|

Celladına gülümseyen adam

Fehmi Koru Today's Zaman'da bugün yayınlanan yazısında duygularını çarpıcı bir üslupla kaleme aldı. İşte o yazı...

00:00 - 24/01/2008 الخميس
Güncelleme: 14:01 - 24/01/2008 الخميس
Yeni Şafak
Celladına gülümseyen adam
Celladına gülümseyen adam

'Ergenekon' operasyonu sonrasında ortaya çıkan derin ilişkiler ve Çetenin hedefleri kamuoyunu dehşete düşürdü. Ergenekon Çete'si ülkede kavos çıkarmak için Yazar Orhan Pamuk, DTP Gurup Başkanı Ahmet Türk ve Yeni Şafak Yazarı Fehmi Koru gibi bir çok isme suikast planlıyordu. Fehmi Koru Today's Zaman'da bugünkü yazısında duygularını çarpıcı bir üslupla kaleme aldı. İşte o yazı...


Tetikçimin yüzüne gülmek



Kendimi pek iyi hissetmiyorum; nasıl hissedebilirim ki? Geçtiğimiz gece bir polis baskınında yakalanan bir sürü suçlunun hedef listesinde altı kişi varmış; bunlardan biri de benmişim.




Hala hayatta olduğum için kendimi şanslı saymam ya da ne olursa olsun bu insanların hedeflerine ulaşmak konusunda kararlılıkları ile bilindiklerini göz önünde tutarak kendimi berbat hissetmem gerektiği konusunda pek emin değilim. Bunlar bir dizi cinayet ve siyasi karmaşa hadiselerine neden olmuşlar; polise göre de tetikçiler kendi emirlerini mektuplara taşımışlar.



İki hafta önce beni vurmaya hazır bir hücrenin varlığından ilk defa haberdar edildiğimde bir şekilde bu hikayeyi göz ardı ettim. Nasıl olur da emekli askerler, avukatlar, işadamları, bürokrat ve bir iki tane de gazeteci içeren bir grup insan bir araya gelip bana bir komplo kurabilirdi? Derin devlet mensubu imiş gibi davranan bir grubun hedefi olmayı anlayabilirdim; ve yine Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un da içinde yer aldığı bir hedef listesinde yer almak da benim için önemli olmazdı. Ancak Demokratik Toplum Partisi (DTP) mensubu dört politikacı ile hiçbir ortak yanım olmadığı için onlarla aynı kategoriye sokulmak benim için epeyce şaşırtıcı oldu.



"Ergenekon" isminde eski bir örgütün yeniden gün yüzüne çıktığını kamuoyuna taşıyan ilk bendim. 2001 yılında, devletin Kemalist köklerine dönüşünü sağlayacak araç ve yolları temin edecek yeni bir örgüte işaret eden bir belgeyi ortaya çıkarmıştım. Belgenin yazarları bütün kötülükleri küreselleşmeye bağlamış ve kendi çözümlerini de dile getirmişlerdi.



Belgeyi yazanların sorduğu ilk soru "Neden böylesi bir örgüt?" idi. Gelin orijinal belgeden okuyalım gerisini: "Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya yönelik toplu çabalar sadece dış mihrakların ürünü değildir; bu amaçla örgütlenen yerli grupların çabalarının da bir sonucudur bu. 1914 yılında İstanbul istihbarat ajanlarının bol olduğu bir şehirdi; bu ajanlar, halk arasından önemli sayıda işbirlikçi bulabiliyordu. Böylelikle kendi programlarını uygulamada oldukça başarılı oluyorlardı. Bugün de aynısı oluyor. Savaş halen sürüyor. Bu savaşın tek bir amacı var: halkı bölerek Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak."



Belgeye göre yabancı güçlerle el ele veren yerli unsurlar devletin her kademesine sızmıştı. Bunlar meclisteydi ve de zaman zaman siyasi alanda da kendi güçlerini kullandıkları bile oluyordu.



Durumun bir ülkenin yabancı güçlerin dolaylı işgali altında olması olarak düşündüğünüzde bu epeyce mantıksız ve antidemokratik bir formül sunuyordu. Bu da tam olarak Nisan 2001'de elime geçen bir belgedeki durum için de geçerliydi. Belgenin yazarları, halkı demokratik mekanizmaya karşı ayaklandırmak ve Türkiye'nin Avrupa Birliği ile bağlarını kesmek de dahil olmak üzere her türlü radikal çareyi öneriyorlardı. Bu amaca ulaşmak için de kendi kadrolarına sivil toplum örgütlerinin ve medyanın kontrolünü almalarını salık veriyor ve şayet gerekli olursa da siyasi cinayetleri de teşvik ediyorlardı.



Siyasi gündemleri oldukça basitti; belgenin detaylarını incelediğimde de bu kağıt parçasının gerçekten de bir suç örgütünün bir çalışması olup olmadığı konusunda kararsızdım zira kandırılmış da olabilirdim. Aynı grubun birçok gelişmenin ve altı yılın ardından beni de hedefleri arasına dahil edebileceğini hiç düşünmemiştim.



Arada olanlar ise siyaset bilimcilerinin ilgilenmesi gereken bir örnek olay. Bir keresinde –gerçi birkaç kere oldu ya—halkın huzursuzluğunu doruk noktada olduğu bir karmaşa zamanında ülke muhtemel bir askeri müdahale ile karşı karşıya kalmıştı. Birkaç aydınımızı siyasi suikastlarda kaybettik; bir rahip güpegündüz öldürüldü; üç misyoner vahşice katledildi. Genç bir avukat Danıştay binasına daldı ve içerideki hakimleri kurşun yağmuruna tuttu.



Bütün bu terör eylemlerinde hepimiz bizim "sevgili" gizli devletin parmağı olduğundan şüphelendik ancak hiçbir zaman bu iğrenç eylemlerden sorumlu olan grubun "geri saha paramiliter ekip" şeklinde organize olan kişileri –ki bu tür örgütlenmeler sadece Türkiye'de değil diğer NATO ülkelerinde de Soğuk Savaş sırasında oldukça yaygındı-- içerdiğine dair kesin bir kanıt gelmedi önümüze.



Maalesef yanıltılmıştık. Onlar da tabi ki ordaydılar ve bu işin içindeydiler ve içerideki düşman kategorisine giren hedefleri temizlemeye amade durumdaydılar.



Buna karşılık geçtiğimiz beş yıl boyunca yaşadığımız siyasi olayları kavradığım için kendimi iyi de hissediyorum.



2004 yılının Ocak ayıydı; Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın ABD Başkanı ile buluşmak için Washington'a yaptığı ziyaretlerden birini hatırlıyorum. Beyaz Saray'daki görüşmeden sonra Erdoğan bir Türk örgütü tarafından onuruna düzenlenen bir etkinliğe katıldı. Ziyareti bir gazeteci olarak izleyen ben de salondaydım ve de başbakanın masasından çok da uzak olmayan bir masada oturuyordum. Etrafımdaki insanlara baktığımda tanıdık bir sima ile göz göze geldim; göz göze gelince de yüzüne güldüm. Gözlerin sahibini biliyordum ama bir türlü ismini hatırlayamamıştım. Yanımda oturan bir arkadaşım hatırlamama yardımcı oldu: her şüpheli cinayet olayından sonra ismini duyduğumuz meşhur bir generaldi.



Bu general şimdi, benim ismimin de içinde yer aldığı bir hedef listesi olan grubun lideri olarak polis tarafından göz altında tutulanlardan biri. Meğerse bilmeden muhtemel tetikçimin yüzüne gülmüşüm.


Zaman

٪d سنوات قبل