|

Eskimeyen aydın sorunu ve tarihî tekerrür

Yeni nesillere sahte kimlikler ve dayatma fikirlerin bu topraklarda neden gelecek vaad etmediğini ifade edebilmek, aynı hataları yapmamak ve bazı temelsiz görüşlerin toplum nezdinde neden ebedî bir mağlûbiyete mahkûm olduğunu anlatmak adına, bazı temel sorunları tekrar gözden geçirmek gerekebilir. Özellikle bugünlerde, Yeni Türkiye perdesi aralanmakta iken, Cemil Meriç gibi Türk aydınlarını tekrar okumak, araştırmak ve dersler çıkarmak yanlış olmasa gerek.

Yeni Şafak
04:00 - 17/12/2014 Çarşamba
Güncelleme: 21:14 - 16/12/2014 Salı
Diğer
Gündem
Gündem
ERKUT AYVAZOĞLU - SİYASET BİLİMCİ ERLANGEN-NÜRNBERG ÜNİVERSİTESİ

Türkiye’de genel anlamda maalesef tarihî bir aşağılık kompleksinin mevcudiyetinden söz edilebiliyorken, aydınlar ile ilgili bu husus daha da önem arz etmektedir. Bugün ülkemizin belli başlı gazete ve medya akımlarının takındıkları tutum ciddi kişilik travmalarının da dışavurumu olarak değerlendirilebilir esasen. Türkiye kamuyonunun özellikle sol ve seküler kesimleri yanısıra dinî görünümlü ve yurt dışı kontrollü cemaatsel örgütlerince de benimsenen bu tutum, millî bir şuurun sömürgeci refleksler ile yer değiştirdiğinin bâriz işaretlerinden biridir. Bu gibi kesimlerin nefretleri maalesef sağlıklı yorum ve düşünce mekanizmalarının da önüne geçmiş bulunmaktadır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti işgal edilmiş ve sömürgeci yayın organları faaliyet göstermiş olsa idi, muhtemelen bu derece bir başarı elde edilemezdi.


Kendi ülkesinin insanına ve halkına nefret edercesine tepeden bakan bazı aydınların aslında bu tutumları Türkiye’yi yakından tanıyanlara pek yabancı sayılmaz. On yıllardır üzerinden atılamamış bu aşağılık kompleksi almaz bir seviyeye ulaşmıştır.

Cemil Meriç’in aydın ve entelektüeller hakkındaki görüşleri

Günümüz Türkiye’sini anlamak ve gerektiğinde sorguya çekmek adına örneğin, 12 Aralık 1916’da dünyaya gelmiş ve 1987’de hayata veda eden büyük Türk aydını Cemil Meriç’in aydın ve entelektüeller hakkındaki görüşlerine yoğunlaşma ihtiyacı doğmaktadır. Türkiye aydınlarının önemli isimlerinden Cemil Meriç, günümüz Türkiye halkının ezici çoğunluğunun fikirsel terciini anlayabilmek adına her daim güzel ve araştırılası bir örnektir. Eski bir Marksist olarak tüm yaşamı boyunca sosyalizm ve nasyonalizm’in sığlığını kendi üslûp ve bilgi maharetiyle eleştirmekten kaçınmamış olan Cemil Meriç, bu tutumunu ciddi bir sansür ve ülke geçmişine uzanan her türlü bağlantıyı tehdit olarak gören dogmatik bir anlayışa rağmen haykırabilmiştir. Türkiyeli aydının, dayatılan dogma ve ideolojileri kabul edip çeşitli variyasyonlarda tükettiği bir dönemde, farklı ve ölümünden sonra bile ciddiye alınacak bir fikir insanıydı Meriç. Provokatif ve unutulmaya yüz tutmuş konulara büyük ehemmiyet göstererek yaklaşması, Türk “intelijansıyasının” sahte ve yetersizliğini tenkit etmesi yanı sıra hem Tanzimat dönemi hem de 1923 sonrası gerçekleştirilen Kemalist reformlara karşı cephe alabilmesi, bugün bile henüz yeni yeni dillendirilmeye cür’et edilmeye başlanmış hassas örneklerdir.

