|

Edebiyat dünyasına kamerayı çevirince...

Edebiyat ve sinema her zaman birbirinden beslenmiştir. Dünya klasikleri oldukça başarılı şekilde sinemaya uyarlanmıştır. Yine Türk sinemasında pek çok edebiyatçının kendi kalemlerinden çıkmış senaryo örneklerini Yeşilçam’da görmek mümkün.

Yeni Şafak
00:09 - 22/04/2015 Çarşamba
Güncelleme: 21:11 - 21/04/2015 Salı
Yeni Şafak
CELİL CİVAN


34. İstanbul Film Festivali 4-19 Nisan arasında sinemaseverlerle buluşacak. Birçok ulusal ve uluslararası filmin gösterileceği festivalde her zaman olduğu gibi edebiyat uyarlamaları da yerini almakta. Bunların arasında Thomas Vinterberg imzalı Thomas Hardy romanı Çılgın Kalabalıktan Uzakta'sını, Paul Thomas Anderson'ın uyarladığı Thomas Pynchon'un Gizli Kusur isimli romanını, Hollandalı yazar Herman Koch'un best-sellerinden beyaz perdeye aktarılan Akşam Yemeği'ni ve Madam Bovary'den alıntılar yapan bir kahramanı anlatan Psy Simmonds'un aynı isimli kitabından uyarlanan Anne Fontaine imzalı Gemma Bovary gibi filmleri sayabiliriz. Festivalde gösterilecek klasik filmlerin arasındaysa Howard Hawks imzalı Raymond Chandler polisiyesi Derin Uyku'su ve Metin Erksan'ın Fakir Baykurt'un romanından aktardığı Yılanların Öcü var. Humphry Bogart'ın etkileyici oyunculuğu ve gizemli hikâyesiyle kült hale gelmiş Derin Uyku'nun senaryo yazarları arasındaysa modern edebiyatın en önemli isimlerinden biri olan William Faulkner yer alıyor.



Şüphesiz, ünlü yazarların sinemayla uğraşması Hollywood'a özgü değil. Türk sinemasına baktığımızda Orhan Kemal, Sadık Şendil, Attila İlhan gibi isimlerin Yeşilçam döneminde senaryo yazdıklarını görmekteyiz. Bunun yanında elbette Türk edebiyatından eserlerin de sinemaya uyarlandığını eklemeli. Sinemanın başlangıç döneminde söz konusu sanatla uğraşanların tiyatro kökenli olmaları sebebiyle tiyatro oyunlarına teveccüh edilmiş, ilk roman uyarlaması ise Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Mürebbiye (1919) isimli eseri olmuştur. Türk sinemasına genel bir çerçeveden baktığımızdaysa Halide Edip Adıvar, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa, Orhan Kemal, Osman Şahin, Bekir Yıldız gibi isimlerin eserlerinin büyük ilgi gördüğü söylenebilir. Kemalettin Tuğcu, Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkand gibi popüler yazarların eserleriyse Yeşilçam melodramlarına özgü “klişelerin” şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Yeşilçam'ın seyirci desteğiyle ayakta durduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda söz konusu yazarlara ait eserlerin sık sık beyaz perdeye aktarılması şaşırtıcı olmasa gerek. Bunun yanı sıra seyircinin eğilimlerine dikkat eden yapımcılar da kimi kez yazar veya eser ismi bile vermeden, konu ve karakterleri alarak benzer filmler üretmiştir.



