|

Alçalışı ve çürümeyi seçmek

Yeni Şafak
04:00 - 4/05/2015 Pazartesi
Güncelleme: 22:33 - 3/05/2015 Pazar
Diğer
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Küreselleşme, dünya çapında yeni altüst oluşlara neden oluyor. Bir yanda çok büyük ayrıcalıklar ortaya çıkarken, bir diğer yanda çok büyük mahrumiyetlerin ortaya çıktığını görüyoruz. Büyük ayrıcalıklara sahip olanlar, bu yolla büyük özgürlüklere, daha doğrusu büyük sorumsuzluklara/keyfiliklere ve dokunulmazlıklara sahip olurlarken, büyük mahrumlar da büyük kısıtlamalara, büyük acıları maruz kalıyor. Büyük ayrıcalıkların dünyası, büyük duyarsızlıkların, büyük vicdansızlıkların ve merhametsizliklerin dünyasıdır.


Günümüzde özgürlük denilince, sermayenin/paranın/gücün, piyasanın özgürlüğü akla gelmelidir, ahlakın/ bilgeliğin/ erdemin özgürlüğü değil. Her toplumda medya bu tür bir özgürlük yaklaşımının emrinde ve hizmetindedir. Küreselleşme, büyük ayrıcalıklara sahip olanların, büyük mahrumların mahrumiyeti pahasına, en son teknolojiler yoluyla, küresel çapta spekülasyon yaparak sınırsız derecede zenginleşmelerini kolaylaştırıyor. Küresel zenginliğin, haksız- eşitsiz ve zalim dağılımı, küreselleşmenin aynı zamanda post modern bir haydutluk biçimi olduğunu gösteriyor. Hız teknolojileri bir yanda da büyük çözülmelere, dağılmalara neden oluyor.


Uçucu, geçici ilgilerin/ uğraşların küresel dünyasında anlam üretmek yerine, yanlızca ayartıcı arzu nesneleri üretiliyor. Sayıları çoğaltmak, sıradanlıklar/ popülizmleri çoğaltmakla mümkün olabilirken, nitelikler her durumda gözardı edilebiliyor. Nitelikleri çoğaltmak sıradışı yetenekler yetiştirmekle ancak mümkün olabilir. Büyük sayılar propaganda ve hamaset yoluyla yönetildikleri için bilmek ve öğrenmek istemezler. Zihin dünyalarımız seküler-liberal değerler yoluyla fethedildikten sonra, fethedilecek bir başka şey kalmamıştır. İslami zihin ve ruh dünyalarımız parçalandığı için, bugün, zamanımızı bir bütünlük içerisinde kavrama yeteneğimizi kaybettik. Bu nedenlerdir ki, kendi dönemimizin entelektüel hikayesini, serencamını konuşamıyoruz. Düşünce hayatımız, edebiyat hayatımız duygusal gerçekler tarafından kuşatıldığı için tarihsel gerçeği yaşamıyor, zamanımızın kaydını tutmuyor, tutamıyor. Duygusal gerçekler herşeyi bir bütünlük içerisinde, sağlıklı bir biçimde düşünmemize, değerlendirmemize izin vermezler. Geleneksel/ muhafazakar kültürlerde/ toplumlarda, bireylerin/ cemaatlerin beyinleri beton dökülerek dondurulmuştur. Bu tür kültürlerde herhangi bir çatlağın ortaya çıkmaması için dayatılan tekelci yorumlar tartışmasız bir biçimde sürdürülür.