Cemil Meriç 12 Aralık 1916 yılında Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde, Balkan Harplerine müteakip Anadolu’nun güneyine göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünya’ya gelmiş, bir Osmanlı vatandaşı olarak doğmuşken çocukluğu bir Fransız mandası olan Hatay’da geçmiştir. Daha sonra yine Kemalist Cumhuriyet’e Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasıyla “entegre” edilmiş ve bu gelişmeler hem fikir hem de düşünce dünyasını etkilemiştir. Eğitimini tamamladıktan hemen sonra Anadolu’da öğretmenlik yapması sonrası İstanbul Üniversitesi’nde Fransızca okutmanı olarak göreve başlar Meriç ve 1974’deki emekliliğine kadar da bu görevi sürdürür. O yıldan sonra fikirsel dünyasını tüm Türkiye halkıyla paylaşabilecek, unutulumaz ve bugün dahi ellerden düşürülmeyen eserlere imza atmaya başlayacaktır.

Fikirsel dönüşümünü Cemil Meriç altı döneme ayırarak târif etmektedir, ki bunların bir kısmı ilgili dönemlere ait eserleri okunduğunda da fark edilebilmektedir. 1917-1925 arası geçen çocukluk dönemini muhafazakâr-İslâmî (koyu Müslümanlık) dönem olarak nitelendirir ve Anadolu’nun güneyinde geçen geleneksel dindar bir ailenin ferdi olarak tanımlar. 1936’ya kadar süren zamanı ise şoven-milliyetçi ve hatta Türkçü bir dönem olarak tanımlar, ki bunu da Fransız mandasına karşı gelişmiş olan tepkisel bir duruş olarak kabul eder. Sonrasındaki 1936-1938 süresini de kendisini sosyalist olarak tanımladığı ve hayatının enteresan bir bölümünü kaplayan bir dönem olarak zikreder Cemil Meriç. 1960 askerî darbesine kadar geçen süre içerisinde kendisini keskin bir şekilde bir yere ait hissedemez Meriç ve bu yüzden “Araf diyebileceğim kuluçka devri” diye tanımlar o dönemi. 1964’e kadar ilgilenmeye başladığı “Doğu” ile ilgili serüvenini 1964’de çıkardığı “Hint Edebiyatı” isimli eseriyle başlangıcı yapar ve bundan böyle vefatına kadar fikirsel serüvenini “Osmanlı” kimliğine ağırlık vererek sürdürür Meriç.

Sosyalist geçmişine bir çizgi çekebilmiş olan Cemil Meriç’in bu tutumu –günümüz Türkiye’sinde de benzerlikler arz edercesine– toplumun belli kesimlerince yadırganmıştır. Kendisine “Sosyalist devriniz var. Sizi bu devreden uzaklaştıran ne oldu?” diye sorulduğunda, Meriç’in cevabı net olmuştur: “Okuduklarım, araştırdıklarım, bilhassa Stalin gibi bir canavarın karşısındaki Sovyet intelijansiyasının zavallılığı. Troçki’nin kitapları vs...”. 

Cemil Meriç’in Türkiye’deki sosyalizmden kopuş etkenleri

Cemil Meriç’in Türkiye’deki sol veya sosyalizmden kopuşunu sağlayan ana unsur olarak dış etkenler veya fikirsel uzaklıklar bir yana, Türk Solu’nun bizzat kendi dışlayıcı ve kibirli tutumu olmuştur. Bir çok vicdanlı Türkiyeli solcu yazarın itiraf edercesine ifade ettiği üzere, Cemil Meriç, Türk Solu tarafından adeta –sol perspektiften bakıldığında– muhafazakâr-milliyetçi ve İslâmi kesimlere  bırakılmıştır. Türk muhafazakâr ve sağ camiaların Meriç’in fikirlerine değer verip sahip çıkması, ki sağ grupların lâçka ve hayalperest tutumu da Meriç’in eleştirilerinden nasibini almıştır yer yer, şu örnek ifadeleriyle tescilleniyordu aslında: “Sağ okumuyor. Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçıyor, küskün. (Sağcı) Ötüken’in bastığı kitap okunmazmış. Peki, siz basın. Cevap yok. Bu çemberi kırmak mümkün değil. (...) Sol, sağın gösterdiği dostluğu göstermiyor. İhanet etmişiz. Neye ve kime?”

