım.


twitter.com/drhaticekarahan




Vergi oranlarında önemli indirime gidildi


Mali disiplinde gelmiş olduğumuz nokta nedir?

Türkiye 2003'ten itibaren mali disiplin kültürünü oturtmuştur. Bu elbette kolay olmadı. Bunun başarılmasında en önemli etken, tek parti hükümetinin uzun yıllar sonra işbaşına gelmesi ve popülist harcamalara dur diyebilmesiydi. Elbette bunun sağlanmasında başta Maliye olmak üzere ekonomi yönetiminin iyi koordine olması ve Başbakanın da buna inanması ve destek vermesi temel etken oldu. 2008-2009 ekonomik krizi ve sonrasında krizin etkilerinin görece az hissedilmesinde, oturtulmuş mali disiplin kültürünün önemli rolü oldu.



Popülist seçim vaatleri hakkında ne söylersiniz?

Gelinen noktada Türkiye'nin mali disiplinden vazgeçmeye tahammülü olmadığını hemen belirtmeliyim. Seçim sürecinde muhalefet partilerinin adeta yarışa girdiği bol keseden bir vaat politikası görüyoruz. Türkiye bu politikaların yıkıcı etkisini özellikle 80'lerin sonu ve 90'lı yıllarda çok net gördü. Sosyal güvenlik sisteminde o günlerde bozulan yapının etkileri bugün hala daha tam olarak giderilemedi. Geçmişte başarısızlığı kanıtlanmış bu politikaları tekrar denemek, kazanımların kısa sürede kaybedilmesine ve Türkiye'nin kredi notunun hızla düşmesi sonucu krize girilmesine neden olacaktır. Bu nedenle hesaba sığmayan ve kaynağı olmayan popülist vaatlerin bedelini ülke olarak hepimizin, ama daha ziyade de yükselecek enflasyon nedeniyle reel geliri hızla azalan dar gelirli kesimlerin ödeyeceği unutulmamalı.



Verginin tabana yayılmasının önemi nedir?

Türkiye'de vergi alanında önemli atılımlar yapıldı. Gelir İdaresi teknolojiyi kullanmada öncülük yaptı. Risk analizi yöntemi her geçen yıl kayıt dışılığı kavramada etkisini hissettirmeye başladı. Özellikle kredi kartları ve bankacılık sisteminin işin içine sokulmasıyla, kayıtlı ekonomide önemli adımlar atıldı. Zaten vergi tabanının genişletilmesi esas itibarıyla kayıt dışı bırakılan kesimlerin daha çok kavranmasını ifade eder. Yoksa vergilenecek daha çok alan var da bunlar vergilenmiyor anlamına gelmez.


Türkiye yüksek vergi oranlarında önemli indirimlere gitti. Gelir vergisi üst oranı %49,5 tan %35'e, Kurumlar vergisi oranı %33'ten %20'ye indirilirken, eğitim, sağlık, gıda gibi alanlarda KDV oranları indirilmek suretiyle daha ziyade dar gelirli halkı etkileyen dolaylı vergiler alanında da adaletsizlik giderilmeye çalışıldı. Bununla bir yandan ülkenin teşebbüs kabiliyetini yükselterek gelişmesine katkı sağlanmaya çalışılırken, diğer yandan vergi dışı alanların kavranmasında halkın desteği sağlanmaya çalışıldı.


Vergi tabanının yaygınlaştırılması noktasında kent rantlarının vergilendirilmesi için bu alandaki istisnaların kaldırılmasını içeren daha adaletli bir vergi uygulanması sağlanabilecek. Bu konuda TBMM gündeminde bulunan bir öneri önümüzdeki dönemde revize edilerek hayata geçirilebilecek.



Büyüme için bundan sonra ihtiyacımız olan nedir?

Türkiye için olmazsa olmaz, Ar-Ge ve inovasyona yönelik selektif teşvik politikalarının devam ettirilmesi. Bu alanda 2015 itibarıyla yürürlüğe giren “Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri sonucu ortaya çıkan mal ve hizmetlerin satış veya kiralanasından sağlanan kazançların yarısının gelir ve kurumlar vergisinden istisna edilmesi" son derece önemli bir teşvik unsuru. Buradaki felsefe değişikliğinin iyi kavranması noktasında, 4G'ye geçiş tartışmaları konusunda Sayın Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği doğrudan 5G'ye geçiş çalışmalarının başlatılması hedefi, zihniyet değişikliği anlamında önemli. Türkiye Ar-Ge konusunda takip eden değil, öncü olma konumunu hedef almalıdır.