Müslüman gerçek hayatları yaşamak yerine, gündelik hayatları yaşamayı seçmiş olmaları umut kırıcıdır. Gündelik hayatlar, ucuz- bayağı amaçlar- tutumlar-hazlar ve ilgililer sınırlıdır. Gerçek hayatlar anlam/ahlak bilinç mücadelesi ile geçen hayatlardır. Gerçek bir varoluş, mücadele içerisinde geçen bir varoluştur. Bencilliklerin/ egoizmlerin/ narsizmlerin / putperestliklerin/ maddi hırsların/ iktidar ihtiraslarının belirleyici olduğu hayatlar tahammül edilemez hayatlardır. Bütün Müslümanları temsil etmeyen, kapsamayan, içermeyen bir duyarlılık biçimi zihinsel ve ruhsal bir hastalığa işaret eder. Bizler, Müslümanlar olarak yüzeysel ve ucuz iyimserliklere tutunduğumuz için, gerçeklerle yüzleşmekten ısrarla kaçıyoruz. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçmak, mücadeleden, sorumluluk ve risk almaktan kaçmak demektir. Gerçeklerle yüzleşmek, sahici kişilikler, gerçek kişilikler, bütünlüklü kişilikler, derinlikli ve ahlaki kişiliklerle mümkün olabilir.


Gerçeklerle yüzleşmeyenler hayatlarını statükonun himayesine sığınarak, putlaştırılan, kült haline getirilen manevi aracıların himayesine sığınarak geçirirler. Bu tür topluluklar putların ve kültlerin kusurları, yanlışları ve zaafları olabileceğini kabul etmezler. Statükodan başka bir seçeneğimiz yok demek, koşullara katlanmaktan başka bir çaremiz yok demektir.


Küreselleşen bir dünya da bu gerçeği sorgulamak yerine, etnik/cemaatçi/ mezhepçi yerelliklere kapanmak, bunları bağnazca savunmak, alçalışı ve çürümeyi seçmekten başka hiçbir anlam taşımaz. Alçalış ve çürüme mağluplarını büyük trajedisine işaret eder. Bu trajedi sebebiyle bugün, somut tarihsel durumları, tarihsel/yapısal/ temel sorunları tartışmayan, sorumlu bir dil kullanmıyor, mistik güdülenmelerin yansıma olan abartılı bir dil kullanıyoruz. Hiçbir gerçek niteliğe, vizyona ve ufka sahip olmadıkları halde, dünyanın ve insanlığın geleceğinin kendilerine bağlı olduğuna, kendilerinin seçilmiş, ayrıcalıklı olduklarına inanan dini çevrelerin varlığı, patolojik sorunları olan bir dini hayatı/ iklimin içerisinde yaşadığımızı gösterir. Her bencillik, her kibir, insanı sağduyudan yoksun bırakır. Herhangi bir otoriteye, kişiliklerini/ benliklerini teslim edenlerin, bir daha zihinsel/ düşünsel bağımsızlığa ihtiyaç duydukları görülmemiştir.


İslami bütünlük bilincine, tevhidi bütünlük bilincine yabancılaştığımız için, paranoyak bağlılıkların neden olduğu gerçek sorunları konuşmuyoruz. İnsanın varoluşunu, koşulların biçimlendirmesine izin vermesi, başkalarına eklenerek yaşamayı seçmesi, kendisinden vazgeçerek yaşamayı seçmesi demektir.


Günümüzün küresel dünyasında devlet sınırları önce sermaye ve finans hareketleri tarafından kaldırılmıştır. Günümüzde sermayenin mekanı yoktur. Küresel kültürü yönetenler de bugün, sermaye ve finansı yönetenler gibi devlet sınırlarını, milliyet sınırlarını tanımıyor. Artık, bir mekana değil, bugüne özgü, şimdiki zamana özgü bir kültürle karşı karşıyayız. Bu kültür hepimizi anlam sistemlerine, kaynaklarına, ve kaygılarına, mücadelelerine yabancılaştırıyor.


İçimizdeki insanlıktan her gün biraz daha fazla uzaklaştırıyoruz.


Zamanın kültürü ile bütünleşenleri hiçbir zaman, sahip oldukları hiçbir şey tatmin etmiyor. İslami kesimler de bile, maddi zenginlikler ve başarılar tapınma nesnesi haline gelebiliyor, tüketim çılgınlıkları normalleşiyor.


#özgürlük
#Küreselleşme
#teknoloji
9 yıl önce