TÜRK SİNEMASINDA EDEBİYAT UYARLAMALARI


Türk sinemasındaki uyarlamalara göz attığımızda sadece melodram ve komedi gibi popüler yapımlar karşımıza çıkmaz. Yukarıda isimlerini saydığımız Orhan Kemal, Osman Şahin, Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Aziz Nesin gibi isimlerin sosyal içerikli eserleri her türlü sansüre rağmen beyaz perdeye aktarılmıştır. Orhan Kemal'in sinemaya uyarlanan eserleri üzerine çalışan Funda Masdar Kara, Türk Sinemasında Orhan Kemal isimli çalışmasında, Yeşilçam döneminde Kemal'in romanlarının siyasi ve sosyal içeriklerinden arındırılarak sık sık uyarlandığını vurgular. Söz konusu dönemde Kemal'in eserleri sosyal gerçekçi özlerini kaybederek birer melodrama dönüştürülmüştür. Bunun yanında Metin Erksan'ın Necati Cumalı'dan uyarladığı Susuz Yaz sansüre takılmış, sansür kurulundan geçemeyen diğer filmi Yılanların Öcü ise cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in filmi beğenmesi üzerine (ancak bir ay sonra) gösterime girmiştir. Sansür Kurulu'na takılan Susuz Yaz ise 1964 yılında Berlin Film Festivali'nde altın Ayı ödülünü almıştır.



Türk edebiyatındaki sosyal gerçekçi yazarlara ait eserlerin melodram haline getirilmeden, başka bir deyişle, siyasi ve toplumsal içeriklerinden arındırılmadan aktarılması yetmişlerin ortalarından seksenlere uzanan süreçte gerçekleşmiştir. Sansür halen devam etmekte olsa da yönetmenler filmlerin siyasi içeriklerini vurgulamaktan kaçınmamıştır. Bunda şüphesiz, dönemin siyasi hareketliliğinin ve yönetmenlerin siyasi bir tutum içinde olmasının etkisi vardır. Söz konusu filmler içinde hikâyeleri en çok sinemaya aktarılan isimlerden olan Osman Şahin'in Fırat'ın Cinleri (Korhan Yurtsever, 1977), Adak (Atıf Yılmaz, 1979), Tomruk (Şerif Gören, 1982) gibi eserlerini sayabileceğimiz gibi Orhan Kemal romanları Bereketli Topraklar Üzerinde (Erden Kıral, 1979), 72. Koğuş (Erdoğan Tokatlı, 1987) gibi filmleri de söyleyebiliriz.



Seksen sonrasından günümüze geldiğimizde, Türk sinemasının edebiyatla olan serüveninde farklı perspektiflerin geliştiğini gördüğümüzü söylemek mümkün. Ülkemiz sineması başlangıcından bu yana edebiyatla haşır neşir olmuş, özellikle melodramatik, mizahi ve sosyal içerikli eserler yönetmenlerin ilgisini çekmiştir. Son otuz yılda aynı eğilimlerin halihazırda devam ettiğini söyleyebiliriz. Ancak bunun yanında ülkedeki toplumsal-kültürel değişimle de yakından alakalı olarak uyarlanacak eserlerin tercihinde farklı yönelimler ortaya çıkmış, kimi Türk sinemacıları sosyal içerikten ziyade bireylerin haletiruhiyesine eğilen, edebi yönü kuvvetli, modernist diyebileceğimiz yazarların eserlerine de ilgi göstermiştir. Sinemada yeni eğilimlerin, auteur'lük gibi kavramların öne çıktığı bu dönemin en önemli yapımlarından biri Ömer Kavur'un Yusuf Atılgan'ın aynı isimli eserinden uyarladığı Anayurt Oteli (1986) isimli filmidir. Yusuf Atılgan'ın cumhuriyetin ellinci yılında yazdığı eser cumhuriyet tarihine göndermeleriyle dikkat çektiği kadar, söz konusu tarihi bir bireyin varoluş sıkıntısı etrafında örmesi ve bilinç akışı yöntemini kullanmasıyla da modernist bir karakter taşır. Kavur'un filminin bir uyarlama olarak başarısı tartışılsa da Anayurt Oteli, doksanlardan iki binlere geldiğimizde benzer eğilimleri taşıyan yönetmenleri işaret etmesi açısından önemli. Bu yönetmenler arasında Adalet Ağaoğlu'nun romanından Fikrimin İnce Gülü (1992) isimli eseri uyarlayan Tunç Okan'ı, Metin Kaçan imzalı Ağır Roman'ı (1996) filme alan Mustafa Altıoklar'ı, Bilge Karasu'nun “Usta Beni Öldürsen E” (1997) isimli hikâyesini çeken Barış Pirhasan'ı, Hasan Ali Toptaş'ın Gölgesizler'ini (2008) sinemaya aktaran Ümit Ünal'ı, Nahid Sırrı Örik'ten Kıskanmak'ı (2009) ile Zeki Demirkubuz'u sayabiliriz. Uyarlanan eserleri Türk edebiyatıyla sınırlamadığımızdaysa gene Demirkubuz imzalı Dostoyevski ve Albert Camus'ye atıf yapan filmleriyle Çehov'dan esinlenen Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasını ekleyebiliriz.