10 yıl önce hayalimize sığmayacak yerdeyiz

Mali disiplinde gelmiş olduğumuz noktayı nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye'nin geldiği noktanın, gerek kendi geçmişi ile kıyaslandığında, gerekse verili bir zamanda diğer ülkelere göre göreli durumu bazında, istisnai olduğunu teslim etmek lazım. Bütçe açığı ve kamu borcu milli gelir oranı olarak 10 sene önce hayalimize sığmayacak yerlerdeyiz. Burada önemli iki nokta var: 1.si; bunun nasıl başarıldığı ve kredisinin nereye gitmesi gerektiği. 2.si de kamudaki muazzam akım ve stok düzeltmesine karşın özel sektördeki bozulmayı göstererek aslında bir şey değişmediğini söyleyenlerin dediğinde kale alınacak bir şey olup olmadığı.



Birincinin cevabı, elbette icranın başındaki hükûmet ve onun altındaki Maliye Bakanlığı ve Hazine, ama son kertede elbette hükûmet. Gözden kaçmaması gereken 2. aktör ise, TCMB… Çünkü 2008'den itibaren TCMB'nin piyasanın itirazlarına rağmen devreye soktuğu “faiz indirim süreci" ve 2010'da devreye soktuğu “unconventional" (alışılagelmemiş) para politikası/makro-ihtiyati tedbirler bileşimi, faiz ortamını 2 sene gibi kısa bir sure içinde “normal"leştirdi. Krizi gerçek bir avantaja döndürmeyi başaran bir TCMB söz konusu. Ve Markov rejimi anlamında yani çok kuvvetli ve dirençli bir düzey olarak 2005-2009 döneminde %10,5 olan reel faiz rejim düzeyi 2009 sonrasında ve hala 1,5 civarında seyrediyor. 2 üzerinde seyretmesi için de hiçbir makul sebep henüz pek yok.



Buradan da icraya pay çıkarmak gerekli çünkü o TCMB yönetimini işbaşına getirenler onlar. Cumhuriyet tarihinin bence en kayda değer başarısını beraber devreye soktukları bir kurumun bugün zor durumda bırakılıyor olması ise bir muamma. Elde edilen kazanımların nasıl erozyona uğradığı konusunda bir atalet söz konusu…


2. madde ile ilgili de, çok kısa şunu söylemek yeterli: Bu zaten olması gerekendir. Normalleşmiş bir ekonomide borcu, ağırlıklı olarak özel sektör taşır, kamu değil. Bunun bahsedilemez boyutlara çıkması değil amaç ama bu kayma, arzu edilen bir kaymadır.



Kamu harcamalarının doğru yapılmasının önemi nedir?

Bu son derece önemli çünkü doğru kamu yatırımları büyümeye hem direkt etki yapacak, hem de özel sektörün verimliliğini artırma ve dolaylı katkı yapma anlamında daha da büyük bir katkıda bulunacaktır. Altyapı, eğitim, sağlık harcamaları bunun en güzel örnekleri ve bunların devreye sokulmuş olması, büyüme açısından yine çok önemli kazançlar.



Makroekonomik istikrar ve büyümenin sağlanması için, neler önem arz ediyor?

Bu en önemli nokta kanımca... Burada gerek iktidar gerek muhalefet kanadında her kısa dönem dalgalanmada iki temel kavram etrafında belirlenen verimsiz bir çaba devreye giriyor. Birinci kavram “model". İktidardan eski büyüme modelinin artık devre dışı kalması gerektiğini duyuyoruz. Yanılgı şu; bir model yok idi, Türkiye zaten temel göstergelerini düzeltmek ile meşgul idi ve o sırada gözlenen büyüme bir “model" büyümesi değildi. Modeli olan tek ülke, bugün Kuzey Kore... Model tanım itibari ile “kudret" varsayıyor. Küresel ekonominin temel şiarı ise artık şu: Bir yapılması gerekenler listesi var ve aslında K. Kore hariç herkes için aynı ama herkesin başlangıç koşulları değişik olduğu için öncelik sırası farklı. Bir model peşinde koşmak yapılması gerekenlerin devreye girmesini zorlaştırıyor. Zaten optimizasyonda kısıtları yanlış koyarsanız gittiğiniz yerin bir anlamı olmaz. Bu da, biraz teknik ifadesi…



