|

4. ATCOSS toplantısı ve Ortadoğu''nun geleceği

Orta Doğu halkları kendi ortak geleceklerini konuşmak ve tartışmak zorundadırlar. Bu çerçevede bölgedeki Osmanlı bakiyesi olan halkların temsilcileri olan biz akademisyenler de daha soğukkanlı bir şekilde ortak tarihimizi yeniden okumak ve anlamak durumundayız. Bu zamana kadar bu tür tartışmaların yapılacağı Türkleri ve Arapları biraraya getirecek ortak platformlar ne yazık ki yoktu. ATCOSS tam da bu amaca hizmet etmek için oluşturulan bir platformdur ve bu nedenle kıymetlidir.

Prof. Dr. Birol Akgün
00:00 - 13/11/2014 Perşembe
Güncelleme: 23:17 - 12/11/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) tarafından 2010 yılından bu yana düzenli olarak gerçekleştirilen Arap Türk Sosyal Bilimler Kongresinin (ATCOSS) dördüncüsü bu yıl 26-27 Ekim 2014 tarihlerinde Ürdün''ün başkenti Amman''da yapıldı. Akademisyenler, Eğitim, Ekonomi ve Kalkınma ana teması etrafında sundukları yüz civarındaki bildiriyle bölge ülkelerinin ortak sosyo-ekonomik sorunlarını tartışma imkanı buldular. Ayrıca hem Türkiye tarafından hem de Ürdün tarafından sağlanan üst düzey siyasi ve bürokratik katılımlar sayesinde akademia ile karar vericiler arasında doğrudan bir iletişim, tanışma ve tartışma imkanı da doğdu. Toplantının Türkiye''den katılan pek çok akademisyen ve medya mensubu açısından önemli bir sonucu ise, bölgenin siyasi açıdan büyük bir hercümerç yaşadığı kritik bir dönemde entelektüellerin ve Arap sokağının nabzını tutma imkanı sağlamasıydı.

NEDEN EĞİTİM VE KALKINMA?

Arap dünyası ve aslında tüm orta doğu yüz yıl aradan sonra yeniden büyük bir siyasi sarsıntı geçiriyor. 2010''da başlayan Arap Baharı süreci yalnızca Arap halklarının kendi otoriter yöneticilerine karşı bir isyanı değildi. ''Halk düzenin değişmesini istiyor'' sloganları, aynı zamanda bölgenin batı emperyalizmiyle başlayan ve Sykes-Picot anlaşmasıyla resmileşen ve Arap ve diğer Müslüman halkları uluslararası sistemde özne olmaktan çıkartıp nesneleştiren ve kimliksizleştiren yüzyıllık küresel düzene de başkaldırıydı. Kendi tarihsel dinamiklerini dışarıdan darbelerle kaybeden bölge halkları bugünlerde yeniden ortak geleceğini tartışıyor. Bu bağlamda Müslüman entelektüellerin üzerinde en çok durduğu ve yoğunlaştığı konuların başında ise eğitim, ekonomi ve kalkınma gibi sosyo-ekonomik sorunlar geliyor.

Aslında günümüz Arap toplumları bölgedeki jeopolitik, stratejik ve siyasi tartışmalardan bıkmış durumda. Petrol''ün ekonomi politiği, İsrail''in güvenliği, Şii-Sünni kutuplaşması, radikal grupların yayılması ve otoriter baskılar gibi sıcak gündem tartışmaları halkları ve aydınları her anlamda yormuş durumda. Aslında yorulan yalnızca bölge halkları değil; aynı zamanda ABD gibi hegemonik güçler de Irak ve Afganistan savaşları nedeniyle siyasi, askeri ve zihni anlamda yorulmuş durumda. Son zamanlarda hem ABD hem de bölgedeki bu yorgunluk durumunu en iyi ifade eden kavram ''stratejik yorgunluk'' (strategic fatigue) hissidir.

STRATEJİK YORGUNLUK

G. Bush döneminde 11 Eylül sonrasında büyük bir siyasi heyecan ve kızgınlıkla başlayan, Orta Doğu ülkelerindeki siyasi rejimlerin askeri güç kullanılarak değiştirilmesi ve böylece Pax Americana''ya direnen İslamcı ideolojinin de ortadan kaldırılmasıyla Amerikan hegemonyasının 21. Yüzyıla uzatılması projesi hayal kırıklığı ile bitti. ABD ve Avrupa ülkeleri 2008''de başlayan büyük ekonomik krizi ve bunun yarattığı sosyal buhranları henüz atlatabilmiş değiller. Başkan Obama''nın İslam dünyası ile ilişkileri normalleştirme politikası İran''la yürütülen stratejik yakınlaşma dışında, ideolojik ve siyasi olarak Müslüman halklar ile Batı ve daha özelde ise ABD arasındaki karşıtlığı ve çatışmayı bitirebilmiş değil. Bölgedeki IŞİD gibi gruplar hem halklar nezdinde var olan bu güçlü anti-batı tutumları kullanıyorlar hem de bölgedeki yerel, kalıcı ve sahici düzen arayışlarını karşılama projesiyle toplumsal destek buluyorlar.

Fakat bölge halklarının asıl güçlü talebi yalnızca güvenlik ve sahici düzen arayışları ile sınırlı değildir. Asıl talep modernleşme yoluyla özgürleşme, demokratikleşme, gelişme, kalkınma ve müreffeh bir hayat sürme arayışlarıdır. Arap sokağı artık bitmek bilmez ve sonu gelmez dost-düşman tartışmalarından, İsrail düşmanlığı üzerinden meşrulaştırılan otoriter rejimlerin baskıcı politikalarından ve son zamanlarda ortaya atılmaya çalışılan Şii-Sünni kutuplaşmasından bıkmış ve bunalmış durumda. Elbette Arapların en laik olanı ve hatta yerli Hıristiyanlar da siyonizme karşıdırlar. Ancak eğitim imkanlarının artırılması, fakirlik ve yaygın işsizlikle mücadele edilmesi, dikey toplumsal hareketlilik (sosyo-ekonomik statü değişimi ya da sınıf atlama talebi) beklentileri geniş kitleler için çok daha önemli ve öncelikli konulardır.