1974 yılında, gündemi sarsan sağ ve sol fikirsel ayrılıkların sokaklara taştığı kanlı bir dönemde “Bu Ülke” isimli eserini yayınlar Cemil Meriç. Büyük bir popülariteye kavuşan bu kitap, ideolojik saplantıların şiddet ve fikirsel mahrumiyete dönüştüğü bir ortamda Türk intelijansiyasına bir can simidi misali yetişmiş ve Meriç’in fikirsel dünyasının kitleler tarafından fark edilmesini de sağlamıştır. Türkiye’nin kronik problemlerine karşı alınan sığ ve yapmacık önlemleri kendi üslûbunca ve sert bir şekilde tenkit edebilme yeteneğinden istifade ederek, Türkiye aydını profilini yeniden tartışmaya açmıştır bu dönemde Meriç. 1954’de görme yetkisini kaybetmesine rağmen –ki bu yüzden eserlerinde dikte edici bir havanın hissedildiği kolayca fark edilebilmektedir–  ezberlenmiş sosyalist ve nasyonalist tezleri tekrarlamaktan kaçınmış ve bunun akabinde özgürlükçü sağ, sol, liberal ve İslâmî çevrelerin dikkatini çekmeyi başarmıştır.

En bilinen eleştirel tezlerinden biri olan “izm’ler” hakkındaki fikirlerini (“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşei’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı”) “Bu Ülke” kitabında dillendirmiş ve 1976’da gerçekleşen bir röportajında daha geniş bir açıklama getirerek adeta son noktayı koymuştur: “Evet, izm’ler insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleridir. İzm’ler, semavî bir menşei olmayan, yani her türlü ‘tecrüberüstü’lük icazetinden mahrum birer nastır. Düşünceye dur diyen bir nas. Yarım hakikatleri şişirerek, kocaman bir yalan hâline getiren ve ülkeden ülkeye taşınınca bütün değerlerini kaybeden bir mit. İzm’lere düşmanım, çünkü anti-diyalektiktirler. Belli bir iklimde açan bu hayal ve düşünce çiçekleri kuruyup dikenleştikten sonra memleketimize süpürülürler. Başkaları için kanat, bizim için zincir. Aydınlarımız, hasta efendisinin ilaçlarını sırf kendi kullanıyor diye aşırıp içen uşağa benziyorlar, sıhhatli fakat akılsız uşağa (...).”

Eserlerinin bir çoğunda daha çok Batılı kaynaklardan yararlanmış ve bunlara eleştirel olduğu kadar olumlu yaklaşımlarda da bulunmuştur Meriç. Hârikûlade Fransızca bilgisinden yararlanarak hayata geçirdiği eserler bir yana, İslâmî eserlerin ve kaynakların sayısı yararlandığı Batılı kaynaklara kıyasla oldukça azdır. Bu “eksikliğe” ve neredeyse tamamiyle Fransızca kitap ve eserlerden oluşan kütüphanesine rağmen, Türk düşünce tarihinin klasik Batıcı perspektifini cesurca tenkit edebilmiş bir aydındır Cemil Meriç.

Her düşünceye saygı

Kendisini “Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi” olarak tanımlayan Cemil Meriç, hiçbir tarikata mensup olmadığını ve kendisinde ilân edilecek hazır bir formülün de bulunmadığını belirtir. Derslerinde de, konuşmalarında da tekrarladığı ve “darağacına kadar” tekrarlayacağı tek hakikat vardır: “Her düşünceye saygı.”

Yeni nesillere sahte kimlikler ve dayatma fikirlerin bu topraklarda neden gelecek vaad etmediğini ifade edebilmek, aynı hataları yapmamak ve bazı temelsiz görüşlerin toplum nezdinde neden ebedî bir mağlûbiyete mahkûm olduğunu anlatmak adına, bazı temel sorunları tekrar gözden geçirmek gerekebilir. Özellikle bugünlerde, Yeni Türkiye perdesi aralanmakta iken, Cemil Meriç gibi Türk aydınlarını tekrar okumak, araştırmak ve dersler çıkarmak yanlış olmasa gerek. Buna, aşağılık kompleksini –aşırı özgüven patlaması eşliğinde sahiplenilen şovencilik hastalığına da bulaşmadan– bir kenara bırakarak başlanılabilir.
#Cemil Meriç
#nasyonalizm
#Kemalist reformlar
9 yıl önce