Muhalefetin iktidara yüklenmekte kullandığı sihirli kavram ise “yapısal reformlar". Nedir dediğinizde çoğunlukla sessizlik, ya da AK Parti'nin zaten yapmış/başlamış ya da konjonktürden dolayı ara vermek zorunda olduğu bazı “yapılması gerekenler". Dolayısıyla burada da biraz havanda su dövülüyor. Kavramların karşılık geldiği durumların değiştiğini görmezseniz, kavramları yanlış kullanmaya mahkûm olursunuz. İktidar için problem, bu kadar keskin ekonomik başarıların ardından, kanımca budur. Kısa dönem rahatsızlıklarının orta/uzun vade hedeflerinizi tehdit edecek söylemler ile kısa dönem dengelerini daha da rahatsız eden bir kısır döngü yaratıyorsunuz.



Düşman Kardeşler: Mali Disiplin ve Mali Popülizm

Ülkemizde genel seçimlerin yaklaştığı bu günlerde maliyeyi ilgilendiren bir popülizmle karşı karşıyayız: Mali popülizm. Türkiye'de devlet 2014 yılında 411 milyar TL gelir toplayıp, 433 milyar TL harcama yaptı. Bir önceki yıla göre harcamalardaki artış, 36 milyar TL. Kamu harcamalarının yaklaşık 50 milyar TL'si ise, faiz giderleri için kullanıldı. Eğer faiz giderleri olmasa idi, bütçe fazla verecekti. Örneğin 2015 yılında 530 milyar TL harcama sözü vermemiz durumunda, vergileri artırmamız veya borçlanmayı artırmamız gerekecektir. Borçlanmanın artması durumunda faiz harcamaları artacak ve gelecek nesillerin üzerindeki mali yük artacaktır.



Türkiye'de 2001 krizi sonrası başlatılan mali disipline dayalı istikrar programı kapsamında, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu Aralık 2003 tarihinde kabul edildi. Bu kanunu yapan AK Parti hükümetleri uygulamada taviz vermedi ve iktisat politikalarında mali disiplini merkeze yerleştirdi.



HER 100 TL VERGİNİN 85 TL'Sİ FAİZE GİDİYORDU


Borçlanmayı ve borçlanmanın maliyeti olan faiz harcamalarını azaltma yolundaki uygulamalar başarılı oldu. AK Parti'nin yönetime geldiği 2002 yılında her 100 TL verginin 85 TL'si borç faiz ödemeleri için kullanılırken, 2014'te bu rakam 14 TL'ye düştü. Devlet 2002'de milli gelirin %14,8'i kadar parayı faiz ödemeleri için kullanırken, 2014'de bu rakam 2,9'a kadar düştü. Mali disiplinden taviz verilmediğinin diğer bir göstergesi de, kamu borç stokunun GSYH'ye oranının %69,2'den istikrarlı bir şekilde azalarak %34,9'a kadar düşmesidir.



Faiz harcamalarının azalması, diğer kamu harcamaları için de manevra alanı oluşturdu ve yeni bir kamu harcamaları bileşimi oluşturuldu. Engelli ailelere yapılan nakdi yardımların, engellilerin eğitimi ve rehabilitasyonu konusunda yapılan yardımların, düşük gelirli ailelere yapılan ayni yardımların hem miktarı hem de kalitesi artırılabildi.



Borçlanma ile kamu harcamalarını artırmak en kolay yöntemdir. Ancak popülizm uğruna artırılmış harcamaların sponsoru olan vergi mükellefleri, ödedikleri paraların israf edildiğini düşünürse, vergi kaçırma miktarı artacaktır. Verginin azalması borcun artmasına, borcun artması faiz harcamaların artmasına neden olacaktır; sonuçta da mali popülizmin olduğu yerde mali disiplin olmayacaktır. Mali istikrar için, mali disiplin olmazsa olmaz; siyasi istikrar için de, mali istikrar olmazsa olmaz bir koşuldur. Kısaca 'mali disiplin, mali istikrar ve siyasi istikrar' üçlü sacayağının öneminin bilinmesi ve dikkate alınması gerekmektedir.







#popülizm
#hatice karahan
#mali disiplin
#Mali istikrar
9 yıl önce