ARAP AYDINLARI İÇİN TÜRKİYE İLHAM KAYNAĞI

Bu bağlamda Arap sokaklarındaki kitleler ve entelektüeller için Türkiye hala önemlidir ve çekici bir örnek olmasının temel nedeni ise batılı değerleri de islami değerleri de dışlamayan ve bu anlamda Müslüman halklar için taklit edilebilir (imitable) ve sahici bir örneklik oluşturmasıdır. ATCOSS toplantısının kapanışına katılan ve son derece sıcak ve samimi bir konuşma yapan Prens Hasan B. Talal''in altını çizdiği şey tam da buydu. İslam ile demokrasinin bağdaşabileceğini, Müslüman toplumların petrole ve doğal gaza bağlı olmadan beşeri sermayesini geliştirerek ve sanayileşerek (üreterek) zenginleşebileceğini ve dahası kendi toplumsal ve siyasi sorunlarını barışçıl yollardan çözebileceğine ilişkin olarak Türkiye önemli bir örnek ve ilham kaynağı olarak görülüyor.

Bu çerçevede Türkiye''nin bölgedeki önemi onun sahip olduğu askeri gücünden ziyade, sosyal ve siyasi modellik yönü; başka deyişle soft power''idir. Tam da bu nedenle Türkiye''nin IŞİD''e karşı mücadeleyi destekleyen, ama bazı zorlamalara ve provokasyonlara rağmen bir Arap toprağı olan Suriye''ye askeri olarak müdahaleden uzak duran hassas yaklaşımı aslında Arap dünyasında ciddi olarak takdir görüyor. Ancak Arap halklarını değilse de, özellikle Ürdün ve S. Arabistan gibi Monarşik yönetimleri rahatsız eden en önemli şey Türkiye''nin tek başına Mısır''daki darbeye karşı çıkması ve ilkesel olarak Arap sokaklarındaki özgürlük ve demokrasi taleplerine destek vermesidir. Asında İran''ı ve bazı otoriter Arap başkentlerini Türkiye karşıtlığında birleştiren şey tam da Türkiye''nin bu demokrasi desteğini sürdürmesi ve reel-politik söylemlere teslim olmayan dış politikasıdır.

KÖKLÜ REFORM İHTİYACI SÜRÜYOR

Yanlış olan şey şu ki, Arap dünyasındaki pek çok otoriter yöneticiler ve hatta bölgede çıkarı olan Batılı ülkeler halklar nezdindeki bu stratejik yorgunluğu kendi lehlerine kullanmak eğilimindeler. IŞİD gibi radikal örgütler desteklenerek veya mezhep savaşları gibi güvenlik tehditleri tırmandırılarak Arap halkları, bölgedeki yüz yıllık siyasi statükonun devamına ve batıyla bölge başkentleri arasında kurulan çıkar ilişkilerinin (unholy alliance) sürdürülmesine razı edilmeye çalışılıyor. Oysa unuttukları sosyolojik gerçek şu: Bölgede ve ülkelerin içinde gerginlikler çıkartarak veya IŞİD gibi hayaletler üzerinden korkular yaratarak stratejik yorgunluk yaşayan geniş halk kitlelerinin meşru toplumsal ve siyasi taleplerini unutturmak mümkün değildir. Güç kullanılarak veya darbeler yaptırılarak bastırılan veya halının altına süpürülen sosyal ve ekonomik talepler emin olun ki yarın çok daha güçlü biçimde karşınıza çıkacaktır. Mursi gibi demokrasi ile gelen ve demokrasi ile gitmeye hazır olan siyasi liderlere karşı gösterilen anlamsız hazımsızlık, maalesef bugün IŞİD gibi yapılarla çok daha sert siyasi hareketler üreten bir siyasi ve psikolojik atmosfer yaratmaktadır. Çözüm, ister hızlı isterse tedrici olsun bölgedeki siyasi rejimlerin halkların özgürlük, demokrasi ve kalkınma taleplerini karşılamaya yönelik sahici çareler üretecek köklü reform adımları atmasından geçiyor.

ATCOSS''UN ROLÜ

Şimdi yeniden dünya sistemi yeni bir yapılanmaya doğru gidiyor. Batı ve ile dünyanın geri kalanı arasındaki dominasyon ilişkisi zayıflıyor. Farklı kültür ve medeniyet havzaları kendi kadim değerleri sistemiyle dünya gündemine geri dönüyor. İslam dünyası da kendi içindeki farklı renkleriyle yeniden dinamizm kazanıyor. Bu değişim süreci yalnızca batının inisiyatifine ve merhametine bırakılamaz. Orta Doğu halkları kendi ortak geleceklerini konuşmak ve tartışmak zorundadırlar. Bu çerçevede bölgedeki Osmanlı bakiyesi olan halkların temsilcileri olan biz akademisyenler de daha soğukkanlı bir şekilde ortak tarihimizi yeniden okumak ve anlamak durumundayız. Bu zamana kadar bu tür tartışmaların yapılacağı Türkleri ve Arapları bir araya getirecek ortak platformlar ne yazık ki yoktu. ATCOSS tam da bu amaca hizmet etmek için oluşturulan bir platformdur ve bu nedenle kıymetlidir.

9 yıl önce