|

Bugünden Mevlânâ’ya bakmak

Mahmud Erol Kılıç’ın Mevlânâ Üzerine Konuşmalar kitabı, tasavvufun mahiyetine değinerek bugün nasıl anlaşıldığına, Mevlevilik ve Mevlânâ hazretlerinin bugünün dünyasında ne ifade ettiğine odaklanıyor.

Yeni Şafak
20:54 - 18/01/2015 dimanche
Güncelleme: 19:00 - 18/01/2015 dimanche
Yeni Şafak
SALİHA ŞİŞMAN

Yine bir aralık ayı, civar-ı rahmet-i Rabb-i Rahîm’e kavuşmasının sene-i devriyesi dolayısıyla yine Hz. Pir Mevlânâ Celaleddin-i Rumi’den bahsetmeye bahaneler arıyorken, yeni bir kitap hemen yardımımıza koşuyor. Sufi Kitap arka arkaya, Kasım ve Aralık aylarında Mahmud Erol Kılıç’ın iki kitabını yayımladı. Bunlardan ilki Tasavvuf Düşüncesi: Makaleler-Konferanslar I, ikincisi ise bu yazının konusu olan Mevlânâ Üzerine Konuşmalar. Başlıklardan makale ve konferans ve konuşmaların devam edeceğini anlıyoruz, haydi mübarek olsun.


AYIRMAYA DEĞİL BİRLEŞTİRMEYE GELDİK

Mevlânâ Üzerine Konuşmalar, adı üzerinde Mahmud Erol Kılıç’ın Hz. Pir ile ilgili muhtelif zamanlarda verdiği mülakatlardan oluşuyor. Bir gazete yorumu ve bir hutbe de var, bir “Mevlânâ Hutbesi”. Mahmud Hoca, eğer dinî ilimlere Mevlâna nefesi, genel anlamda tasavvuf neşvesi katılmazsa dini öğrenmenin ve yaşamanın aşksız, zevksiz bir hale geleceğinden dem vuruyor. Bu serzenişini, altı yıl önce bir toplantı sonrası, o zamanlar Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olan Mehmet Görmez’e de iletiyor. Cuma hutbelerinde imamların ariflerin İslam’ına değinmedikleri, bir beyitle bile olsun atıfta bulunmadıklarından yakınan Mahmud Hoca, Şeb-i Arus haftasına denk gelen Cuma günü okunması ümidiyle, Mehmet Görmez’den denetimden geçmesi için elinden geleni yapacağı sözünü aldıktan sonra, hemen o gece bir hutbe kaleme alıyor. Ne var ki bu hutbe hiçbir zaman okutulamıyor, fakat bu kitapla –tarihe not düşmek ve bu mevzuda düşünmek için- meraklısına ulaştırılıyor.

Bu hutbede neler var? Hutbede, bu topraklarda iltifat edilenin, bu sebeple de mesken tutanın velilerin, ariflerin, gönül insanlarının yolu olduğuna; kul ile Allah arasındaki ilişkinin ancak sevgi ile tesis edilebileceğine, bu sevgi dolu anlayışın en önemli temsilcilerinden birinin de Hz. Mevlânâ olduğuna vurgu yapılıyor. Hz. Mevlânâ’da ilim ve irfanın mezcolunduğu, meşhur “Ben Kur’an’ın bendesiyem” beyti, Mesnevî’nin Kur’an’dan hakikatler ihtiva ettiği, Hz. Pir’in gayesinin insanı irfan teknesinde pişirip olgunlaştırmak olduğu da söyleniyor. Hutbenin hâtimesine de gönül birliği nişanı vuruluyor: “Biz ayırmaya değil birleştirmeye geldik.”

ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK

Suret ve mananın birbirinden kopuk olmadığı, ilim ve irfanın birbirine sırt çevirmediği, yani tevhidin hüküm sürdüğü Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine bir bakalım. Bütün referanslar, kültür dünyası zahir ve bâtında yed-i tula sahibi iki arife İbn Arabi ve Mevlânâ hazretlerine çıkıyor. İşte bu noktada Mahmut Hoca, Osmanlı’nın birçok din ve milleti bir arada sulh içinde yönetmesinin fikrî tasarımını, hâkim olan tasavvuf düşüncesinin “çokluk içinde birlik” (kesret der vahdet) anlayışından aldığına değiniyor. Bugün de ihtiyaç duyulan birlik beraberliğin tasavvufun “restoratör” olarak yeniden devreye girmesiyle tesis edilebilmesi neden mümkün olmasın?


TASAVVUF KÂRLI ÇIKACAK

Bu kitap, tasavvufun mahiyetine değinerek bugün nasıl anlaşıldığına, Mevlevilik ve Mevlânâ hazretlerinin bugünün dünyasında ne ifade ettiğine odaklanıyor. Bu da ister istemez sahih bir anlayış için yanlış olanların bertaraf, hatalı tarafların tespit edilmesini ve çözüme yönelik neler yapılabileceğini konuşmayı gerektiriyor. “Tasavvuf gibi güçlü ve kadim bir bilgelik okulu, insanın gönlünü kuşattığı için ne konjonktüre bağlı ne de modanın yarattığı geçici bir olaydır. Onu moda haline getirirseniz bile gelip geçmez. Bundan da tasavvuf karlı çıkar” diyen Mahmud Hoca, gerek ticari gerekse siyasi (radikal İslami akımlara alternatif olarak mistik veya İslam’ın hoşgörülü modeli olan tasavvufi İslam kalkışlı) projelerin bir yerde tasavvufa hizmet edeceğini söyledikten sonra ekliyor, “Onların son kertede amaçları çok samimi olmayabilir ama Kur’an’da ifade edilen şu beyanı da unutmamak gerekir: Onların oyunları varsa Allah’ın da oyunları vardır. Bakalım kim daha güzel oyun oynuyor.” (bk. Enfal, 30)


HOŞGÖRÜNÜN DE SINIRI VAR

Mahmud Hoca’ya göre miyopluklardan birisi, Hz. Mevlânâ’nın ayakları neredeyse yere basmayacak, bütün dinî bağlardan koparılacak kadar evrensel olduğu iddiasıdır. Hz. Pir’in evrenselliği; insanın ilâhî kaynağına, Allah Teâlâ’nın her insana üflediği ruhuna, dolayısıyla özsel birliğe yaptığı temel vurgu itibariyledir. Yoksa o, bu tür asılsızlıklardan beridir. Hoşgörünün de bir haddi hududu vardır. Hz. Muhammed (sas)’in yolunda her zerresini şehid etmiş bir arif-i billah olan Hazret-i Pir, pergel örneği vererek bir ayağının dinde sabit olduğunu, diğer ayağıyla da yetmiş iki milleti gezdiğini, kuşattığını açıklamıştır.


“Ne olursan ol” sözüne gelirsek... Başka bir arife ait olmakla beraber Hz. Mevlânâ’nın mana âlemine de uygundur. Fakat Mahmud Hoca’nın tabiriyle “af buyurun, yol geçen hanıdır,” dilediğince kurul, geldiğin gibi kal şeklinde anlamamak kaydıyla... “Gel ama buranın erkanına riayet et”, halis niyetle yola çıktın mı, söz tuttun mu sonuç güzel olur, demektir bu sözden maksat. Ne durumda olunursa olunsun ümitvar olmaya ve akıbetin önemine işaret vardır.

Bir başka mesele de varlığı (tekke ve zaviyeler kanunu ile) kabul edilmeyen bir olgunun –en azından bir tarafta restoran veya her türlü düğün dernek, açılışta sema edenler, diğer tarafta kasaptan otoparka her yere Mevlânâ ismini vermeye çalışanlar gibi- problemlerinin varlığı ve bir “denetim mekanizması”sına olan ihtiyaç. Allah sonumuzu hayreylesin.

Kitabın künyesi:

Mevlânâ Üzerine Konuşmalar

Mahmud Erol Kılıç

Sufi Kitap

Aralık 2014

160 sayfa
#mevlana
#mesnevi
#mahmut erol kılıç
il y a 9 ans