|

Geçmişe doğru sürüklenmek geleceğe doğru savrulmak

Müslümanlar arası ilişkilerde yaşanan kırılmalar bir patolojiye dönüşmeden müzakere ve müşavere yoluyla çözümlemeler yapılabilmelidir. Müzakere ve müşavereye kapalı olmanın hiçbir mazereti olamaz.

Yeni Şafak
04:00 - 1/06/2015 Pazartesi
Güncelleme: 21:54 - 31/05/2015 Pazar
Diğer
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Küreselleşme yoluyla yayılan kapitalist-neoliberal ilişki biçimleri aracılığıyla, her toplumda yaşanan asimilasyon ve entegrasyon sebebiyle, insanlığın dünyası, süreklilik/derinlik ve nitelik kaynaklarından uzaklaşıyor, modern/seküler köksüzlüğü hayat tarzına dönüştürüyor, felç edici aşırılıklara maruz kalıyor. Küresel düzen, insanlığı, anlamsız, amaçsız ve sınırsız bir güç aracılığıyla, nihilist bir güç aracılığıyla geleceğe doğru sürüklüyor. Güncel söylem, güncel gündem, hepimizi gerçeklik karşısında duyarsızlaştırdığı için, aymazlıklarımızı sürdürüyoruz.


YERELLİĞİ AŞAMIYORUZ

Küreselleşme aracılığıyla maruz bırakıldığımız aralıksız ve hızlı değişimle ilgili derinlikli çalışmalar yapmadığımız, politik popülizm dışında hiçbir şeyle ilgilenmediğimiz için, kaybettiklerimizin yerine ne koyacağımızı bilmiyoruz. Yerel sınırlar, yerel gelenekler dışında düşünmediğimiz için, bağımlı köylülüklerimizi büyük bir asabiyetle sürdürebiliyoruz. Putkırıcı eleştirmenlere sahip olabilseydik, bu durum böyle devam etmeyecek, umutlarımız istikrarsızlaşmayacaktı.


TEMEL ÖNCÜLLERE YABANCILAŞTIK

Zamana ve tarihe bilinçli olarak katılmak, zamana ve tarihe nüfuz edebilecek bir irade ve akıl'la mümkün olabilir. İslami anlamda epistemolojik ve ontolojik temellere, içeriğe ve ufka sahip olmayan bir dil'le, söylem'le, kültürle, ne zaman'a, ne de tarihe hitap edilebilir, ne de bir medeniyet tasavvuru oluşturulabilir. Günümüzde İslam dünyası toplumlarında kurucu ilkelerden bağımsız bir din dili kullanılıyor. Kurucu ve temel öncüllere yabancılaştığımız için, hayatımızı temel öncüler şekillendirmiyor. Seküler sistem, seküler bilgi ve varoluş İslami öncüllerimizi geçersiz kılabiliyor. Temel öncüllere yabancılaştığımız için zihinsel bir yön sapması içerisindeyiz, bütün Müslümanları içeren, kuşatan, kapsayan ortak bir hikayeden, ortak bir tasavvurdan yoksunuz. Kendilerini İslama nisbet eden her parça, kendisi için çok bencil, çok sorunlu bir hikaye kurguluyor. Bu nedenle hiçbir parça hepimizin ilgisini, dikkatini kazanabilecek bir meşruiyet zemini oluşturamıyor. İstikrarsız bir dil ve söylem, istikrarsız umutlarımız derin bir karmaşaya ve karşıtlıklara neden oluyor. Bencilliklerimizin İslami bilincin ve sağduyunun önüne geçmesi normal karşılanabiliyor. İslami sosyal bünye içerisinde yaşanan bencillikler, iç sorunlar, dışarıdan kaynaklanan sorunlardan çok daha yıkıcı sonuçlara yol açıyor. İslami bünye içerisinde yaşanan çözülmeler ve bencillikler, birlikte düşünemeyeceğimizi, birlikte hareket edemeyeceğimizi gösteriyor. Bu nedenle, bu tür gelişmelerin derinleşmesine ve bir çatışmaya dönüşmesine izin vermeden, onarılması gerekir.