TEORİDE SİNEMA VE EDEBİYAT


Sinemanın icadından beri söz konusu sanatla edebiyatın ilişkisi “dost ve düşman kardeşler” arasındaki ilişkiyi hatırlatır. Sinema masallarla, dini hikâyelerle, efsanelerle ilgilendiği kadar edebiyat eserleriyle ilgilenmiş olsa da uzun bir müddet bu ilişki teorik bağlamda bir hiyerarşi çerçevesinde ele alınmıştır. Bu teorik çerçeveyi kısaca özetlersek şöyle diyebiliriz: Sinema ve edebiyat arasında her ne kadar yakınlık olsa da öncelik edebiyat eserine verilmiş, sinemaya uyarlanan versiyon edebi eserin bir gölgesi, kötü bir kopyası olarak değerlendirilmiştir. Burada edebiyat eseri, handiyse eleştiriden azade bir biçimde asli unsur ve temel metin olarak ele alınmış, uyarlama filmse kötülenmiştir. Edebiyat eserine ne kadar bağlı kalınacağı, hangi kısımlarının sinemaya aktarılıp hangi kısımlarının atılacağı tartışma konusu olmuştur. Şüphesiz, böylesi bir yaklaşım uyarlamaları seyredip hayal kırıklığına uğrayan herkes tarafından haklı görülebilir. Ancak burada es geçilen olgu, uyarlama filmin bir kopyadan ibaret görülmesi ve filmin kendisinin tek başına değerlendirilmemesidir. Söz konusu durum, bahsettiğimiz üzere sağduyu açısından halihazırda haklı bulunsa da, yetmişlerden sonra düşünce sahasında ağırlık kazanan felsefi perspektifler tarafından ters yüz edilmiştir.



“Her şeyin bir metin” olduğunu söyleyen, bir edebi eserin bile özgün olmadığını, metinlerarası ilişkilerce örüldüğünü, dahası yazarın artık öldüğünü bildiren yapısalcılık sonrası düşünce filmin kendisini de bir metin olarak görmeye başlamış, böylece film, edebi eserden bağımsız bir film-metin olarak değerlendirilmiştir. Buna göre artık uyarlama film, eserin bir gölgesi değil, eserin bir yorumu, dahası edebi dildeki metnin sinemaya özgü bir dile tercümesi olarak ele alınmıştır. Dilbilimsel çalışmalar, yapısalcılık sonrası metin çözümlemeleri ve tercüme teorileri, filmin özgün bir metin olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Ancak burada iki önemli olguyu dile getirmek de elzem. Öncelikle, uyarlama bir film hâlâ biz sıradan seyircilerce “özgün” metniyle karşılaştırılmakta, daha da önemlisi edebi metinle durumunu eşitleyen film-metne dair çalışmalar, ironik bir biçimde gene edebiyat teorilerinden ilhamla tartışılmaktadır. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda sinemayla edebiyatın yararlı tartışmalara yol açaçak şekilde dost ve düşman kardeşler olarak serüvenlerine devam ettiklerini söylemek


mümkün.


#edebiyat
#sinema
#sanat
9 yıl önce