ZİHİNSEL SÖMÜRGELER

Müslümanlar arası ilişkilerde yaşanan kırılmalar bir patolojiye dönüşmeden müzakere ve müşavere yoluyla çözümlemeler yapılabilmelidir. Müzakere ve müşavereye kapalı olmanın hiçbir mazereti olamaz. Sözünü ettiğimiz kırılmalar, karşıtlıklar, rekabetler, medeni olmayan bir bünyeye işaret eder.


Her toplum, kendi varoluşsal/tarihsel/kültürel karakteri doğrultusunda bir siyasal/ekonomik/hukuki temsil biçimini seçebilecekken, bu temsil biçimi doğrultusunda hayatını şekillendirecekken, bir türlü aşmayı başaramadığımız zihinsel sömürge durumu sebebiyle, İslami bir temsil biçimi oluşturamıyoruz. Umutları gerçek kılmak için, her şeyden önce, İslami bütünlüğü, bütünlük bilincini ve ahlakını gerçek kılmak gerekir.


SÜRÜKLENİYORUZ

Zamanı anlamlı kılan şey, ilkesel temelde yaşanan hayatlardır. Kurucu ilkelere yabancılaştığımızda zaman ve hayat çığrından çıkmış olur. İlkesel hayatlara yabancılaştığımızda, hayatımızı içeriksiz bir dil'le sürdürürüz. Zaman ve hayatın daha iyi yaşanmasından çok daha önemli olan, zamanın ve hayatın adil bir zeminde, adil bir ilişkiler manzumesi içerisinde yaşanmasıdır. Melankolik bağlılık biçimleri, zalim romantizmlerimiz, geçmişin yalnızca bir duygusallık biçiminde temsil edilmesine yol açıyor. Muhafazakarlıklarımız ve gelenekçiliklerimiz bizleri sürekli olarak geçmişe doğru sürüklüyor. Hep sürükleniyor olmak, geçmişe ya da, geleceğe doğru sürükleniyor olmak, geçmiş/şimdi/gelecek arasındaki ilişkileri anlamlı kılabilecek bir tarih bilincine sahip olmayışımızla ilgili bir konudur.


Modern ya da geleneksel statükolara eklemlenerek yaşamak, yeni seçenekler geliştirme yeteneğine/bilincine sahip olmamaktan kaynaklanan bir teslimiyetçilik biçimidir. Yeni seçenekler geliştirmeyenler, eski seçeneklere mecbur kalırlar. Kendi içsel zaaflarımızın/sorunlarımızın/bağnazlıklarımızın nedenleriyle hesaplaşıncaya kadar bu durum maalesef hep böyle devam edecektir.


İKTİDARSIZ BİR DİN DİLİ

Modern-seküler sistem karşısında, güçlü bir alternatif model oluşturamadığımız için, kültürel/ideolojik/zihinsel bastırılmışlığa katlanıyor ve iktidarsız bir din dili kullanıyoruz. Alternatif bir model oluşturulamadığı için, bu amaca yönelik her hangi bir mücadele yürütülmediği için, toplumlarımızda, ilkesel/ahlaki mücadelelerden vazgeçilmiş ve ne yazık ki, reelpolitik bir geleneğe dönüştürülmüştür. İlkesel/ahlaki mücadele alanından ayrılmak, doğal yollardan ayrılmak, doğal olmayan yolları seçmek anlamı taşır. Meşruiyeti kendinden menkul reelpolitikin sıradanlaşması, bir geleneğe dönüşmesi, çıkarların dünyası dışında hiçbir ahlaki ilkeye yer bulunmadığını gösterir. Reelpolitik'i meşrulaştıran, sıradanlaştıran her toplum, her kültür yabancılaşmış bir toplumdur, yabancılaşmış bir kültürdür.


#Küreselleşme
#Reelpolitik
#Meşruiyet
9 yıl önce